19 Mayıs 2013 Pazar

Fıtrat Dini İslam ve Beş Temel Özelligi : Tevhid, Adalet, Vasat, Akıl ve Çoğulculuk

Fıtrat Dini İslam ve Beş Temel Özelligi :
Tevhid, Adalet, Vasat, Akıl ve Çoğulculuk

“ O halde sen yüzünü hanif olarak dine çevir ; Allah’ın insanları üzerinde
yarattığı o fıtrata. Allah’ın yaratışı için hiç bir tebdil yoktur. İşte dimdik
ayakta duran din ! Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum :30:30)
Fıtrat ; linguistik olarak içinde gizleneni ortaya çıkarmak için yarmak
anlamında kullanılır. Arab ; deve’nin damağının altındaki gizlenen dişinin
yarılmasını böyle ifade eder. Dolayısıyla fıtrat , insan yaratılışındaki özdür
veya buna yaradılış formatıda diyebiliriz. Çoğukez fıtrat, insan tabiatı-insan
doğası ile aynı anlamda kullanılır. İnsanın nefes alması , su içmesi , yemek
yemesi nasıl ki fıtrattandır iman etmeside insan fıtratının bir gereğidir.
Bünyamin Konstand’ın ifadesiyle din insan doğasının ikizkardeşidir. Hanif olan 
İslam, fıtrat dinidir. Onun için ne ki fıtrata aykırıdır o şey Allah’ın
kitabınada aykırıdır. Ne ki fıtrattandır o şey Allah’ın dininde haram kabul
edilmez.
Onun için Allah’ın tüm nehiy ve yasakları aynı zamanda fıtrata aykırıdır. 
İslamın fıtrat dini olduğuna delil Rum suresinin 30. Ayetidir . Rabbimiz şöyle
buyurur :  “ O halde sen yüzünü hanif olarak dine çevir ; Allah’ın insanları
üzerinde yarattığı o fıtrata. Allah’ın yaratışı için hiç bir tebdil yoktur. İşte
dimdik ayakta duran din ! Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum :30:30) Bu ayet
açıkça ispat ediyor ki İslam fıtrat dinidir. Bu konuda delil olarak ayrıca Allah
resulü(s.a.v) bütün hadis otoritelerince sahih kabul edilen hadisidir. “Her
doğan (çocuk) fıtrat üzerine doğar. Daha sonra onu anne-babası Yahudileştirir
veya Hristiyanlaştırır veya mecusileştirir.”(Muttefekun aleyh)
Yaratıcıyı itiraf ettiren insan fıtratıdır. Bu konuda Araf suresinin şu ayetini
hatırlatabiliriz. “ Hani rabbin Ademoğulları’nın sırtlarından zürriyetlerini
almış ve onları kendi nefislerine karşı şahid tutmuştu : “Ben sizin rabbiniz
değil miyim? “ “Evet (rabbimizsin) şahidlik ettik” demişlerdi. (Bu) kıyamet günü
: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.”(Araf 7:172) Bu ayetin
tefsirlerine baktığımızda bu konuşmanın özellikle müfessir Zemahşeri ve
Fahrettin er Razi tarafından mecazi olarak ele alındığını görebiliriz. Muassır
müfessirlerden İslamoğlu ise yine bu konuşmanın bir tahyil yani canlandırma
olduğunu ifade eder.Ebu Hanife’nin bu ayetle ilgili görüşü : “ Allah, peygamber
göndermemis olsaydı dahi , insan fıtri kabiliyetleriyle Rabbini tanıma
sorumluluğu taşımaktadır” şeklindedir. Dolayısıyla bu ayette Rabbimiz insan
fıtratıyla mecazen konuşmakta ve insan fıtratının Rabbini tanıma kabiliyeti
taşıdığını ifade etmektedir.Tüm bu delillerden yola çıkarak diyebiliriz ki İslam
fıtrat dinidir. Bu yazımda Fıtrat dini İslamın özelliklerine değinmeye
çalışacağım.
Fıtrat ve Tevhid İlişkisi
Fıtrat dini İslam’In en temel özelliği tevhid eksenli olmasıdır. Din bir cümleye
benzetilecek olursa o cümlenin yüklemi tevhidtir. Dolayısıyla yüklemsiz cümle
olamayacağı gibi tevhid eksenli olmayan tüm inanç sistemleride batıldır. Onun
için vahyin dilinde, Allah indinde din sadece İslamdır.(Ali Imran 3 :19) Tevhid,
Allah’ın , zerreden kürreye kadar yaratıcıi tek kudret olduğunu kabul etmek
(Tevhid-i Rububbiyet) ve Ondan başka hiç bir nesneye veya özneye tapılmaması
gerektiğini kavli ve fiili olarak ikrar etmek (Tevhid-i Uluhiyet ) ve Allah’ın
isim ve sıfatlarında Ona eş veya Ondan üstün hiçbirşeyi kabul etmemektir. Evet
madem ki birşeyden herşey yapan ve herşeyi bir şey yapan her şeyin yaratıcı olan
O tek şeydir o halde O’nun dışında herhangi bir mabuda kulluk etmek fıtrata
mugayyirdir.
Fıtrata uygun olan ne Babil medeniyetindeki  Yılan ve Ejderha figürlerine  ne
Mısır mitoljisindeki Ateş tanrısı Zurvanaya, ne Japon Şintoizmindeki Güneşe, ne
Hind kadim tanrıları olan İndra yada Mitraya , ne Yunan mitoljisindeki Hermese
yada Afrodite , ne hristiyanlar gibi İsa’ya , ne bir kısım Yahudiler gibi Üzeyre
tapınmak değil kendisinden başka ilah olmayan, yoktan vareden, herşeyin
yaratıcısı olan , hiç bir zaman ölmeyen, herşeyden üstün olan muteal bir Allah
`a kulluk etmektir. O öyle bir Allah `tır ki hiç bir şeye benzemeyen ve muteal
olandır. (Şura : 42 :11) Öyleyse fıtrat, tevhidi kabul etmeyi gerektirir.
Fıtrat dini İslam’ın peygamber tasavvuru ise “abduhu ve resuluhü” şeklindedir.
Peygamber önce kul sonra resuldür.Dolayısıyla peygamberler insan-üstü sıfatlara
muttasıl değildirler.(Kehf : 18:110) Onlar gaybı bilemezler . (Neml :27:65)
(Lokman :31 :34) Allahtan bağımsız mucize yaratamazlar.  (Ankebut :29: 49-50)
(Isra :17:90-95) Fıtrat peygamberi Allah resulu(s.a.v) her zaman kendisinin
beşer olduğunu vurgulamıştır. Kendisi zamanında oğlu vefat ettiğinde aynı
zamanda güneşte tutulmuştu. Müslümanlar arasında “Muhammedin oğlu vefat etti
onun için güneş tutuldu” diye bir söylenti dolaşıyordu. Resul hutbeye çıktı ve
derhal kendisinin beşer olduğunu ve Rabbin bir ölümlü için yasalarını
değiştiremeyeceğine atıf yaptı.
Tevhid , insan fıtratına en mutabık bir inanç sistemidir. Onun için Allah
indinde din sadece İslamdır. Zira diğer inanç sistemleri bu fıtrat yasasından
sapmışlardır.
Fıtrat Dini İslam  ve Adalet
 Fıtrat dini İslam, insan-Allah ilişkisinde tevhidi , insan-hilkat ilişkilerinde
adaleti esas alır. Şirk, tevhidin ve zulüm adaletin zıddıdır. Şirk, akidevi
anlamda ve zulüm ahlakı bağlamda  adaletsizliktir. Tevhidi iktidar etmek için
şirki , adaleti teessüs etmek için zulmü yoketmek gerekir. Adalet ve zulüm
arasındaki ilişki gece ile gündüz arasındaki ilişki gibidir. Zulmün olduğu yerde
adalet, şirkin olduğu yerde tevhid olmaz.Bundan dolayıdır ki fıtrat dini İslam,
adaleti emreder. “Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim
etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.
Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir,
görendir.” (Nisa 4:58)
Adalet, a-da-le fiilinden mastardır. Bazen IDL şeklide de kullanılır. Adl,
denkliği gözlemle idrak olunan, IDL ise denkliği duyularla idrak olunan
demektir. Zulüm ise birşeyi ait olduğu yerden etmek anlamındadır. Bir kimse
kazılmaması gereken yeri kazarsa Arab ona ‘arza zulmetti anlamında ‘zalemte’l
arz’ der. Kazılmaması gerektiği yerde kazılan yere ‘mazlume’ buradan çıkan
toprağa ‘zalim’ denir. Dolayısıyla zulüm bir şeyi ait olduğu yerden etmek veya
maksadı dışında kullanmak ve adalet bir şeyi ait olduğu yere koymak veya birşeyi
amacına uygun kullanmaktır. Bir kişi elindeki bardakla çivi çakarsa bardağa
zulmetmiş olur ve adalet onu çekiçle çakmaktır. İşte fıtrat dini İslam , tevhid
hakikatiyle insanın veya herhangi bir mahlukun tanrısallaşmasına müsaade
etmediği gibi adalet vurgusuyla insana insanlık dışı muamele yapılmasının üstünü
çizer.
Vahiy , Allah resulü’nün şahsiyetini adaletle inşa etmiştir. Allah resulü
(s.a.v) zamanında Tu’me bin Ubeyrik isimli bir müslüman Katade bin Numan isimli
birbaşka müslümanın malını çalmıştır. Ancak Katade bin Numan malının peşine
düşmüş ve yakalanacagını anlayan Tu’me bin Ubeyrik malını , bir Yahudiye teslim
etmiştir. Katade , malını yahudinin evinde bulunca durum Allah resuluna intikal
etmiş ve Tu’me bin Ubeyrik suçunu kabul etmediği halde vahiy gerçek suçlunun
yahudi değil Tu’me bin Ubeyrik olduğunu beyan etmiştir. (bknz.Nisa 4:105) Bu
ayet bizde şayet bir kimse mazlumsa onun kimliğine bakılmaz gerçeğini
hatırlatmakta ve bizi adalet ahlakıyla inşa etmektedir.
Allah resulü (s.a.v) döneminde soylu bir aileden gelen bir kadın mücevher
hırsızlığı yapmış ve onun affedilmesi için Allah resuluna Usame isimli bir
sahabi tavassut etmiştir. Soylu bir aileden geldiği için affedilmesi
önerilmiştir. Ancak böyle bir teklif Allah resulunü çok üzmüş ve “Siz benden
Allah’ın hükümlerini değiştirmemi mi istiyorsunuz ? “ diyerek bazı kimselerin
uyarılması sebeb olmuştur. Allah resulü (s.a.v) bu olayın ardından hutbeye
çıkmış  “ Sizden öncekiler neden helak oldular bilirmisiniz? Onlar bir güçlu suç
işlediğinde onu derhal affederlerdi ancak aralarında bir zayıf suç işlediğinde
ona cezayı hemen tatbik ederlerdi. Vallahi kızım Fatima bu suçu işlese ellerimle
cezasını verirdim”
Allah resulü döneminde bir fakir hurma hırsızlığı yapmış  ve bahçe sahibi onu
yakalamış ve resulullaha götür müştü. Ancak Allah resulü’nün tepkisi “O açtı onu
doyurmalıydın , o cahildi onu bilgilendirmeliydin” şeklinde olmuştur. Tüm bu
misallerden yola çıkarak diyebiliriz ki fıtrat dini İslam adaleti emreder.
Bundan dolayıdır ki Ömer bin Hattaba nispet edilen “El adlü esasül mülk-Adalet
mülkün temelidir” sözü doğrudur.

Fitrat Dini Islam ve Denge Yasasi
Fıtrat dini İslamın en temel karekteristik özelliği hiç şüphesiz dengedir.
Rabbimiz Kur’an’da “…ve böylelikle sizi (vasat) dengeli bir topluluk kıldık ki
insanlığa şahitler olasınız…”(Bakara 2/143).İnsanlığa sahidler olabilmenin yolu
demek ki  dengeli yani orta yolu tutabilmekle mümkündür. Evrendeki her şey denge
ve ölçü içinde olduğu için hayattadır. Üzerinde yaşadığımız dünyanın güneşe olan
mesafesine bakınız. Güneşe ne çok yakın ne de çok uzak olduğu için bu gezegende
hayat var. Güneşe daha yakın veya daha uzak olsaydı yeryüzünde hayat
olmayacaktı. Üzerinde yaşadığımız dünya hal diliyle “Dengede hayat var” demekte
adeta.İnsan anatomisinin insan iradesine verdiği temel mesaj yine Ey insan
dengeli ol mesajıdır. Çok sıcak olduğu zaman bedeniniz yanar ve yine çok soğuk
olduğu zaman donarsınız. Vücudunuzun sıcaklık dengesi bozulduğunda ve soğuk
olduğunda bedeniniz titreyerek veya çok sıcak olduğunda vücudunuz terleyerek
tepki verir. Tip dilinde “homeostatis” olarak bilinen bu hal dengede hayat var
çağrısına bir misaldir sadece. İnsan gözünün alt-eşiği ve üst eşiği vardır
mesela. Çok küçük şeyleri veya çok büyük şeyleri görebilmek için mikroskop veya
teleskop kullanmak gerekir. Ancak ideal olan göz alt ve üst eşiği olan insan
gözüdür. Kimse teleskop veya mikroskop gibi bir göze sahip olmak istemez.
Kulağınız için hakeza aynı şeyleri söylemeniz mümkündür. Kimse karıncaların ayak
seslerini duyabilen bir kulağa sahip olmak istemez. Şayet insanların burnu her
kokuyu alabilseydi sanırım hayat çekilmez olurdu. Demek ki en ideal olan uçlarda
olan değil dengede olandır. İnsan bedeni dahi insana bu mesajı verir.
Kozmik koronun şefi makamında halife-i rû-yi zemin liyakatindeki insanın
teo-ontolojik levhasının üzerinde yazılı olan gizli mesajın yine denge olduğuna
inanırım ben. İnsanın teo-ontolojisi “Hame-i Mesnun” yani çamurdur. Hicr
Sûresi’nin 26. âyetinde geçen bu kavrama bakıldığında insanın özünün çamur
olduğuna atıf yapar vahiy. Dolayısıyla insanın oluşumunu hava, su, toprak ve
ateş gibi dört temel unsurun etkileşime geçirilerek var edildiğini açıklamak
mümkündür. Çamur özü itibarıyla anasır-ı Erbaa’nın birleşmesidir. Evrendeki bu
dört temel unsuru dengeleyen bir yapıya sahiptir vahyin tarif ettiği insan özü.
İslam akaidinin en temel konsepti yine dengedir. İslam tevhidi, ateizm ile
paganizm arası bir denge duruşudur. Ateizm bir dengesizliktir. Kitap katipsiz,
iğne ustasız olmaz öyleyse varoluşu Allah’sız açıklamak bir çeşit
dengesizliktir. Bir şeyden her şey yapan her şeyi bir şey yapan her şeyin
yaratıcısı olan o tek şeydir. Ancak diğer taraftan vahyin tanıttığı Allah tüm
pagan unsurların ötesinde bir ilahtır. Vahyin tanıttığı Allah ne Şintoistlerin
güneş tanrısına, ne antik Yunan’ın Hermes’ine veya Afrodit’ine, ne eski Mısır’ın
Hotor tanrısına veya Apis öküzüne benzemez. Zira O, eşsiz ve benzersiz olan ve
akla geldiği zaman mutlaka zihni tahayyülden çok başka olandır. Onun için önce
“La ilahe” yani “tanrı yoktur”, sonra “İllallah” yani, “ancak Allah vardır”
diyerek tevhidi ifade etmiş oluruz. Dolayısıyla tevhit ateizm gibi tanrıyı
tanımayan bir bakışı tamamen yadsırken tanrıyı eşyalaştıran veya insanlaştıran
zihniyeti de reddeder. Onun için tevhit en büyük denge sirk en büyük
dengesizliktir.
Vahyin peygamberleri sevmede dahi iman edenleri dengeye teşviki vardır.
Peygamberlerin hatalarını vurgulayarak onların insan-üstü olmadıklarının altını
çizer. Vahiy birçok yerde peygamberlerin beşer olduğuna vurgu yaparak onların
zellelerine (hata-sürçme) işaret eder. Bu konuda en meşhur olanı Yunus (a)
kıssasıdır. Sâffat Sûresi Yunus’un peygamber olmasına rağmen Allah’ın izni
olmaksızın bulunduğu beldeyi terk ettiğini ve bundan dolayı cezalandırıldığını
vahyin muhataplarına tezekkür ettirir. Musa peygamberin bir Mısırlının ölümüne
sebep olduğunu Kasas Sûresi anlatır bize. Âdem, Nuh ve İbrahim peygamberlerin
yine zelvelerine işaret eder vahiy. Son olarak ise Abese Sûresi’nin ilk on
âyetinin Allah Rasulünü tazir eden âyetler olduğunu hatırlamak gerekir. Bir
garibin anlık ihmali Allah Rasulünün tazir edilmesine sebep olmuştur.
Vahyin tasavvurunda sahabeyi sevmekte bir denge içindedir. Kur’an bir taraftan
ashab-ı kiramı Âl-i İmran Sûresi’nde (3/110) “İnsanlık tarihinin en hayırlı
topluluğu” olarak tasvir ederken diğer taraftan Hadid Sûresi’nde Allah Rasulü
(s.a.v) hutbedeyken onu yalnız bıraktıklarından ve Medine’ye giden ticaret
kervanının peşinden gitmelerinden bahseder (57/10). Mesela, Tevbe Sûresi’nde
“Allah onlardan razı olmuş onlar da Allah’tan” (9/100) diyerek onlardan övgüyle
bahsederken Âl-i İmran Sûresi’nde Uhud Savaşı’nda onların ganimet hevesiyle
dağıldıklarına vurgu yapar.
Bu konuda daha başka örnekler de verilebilir ancak vahyin bu iki tabloyu da
örnek olarak vermesinden maksadın vahyin mü’minlerini sahabeyi sevmede dengeye
daveti aşikârdır. Her şeyde olduğu gibi sahabeyi sevmede dahi denge esas
tutulmalı ve onların bir beşer olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Zira
dinler tarihi dini önderlerin ilahlaştırılması örnekleriyle doludur. Bugün
Protestan kilisesinin kabul etmediği ancak Katolik kiliselerince devam edegelen
havarilere yönelik aşırı tazim bu ümmetin insanlarında olmaması gereken bir
sapmadır. Onun için vahiy bu ümmetin insanlarını sahabeyi sevmede dengeye davet
etmektedir.
Denge, kulluğun minhacı ve tüm ibadetlerin meyvesidir. Kulluk, itidali
gerektirir. Bir hadiste, Allah Rasulü (s) “Yarın ölecekmiş gibi ahiretine
hazırlık yap ve dünyadan nasibini unutma…” buyurur. Allah Rasulü (s.a.v) bize
dünya ve ahiret dengesi kurarak kulluk yapmamızı tavsiye eder. Zekâtın kırkta
biri farzdır ancak bir insanın kazandığının hepsini infak etmesi caiz olmaz.
Oruç, Ramazan ayında farzdır ve yine Pazartesi ve Perşembe günleri tutmak
sünnettir ancak yılın hepsini oruçlu geçiren kişi hiç tutmamış gibidir. Allah
Rasulü (s.a.v) “Efdal olan ibadetin az ve sürekli” olan olduğunu vurgular.
Dolayısıyla denge hem fıtratın yasası hemde fıtrat dini İslamın vazgeçilmez bir
gerçeğidir.
 Fitrat Dini Islam ve Akil-Vahiy Iliskisi :
Fıtrat dini İslam akıl ve vahiy bütünlüğü içinde hareket etmeyi önerir. Vahyin
birçok yerinde tefekküre  yani derinlemesine düşünmeye atıf varken tefkir yani
sığ düşünme şekli vahyin dilinde ağır bir dille eleştirilir.(bknz :Muddesir :
74:18-19) Zira varolabilmek düşünmekle mümkündür. Onun için akıl elzemdir.
Kelamda , akıl ile vahiy arasındaki ilişki göz ile ışık arasındaki ilişkiye
benzetilir. Akıl olmazsa vahiy , vahiy olmazsa akıl fonksiyonsuz kalır zira
bunlarda tıpkı göz ve ışık gibi birbirine muhtaçtır. Ancak kelam akıl ile nakil
tearüz ederse akıl evvel nakil müevveldir diyerek aklın önemine atıf yapar.
Vahiy, imansızlığın vasfi olan hakikate karşı sağır, dilsiz ve kör olmaktan
kurtulmanın yolunun akletmek olduğunu belirtir. “Sağırdirlar, dilsizdirler,
kördürler-onlar akledemezler.” (Bakara;2;171) Ayrıca akletmeyenleri Allah’ın
azap ve pislik içinde bıraktığını ifade eder. “ … O(Allah), akletmeyenlerin
üzerine azap-pislik verir” (Yunus : 10:100) Kur’an aklın çıkarttığı yolla vahyin
çıkarttığı yolun aynı olduğunu vurgular “ Ve dediler ki : “Eğer (vahyi) dinlemiş
olsaydık yada akletseydik , şu çılgın ateşin yareni olmayacaktık” (Rahman:67:10)
Bu ayet açıkca gösteriyor ki aklın çıkarttığı noktayla vahyin çıkarttığı nokta
aynıdır.
Aslında vahyin insan için nihai hedefide aklını faal olarak kullanabilmesidir.
Zira akıl aslında (ukal) yani bağ demeye geldiğinden insanın maziyle veya
istikballe bağ kurabilmesini sağlar. Çocuk gününü yaşadığından ve yarınını hiç
düşünmediğinden akıl-baliğ değildir ve İslam fıkhında mukellef sayılmaz. Yarini
düşünen yani bugün ile yarın arasında bağ kurabilen insana akıllı denir. Onun
için en akıllı en yarını yani ahiretini düşünen ve ona göre yaşayandır. Onun
için aklın karşısında nakil değil heva vardır. En akılsız kimselere heva eksenli
yaşayan kimselerdir.
Fıtrat dini İslam, akla önem verdiğinden ilim, vahyin insanı için en elzem olan
şeydir. Farabi’ye göre ilim birşeyin sebebini bilmektir. Bundan dolayıdır ki
fıtrat dini İslam , şabloncu, şekilperest ve statik bir inanç sistemi değil  ,
maksatçı, ilkeli ve dinamik bir dindir. Fıtrat dini İslamda anlamsızlık yoktur. 
Varoluş , anlamsız değildir.(Bknz: Zariyat :56) Rabbimiz bu gerçeği “Sizi abes
olsun diye mi varettigimizi saniyorsunuz”(Mu’minun : 23;115) diyerek dile
getirir. Varlık anlamsız olmadığı gibi hayat dahi anlamsız değildir. “Hanginizin
daha güzel iş işleyecegini ortaya koymak için gökleri ve yeri altı günde
yarattık” (Hud:7) bu hakikat açıkca dile getirilir. Bu alemde sadece insan değil
varlık dahi anlamlıdır. Vahyin dilinde yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah adına
hareket eder. İslamoğlu’nun özet ifadesiyle anlamsızlık Allahsızlıktır.
Evet , madem anlamsızlık Allahsızlıktır , Allah `ın göndermiş olduğu din dahi
şekil ve seromoniden ibaret değildir. Onun bir manası ve felsefesi vardır
kuşkusuz. Dini anlamak sadece nassın zahirini anlamak değil onun gözettiği
maslahatı idrak etmektir. Hz. Ömer dilinde buna maslahad, Ebu Hanifede istishan,
Necmeddin Tufi’nin dilinde maslahad-i mursele , İmam Satibi’nin dilinde
makasid-i şeria, Şah Veliyullah Dehlevide , daimi din değisen şeriat, Ali
şeriati’nin dilinde , sözün corafyası, Fadlallahta ise hikmet denir. Özellikle
Hz Ömer’in uygulamalarına bakyığımızda bunların islam dinamizmini yaşatan ve
nassın gözettiği maslahatı öne çıkaran uygulamalar olduğunu müşahade edebiliriz.
Mesela Hz Peygamber döneminde içki içen kişiye uygulanan ceza Hz Ömer döneminde
iki katına çıkarılmıştır.Hz. Ömer, bunun sebebini, amacIn insanları darbetmek
değil bu fenalıktan alıkoymak olduğunu belirtmiş ve o dönemde bu ceza miktarı
insanlara kifayet ediyordu şimdi ancak bu kadarı yeterlidir diyerek uygulamanın
şekline değil maksadına atıf yapmıştır. Bundan dolayıdır ki İslam Usül alimleri
, dinin Meqasid-i Hamse’sini (Beş Temel Maksadını) belirlemişler ve dinin emir
ve yasaklarının bunların temini ile ilgili olduğunun altını çizmişlerdir. Bu
bağlamda “Ezmanın tegayyuru ile ahkamın tegayyuru inkar olunamaz” yani şartlar
değiştikçe hüküm değişir  kaidesini de hatırlamak gerekir.
Fitrat Dini Islam ve Asalet-i Kesret Ilkesi :
Fıtrat dini İslamda farklılık ve çok renklilik bir zayıflık değil güçtür.
Rabbimiz farklılığın bir nimet olduğunu Hucurat suresinde açıkça bildirir : “ Ey
insanlık ! Elbet sizi bir erkekle bir dişiden yaratan Biziz, derken sizi
kavimler ve kabileler haline getirdik ki tanişabilesiniz.Elbet Allah katında en
üstün olanınız, Ona karşı sorumluluk bilinci en yüksek olanınızdır, şüphe yok ki
Allah hereşyi bilir, herşeyden haberdardır.” (Hucurat-49-13)   Bu ayet farklı
olmanın bir imkan olduğunu zayıflık veya üstünlük gerekçesini olmadığı açıkça
belirtmektedir.
Öncelikle fark, özünde kötü olamaz zira o Allah `a ait bir özelliktir. Allah
kimdir? Allah hiç bir nesneye,özneye,subjeye ve objeye benzemeyen ve hepsinden
farklı olan yaratıcı kudretin adıdır. Onu bir şeyle benzeştirmek ve ona eş
koşmak vahyin terminolojisinde şirk olarak ifade edilir.Onun için tevhid, Allah
`ın herşeyden farklı olduğunu kabul etmek ve şirk ise onu herhangi bir şeye
benzeterek ona eş koşmaktır. O, her şeyden farklı olandır.(leyse kemislihi
sey’un) Öyleyse fark, Allaha ait bir güzelliktir ve özünde kötü olamaz.
Farklı olmak fıtratın yasası olduğundan Allah varlığı farklı farklı yaratmıştır.
Vacibul Vucud (Mutlak Varlik) olan Allah nasıl ki her şeyden farklıdır varlık ta
onun kudretiyle farklı farklı çesitleriyle yaratılmıştır. Öncelikle insan turu,
farklI farklIdIr.Insanlar, tek yumurta ikizi dahi olsalar farklıdırlar.Her
insanın parmak izi farklı farklıdır.Varlıkta ki bu çesitlilik, Allah’ın
kudretinin bir ispatıdır.Hiç bir varlık tıpkısının aynısı değildir.Onun için
Allah, tek bir alemin değil “alemlerin rabbidir” Alemin her alanında asalet-i
kesret yasası devam etmektedir.
İnsan dahi özünde anasır-ı erbaa gibi dört farklı unsur taşır. Hava,su,toprak ve
ateş gibi dört farklı unsur karşılıklı iletişime geçince özü çamur olan insane
meydana gelir. Demek ki insanın ontolojisinde dahi kesret vardır. Onun için
insan hem su ve toprak hem de hava ve ateştir.O dört şeyi bünyesinde barındıran
ama o dört unsurdanda farklı olandır.
Farklılığı kabullenememe ise şeytani bir marazdır. Onun için irkçılık, sosyal
bir hastalıktır. Zira irkçılığın olduğu yerde farklılıktan bahsedilemez.Onun
icin şeytan “O çamurdan ben ateşten” diyerek insanın özünü farklı olmasından
dolayı aşağılamıştır.Farklılığa ilk itiraz şeytandan gelmiştir. Öyleyse
farklılık bir İlahi yasa ve dahi Allah `ın kudretinin bir ispatıdır.
Kainatta herşey zıddıyla bilinir. Onun için “…ahsenu kulli şey’in halakahu” (her
şeyi biz güzel yarattık) ayetini Bediuzzaman tefsir ederken güzellik iki dir
der. Birincisi doğrudan güzel olan şeyler(hüsn-ü bizzat) ikincisi dolaylı güzel
olan şeyler(hüsn-ü bil gayr). Iyi,doğru,hak,sağlık vesaire gibi doğrudan güzel
olan şeyler ve kötü,yanlış,batıl,hastalık gibi dolaylı güzel olan şeyler. Ancak
bu ikisinin de adının (hüsn) yani güzellik olması kişinin olaylara bakışında
önemli bir ayrıcalıktır.Karanlık olmasa aydınlığın  kıymeti
anlaşılmayacaktı,hastalık olmasa sağlığın kıymeti idrak edilmeyecekti.Montaigne
Denemeler isimli eserinde “Suçlular olmasaydı hakimler ve polisler, hastalar
olmasaydı doktorlar anlamsız kalırdı diyerek bu gerçeğin altını çizer.
Vahyin peygamberi “Bu din gariplerle geldi gariplerle gidecek ne mutlu o
gariplere …” diyerek garipleri yani yaşadıkları cemiyetin içinde
farklılıklarıyla tanınanları övgüyle zikreder.Zira yaşadığı toplumun ve hayatın
nesnesi değil öznesi olan her şahsiyet aslında gariptir. Garip, parası olmayan
anlamında değil çoğunluk olandan farklı olan ve şahsiyet olan anlamındadır.
İnsanların çoğundan farklı hareket edendir.Mesela Yusuf’un genç bir köle
olmasına rağmen çekici ve kendisinin efendisi olan Zuleyhayı reddetmesi çoğu
gencin yapamayacağı bir şey olduğundan Yusuf bir gariptir. İnsanlar varlıklı
olmalarına rağmen zevk ve sefa içinde bir hayat yaşamıyorlar ve varlıklarını
Allah yolunda kullanıyorlarsa onlarda gürebadandır. Dolayısıyla farklı olmak ve
genelden farklı şeyler yapmak takdir edilen bir davranış şeklidir peygamber
lisanında.
Farklılık, İslam epistemolojisi’nin yabancı olmadığı bir değerdir.Farklı
düşünceyi açıkça ortaya koyma, İslam tarihinin ilk dönemlerine kadar gider.
Allah resulü (s.a.v) ashabıyla istişare ettiğinde ve kendi görüşünü ifade
ettiğinde sahabe zaman zaman “Bu söylediğin vahiy mi yoksa sizden mi?” diye
soruyorlardı. Allah resulü(s.a.v) bu gelen vahiy değil deyince ashab-ı kiram tüm
saygısıyla beraber biz farklı düşünüyoruz diyebiliyorlardı. Peygamber hayatından
bunun gibi bir çok örnek gösterebilmek mümkünken selefin içinden de bu örnekleri
bulabilmek mümkündür.Kur’an’ın mushaf haline getirilme fikri Ömer bin Hattap
tarafından ilk dönem de bir teklif olarak sunulmuş lakin Hz Ebubekir tarafından
önce kabul edilmemişti ancak daha sonra kabul edilmişti. Daha sonrası
dönem(tabiin) içinde aynı şeyleri söylemek mümkündür. Mesela İmam Şafii , İmam
Malik’in talebesidir.Kendisinin bir alim olarak yetişmesinde İmam Malik’in rolü
inkar edilemez ancak onun er Risale isimli eserinde hocasının el Muvatta isimli
eserinden farkıi birçok görüş ayrılığı vardır fıkhi noktalarda.İmam Yusuf ve
İmam Muhammed hocalarI Ebu Hanife’den birçok hususta farklı
düşünebilmektedirler. Bu durum hadis ilmi içinde geçerlidir. İmam Muslim, İmam
Buhari’nin hem arkadaşı hem talebesidir. Buna rağmen kendi hadis kriterlerine
göre tertip ettiği eserinde İmam Buhar’nin bir çok hadisini kitabına
almamıştır.Tüm bunlar gösteriyor ki İslam epistemolojisinin ihtilafa açık bir
yapısı vardır. İhtilafı bir imkan ve zenginlik olarak değil de olumsuz bir şey
olarak görmek ümmet arasında fitneyi ve tefrikayı arttıracaktır.
Çoğulculuk konusunda kafa yoran bir diger düşünür ise İran asılli 
entellektuelAbdul Kerim Surustur. Şu anda Washington DC de yaşayan Abdul Kerim
Surus doktorasını Molla Sadra üzerine yapmış olup, Molla Sadra’nın İbni Sina’dan
mülhem”Her varlığın kendi başınalığı” tezini ontolojiden siyaset felsefesine
çekerek varlıkta aslolan nasıl kesretse, toplumdada aslolan şeyin çoğulculuk
olduğunu vurgular. Surus der ki : Tabiatta ki
bitkileri,dagları,ovaları,tepeleri,inişleri,çıkışları veya yokuşları yok etmek
nasıl uygun değilse toplumdaki çeşitliliği de yok etmek ve toplumu tek-tipçi
hale getirmek öyle uygun olamaz.Dolayısıyla tıpkı alemde olduğu gibi toplumdada
kesret muhafaza edilmesi gereken bir zenginliktir.Surus; Popper ve Kuhn gibi
düşünürlerden yararlanarak bir sosyo-politik teori oluşturmuş ve din
monopolcülüğüne ve resmi tektipçiliğe  şiddetle    karşı çıkmıştır tabiki Surus,
post-modern söylemin     hepsine katilmamiş    tıpkı  Farabilerin      ibni    
Rüşderin antik Yunanin felsefesini Islami ogretilerle yorumladiklari gibi o da
Karl Popper gibi post-modern dusunurlerin goruslerini ayiklayarak Islamize
etmistir.
Abdul Kerim Surusa gore; mutlak gorecelilik yoktur.Ancak cogulculuk nasil
varlikta bir gerceklikse, dusunsel baglamlerin    çoğulculuk
olmalıdır.Mutlak-rolativizm beraberinde şirki getirir ancak tek-doğrucu
anlatılar beraberinde totalitarizmi getireceğinden baskıya ve zulme neden olur
bu ise dinin evrensel ruhunu kırar.
Abdul Kerim Surus, dini havaya benzetir. Bu anlamda din her yerde ve her zaman
olmalıdır.Havanın olmadığı yerde hayat olmadığı gibi din dahi insanın manevi
hayatı açısından elzemdir.Sosyal hayat için din gereklidir. Ancak nasıl hava her
sorunu halletmezse din de her sorunu halletmez.Hastane yapmak için havaya
ihtiyaç olduğu gibi doktora,hemşireye ve hastaneyede ihtiyaç vardır.Dolayısıyla
din olmadan olmaz ancak onunlada her şey olmsaz.Toplumda suç oranlarını azaltmak
için din muhim bir yere sahiptir ancak tek başına yeterli olmaz.O suçlara neden
olan sosyal ve ekonomik sorunlar halledilmelidir ki o suçlar tekrar
işlenmesin.Bir örnek verecek olursak; Din her zamanda ve zeminde adaleti emreder
ancak o adaletin nasıl sağlanacağı toplumdan topluma, farklılık
arzedecektir.Farklılığı göremeyenler bu adaleti sağlama noktasında etkisiz
kalacaklardır.
Son Söz:
Rabbimiz Kur’anda  şöyle buyurur :“ O halde sen yüzünü hanif olarak dine çevir ;
Allah’ın insanları üzerinde yarattığı o fıtrata. Allah’ın yaratışı için hiç bir
tebdil yoktur. İşte dimdik ayakta duran din ! Ancak insanların çoğu bilmezler.”
(Rum :30:30) Yüzümüzü Allah’ın insanları yarattığı fıtrata yani hanif olan dine
çevirebilmenin yoluysa onun fıtri özelliklerini iyi bilmekle mümkün olduğu
hatırlamak gerekir.

Kaynakça:
1.        Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yayıncılık, İstanbul
2008.
2.       Ragıb Isfahanı, Müfredat, Terc: Abdulbaki Güneş - Mehmet Yolcu, Çıra
Yayınları, İstanbul 2006.
3.       Hikmet Zeyveli, Kur’an ve Sünnet Üzerine, Birun Yayıncılık, 2003
4.       Suat Yildirim , Kur’anda Uluhiyet , Akademi Yayıncılık, 2010
5.       İhsan Eliaçık, Islam’in Yenilikcileri Cilt III, Med Cezir Yayınları,
İstanbul 2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder