Fıtrat Dini İslam ve Beş Temel Özelligi :
Tevhid, Adalet, Vasat, Akıl ve Çoğulculuk
“ O halde sen yüzünü hanif olarak dine çevir ; Allah’ın insanları
üzerinde
yarattığı o fıtrata. Allah’ın yaratışı için hiç bir tebdil yoktur. İşte
dimdik
ayakta duran din ! Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum :30:30)
Fıtrat ; linguistik olarak içinde gizleneni ortaya çıkarmak için
yarmak
anlamında kullanılır. Arab ; deve’nin damağının altındaki gizlenen
dişinin
yarılmasını böyle ifade eder. Dolayısıyla fıtrat , insan yaratılışındaki
özdür
veya buna yaradılış formatıda diyebiliriz. Çoğukez fıtrat, insan
tabiatı-insan
doğası ile aynı anlamda kullanılır. İnsanın nefes alması , su içmesi ,
yemek
yemesi nasıl ki fıtrattandır iman etmeside insan fıtratının bir
gereğidir.
Bünyamin Konstand’ın ifadesiyle din insan doğasının ikizkardeşidir.
Hanif olan
İslam, fıtrat dinidir. Onun için ne ki fıtrata aykırıdır o şey Allah’ın
kitabınada aykırıdır. Ne ki fıtrattandır o şey Allah’ın dininde haram
kabul
edilmez.
Onun için Allah’ın tüm nehiy ve yasakları aynı zamanda fıtrata
aykırıdır.
İslamın fıtrat dini olduğuna delil Rum suresinin 30. Ayetidir . Rabbimiz
şöyle
buyurur : “ O halde sen yüzünü hanif olarak dine çevir ; Allah’ın
insanları
üzerinde yarattığı o fıtrata. Allah’ın yaratışı için hiç bir tebdil
yoktur. İşte
dimdik ayakta duran din ! Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum :30:30)
Bu ayet
açıkça ispat ediyor ki İslam fıtrat dinidir. Bu konuda delil olarak
ayrıca Allah
resulü(s.a.v) bütün hadis otoritelerince sahih kabul edilen hadisidir.
“Her
doğan (çocuk) fıtrat üzerine doğar. Daha sonra onu anne-babası
Yahudileştirir
veya Hristiyanlaştırır veya mecusileştirir.”(Muttefekun aleyh)
Yaratıcıyı itiraf ettiren insan fıtratıdır. Bu konuda Araf suresinin şu
ayetini
hatırlatabiliriz. “ Hani rabbin Ademoğulları’nın sırtlarından
zürriyetlerini
almış ve onları kendi nefislerine karşı şahid tutmuştu : “Ben sizin
rabbiniz
değil miyim? “ “Evet (rabbimizsin) şahidlik ettik” demişlerdi. (Bu)
kıyamet günü
: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.”(Araf 7:172) Bu ayetin
tefsirlerine baktığımızda bu konuşmanın özellikle müfessir Zemahşeri ve
Fahrettin er Razi tarafından mecazi olarak ele alındığını görebiliriz.
Muassır
müfessirlerden İslamoğlu ise yine bu konuşmanın bir tahyil yani
canlandırma
olduğunu ifade eder.Ebu Hanife’nin bu ayetle ilgili görüşü : “ Allah,
peygamber
göndermemis olsaydı dahi , insan fıtri kabiliyetleriyle Rabbini tanıma
sorumluluğu taşımaktadır” şeklindedir. Dolayısıyla bu ayette Rabbimiz
insan
fıtratıyla mecazen konuşmakta ve insan fıtratının Rabbini tanıma
kabiliyeti
taşıdığını ifade etmektedir.Tüm bu delillerden yola çıkarak diyebiliriz
ki İslam
fıtrat dinidir. Bu yazımda Fıtrat dini İslamın özelliklerine değinmeye
çalışacağım.
Fıtrat ve Tevhid İlişkisi
Fıtrat dini İslam’In en temel özelliği tevhid eksenli olmasıdır. Din
bir cümleye
benzetilecek olursa o cümlenin yüklemi tevhidtir. Dolayısıyla yüklemsiz
cümle
olamayacağı gibi tevhid eksenli olmayan tüm inanç sistemleride batıldır.
Onun
için vahyin dilinde, Allah indinde din sadece İslamdır.(Ali Imran 3 :19)
Tevhid,
Allah’ın , zerreden kürreye kadar yaratıcıi tek kudret olduğunu kabul
etmek
(Tevhid-i Rububbiyet) ve Ondan başka hiç bir nesneye veya özneye
tapılmaması
gerektiğini kavli ve fiili olarak ikrar etmek (Tevhid-i Uluhiyet ) ve
Allah’ın
isim ve sıfatlarında Ona eş veya Ondan üstün hiçbirşeyi kabul
etmemektir. Evet
madem ki birşeyden herşey yapan ve herşeyi bir şey yapan her şeyin
yaratıcı olan
O tek şeydir o halde O’nun dışında herhangi bir mabuda kulluk etmek
fıtrata
mugayyirdir.
Fıtrata uygun olan ne Babil medeniyetindeki Yılan ve Ejderha
figürlerine ne
Mısır mitoljisindeki Ateş tanrısı Zurvanaya, ne Japon Şintoizmindeki
Güneşe, ne
Hind kadim tanrıları olan İndra yada Mitraya , ne Yunan mitoljisindeki
Hermese
yada Afrodite , ne hristiyanlar gibi İsa’ya , ne bir kısım Yahudiler
gibi Üzeyre
tapınmak değil kendisinden başka ilah olmayan, yoktan vareden, herşeyin
yaratıcısı olan , hiç bir zaman ölmeyen, herşeyden üstün olan muteal bir
Allah
`a kulluk etmektir. O öyle bir Allah `tır ki hiç bir şeye benzemeyen ve
muteal
olandır. (Şura : 42 :11) Öyleyse fıtrat, tevhidi kabul etmeyi
gerektirir.
Fıtrat dini İslam’ın peygamber tasavvuru ise “abduhu ve resuluhü”
şeklindedir.
Peygamber önce kul sonra resuldür.Dolayısıyla peygamberler insan-üstü
sıfatlara
muttasıl değildirler.(Kehf : 18:110) Onlar gaybı bilemezler . (Neml
:27:65)
(Lokman :31 :34) Allahtan bağımsız mucize yaratamazlar. (Ankebut :29:
49-50)
(Isra :17:90-95) Fıtrat peygamberi Allah resulu(s.a.v) her zaman
kendisinin
beşer olduğunu vurgulamıştır. Kendisi zamanında oğlu vefat ettiğinde
aynı
zamanda güneşte tutulmuştu. Müslümanlar arasında “Muhammedin oğlu vefat
etti
onun için güneş tutuldu” diye bir söylenti dolaşıyordu. Resul hutbeye
çıktı ve
derhal kendisinin beşer olduğunu ve Rabbin bir ölümlü için yasalarını
değiştiremeyeceğine atıf yaptı.
Tevhid , insan fıtratına en mutabık bir inanç sistemidir. Onun için
Allah
indinde din sadece İslamdır. Zira diğer inanç sistemleri bu fıtrat
yasasından
sapmışlardır.
Fıtrat Dini İslam ve Adalet
Fıtrat dini İslam, insan-Allah ilişkisinde tevhidi , insan-hilkat
ilişkilerinde
adaleti esas alır. Şirk, tevhidin ve zulüm adaletin zıddıdır. Şirk,
akidevi
anlamda ve zulüm ahlakı bağlamda adaletsizliktir. Tevhidi iktidar etmek
için
şirki , adaleti teessüs etmek için zulmü yoketmek gerekir. Adalet ve
zulüm
arasındaki ilişki gece ile gündüz arasındaki ilişki gibidir. Zulmün
olduğu yerde
adalet, şirkin olduğu yerde tevhid olmaz.Bundan dolayıdır ki fıtrat dini
İslam,
adaleti emreder. “Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine)
teslim
etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi
emrediyor.
Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir,
görendir.” (Nisa 4:58)
Adalet, a-da-le fiilinden mastardır. Bazen IDL şeklide de kullanılır.
Adl,
denkliği gözlemle idrak olunan, IDL ise denkliği duyularla idrak olunan
demektir. Zulüm ise birşeyi ait olduğu yerden etmek anlamındadır. Bir
kimse
kazılmaması gereken yeri kazarsa Arab ona ‘arza zulmetti anlamında
‘zalemte’l
arz’ der. Kazılmaması gerektiği yerde kazılan yere ‘mazlume’ buradan
çıkan
toprağa ‘zalim’ denir. Dolayısıyla zulüm bir şeyi ait olduğu yerden
etmek veya
maksadı dışında kullanmak ve adalet bir şeyi ait olduğu yere koymak veya
birşeyi
amacına uygun kullanmaktır. Bir kişi elindeki bardakla çivi çakarsa
bardağa
zulmetmiş olur ve adalet onu çekiçle çakmaktır. İşte fıtrat dini İslam ,
tevhid
hakikatiyle insanın veya herhangi bir mahlukun tanrısallaşmasına müsaade
etmediği gibi adalet vurgusuyla insana insanlık dışı muamele
yapılmasının üstünü
çizer.
Vahiy , Allah resulü’nün şahsiyetini adaletle inşa etmiştir. Allah
resulü
(s.a.v) zamanında Tu’me bin Ubeyrik isimli bir müslüman Katade bin Numan
isimli
birbaşka müslümanın malını çalmıştır. Ancak Katade bin Numan malının
peşine
düşmüş ve yakalanacagını anlayan Tu’me bin Ubeyrik malını , bir Yahudiye
teslim
etmiştir. Katade , malını yahudinin evinde bulunca durum Allah resuluna
intikal
etmiş ve Tu’me bin Ubeyrik suçunu kabul etmediği halde vahiy gerçek
suçlunun
yahudi değil Tu’me bin Ubeyrik olduğunu beyan etmiştir. (bknz.Nisa
4:105) Bu
ayet bizde şayet bir kimse mazlumsa onun kimliğine bakılmaz gerçeğini
hatırlatmakta ve bizi adalet ahlakıyla inşa etmektedir.
Allah resulü (s.a.v) döneminde soylu bir aileden gelen bir kadın
mücevher
hırsızlığı yapmış ve onun affedilmesi için Allah resuluna Usame isimli
bir
sahabi tavassut etmiştir. Soylu bir aileden geldiği için affedilmesi
önerilmiştir. Ancak böyle bir teklif Allah resulunü çok üzmüş ve “Siz
benden
Allah’ın hükümlerini değiştirmemi mi istiyorsunuz ? “ diyerek bazı
kimselerin
uyarılması sebeb olmuştur. Allah resulü (s.a.v) bu olayın ardından
hutbeye
çıkmış “ Sizden öncekiler neden helak oldular bilirmisiniz? Onlar bir
güçlu suç
işlediğinde onu derhal affederlerdi ancak aralarında bir zayıf suç
işlediğinde
ona cezayı hemen tatbik ederlerdi. Vallahi kızım Fatima bu suçu işlese
ellerimle
cezasını verirdim”
Allah resulü döneminde bir fakir hurma hırsızlığı yapmış ve bahçe
sahibi onu
yakalamış ve resulullaha götür müştü. Ancak Allah resulü’nün tepkisi “O
açtı onu
doyurmalıydın , o cahildi onu bilgilendirmeliydin” şeklinde olmuştur.
Tüm bu
misallerden yola çıkarak diyebiliriz ki fıtrat dini İslam adaleti
emreder.
Bundan dolayıdır ki Ömer bin Hattaba nispet edilen “El adlü esasül
mülk-Adalet
mülkün temelidir” sözü doğrudur.
Fitrat Dini Islam ve Denge Yasasi
Fıtrat dini İslamın en temel karekteristik özelliği hiç şüphesiz
dengedir.
Rabbimiz Kur’an’da “…ve böylelikle sizi (vasat) dengeli bir topluluk
kıldık ki
insanlığa şahitler olasınız…”(Bakara 2/143).İnsanlığa sahidler
olabilmenin yolu
demek ki dengeli yani orta yolu tutabilmekle mümkündür. Evrendeki her
şey denge
ve ölçü içinde olduğu için hayattadır. Üzerinde yaşadığımız dünyanın
güneşe olan
mesafesine bakınız. Güneşe ne çok yakın ne de çok uzak olduğu için bu
gezegende
hayat var. Güneşe daha yakın veya daha uzak olsaydı yeryüzünde hayat
olmayacaktı. Üzerinde yaşadığımız dünya hal diliyle “Dengede hayat var”
demekte
adeta.İnsan anatomisinin insan iradesine verdiği temel mesaj yine Ey
insan
dengeli ol mesajıdır. Çok sıcak olduğu zaman bedeniniz yanar ve yine çok
soğuk
olduğu zaman donarsınız. Vücudunuzun sıcaklık dengesi bozulduğunda ve
soğuk
olduğunda bedeniniz titreyerek veya çok sıcak olduğunda vücudunuz
terleyerek
tepki verir. Tip dilinde “homeostatis” olarak bilinen bu hal dengede
hayat var
çağrısına bir misaldir sadece. İnsan gözünün alt-eşiği ve üst eşiği
vardır
mesela. Çok küçük şeyleri veya çok büyük şeyleri görebilmek için
mikroskop veya
teleskop kullanmak gerekir. Ancak ideal olan göz alt ve üst eşiği olan
insan
gözüdür. Kimse teleskop veya mikroskop gibi bir göze sahip olmak
istemez.
Kulağınız için hakeza aynı şeyleri söylemeniz mümkündür. Kimse
karıncaların ayak
seslerini duyabilen bir kulağa sahip olmak istemez. Şayet insanların
burnu her
kokuyu alabilseydi sanırım hayat çekilmez olurdu. Demek ki en ideal olan
uçlarda
olan değil dengede olandır. İnsan bedeni dahi insana bu mesajı verir.
Kozmik koronun şefi makamında halife-i rû-yi zemin liyakatindeki
insanın
teo-ontolojik levhasının üzerinde yazılı olan gizli mesajın yine denge
olduğuna
inanırım ben. İnsanın teo-ontolojisi “Hame-i Mesnun” yani çamurdur. Hicr
Sûresi’nin 26. âyetinde geçen bu kavrama bakıldığında insanın özünün
çamur
olduğuna atıf yapar vahiy. Dolayısıyla insanın oluşumunu hava, su,
toprak ve
ateş gibi dört temel unsurun etkileşime geçirilerek var edildiğini
açıklamak
mümkündür. Çamur özü itibarıyla anasır-ı Erbaa’nın birleşmesidir.
Evrendeki bu
dört temel unsuru dengeleyen bir yapıya sahiptir vahyin tarif ettiği
insan özü.
İslam akaidinin en temel konsepti yine dengedir. İslam tevhidi, ateizm
ile
paganizm arası bir denge duruşudur. Ateizm bir dengesizliktir. Kitap
katipsiz,
iğne ustasız olmaz öyleyse varoluşu Allah’sız açıklamak bir çeşit
dengesizliktir. Bir şeyden her şey yapan her şeyi bir şey yapan her
şeyin
yaratıcısı olan o tek şeydir. Ancak diğer taraftan vahyin tanıttığı
Allah tüm
pagan unsurların ötesinde bir ilahtır. Vahyin tanıttığı Allah ne
Şintoistlerin
güneş tanrısına, ne antik Yunan’ın Hermes’ine veya Afrodit’ine, ne eski
Mısır’ın
Hotor tanrısına veya Apis öküzüne benzemez. Zira O, eşsiz ve benzersiz
olan ve
akla geldiği zaman mutlaka zihni tahayyülden çok başka olandır. Onun
için önce
“La ilahe” yani “tanrı yoktur”, sonra “İllallah” yani, “ancak Allah
vardır”
diyerek tevhidi ifade etmiş oluruz. Dolayısıyla tevhit ateizm gibi
tanrıyı
tanımayan bir bakışı tamamen yadsırken tanrıyı eşyalaştıran veya
insanlaştıran
zihniyeti de reddeder. Onun için tevhit en büyük denge sirk en büyük
dengesizliktir.
Vahyin peygamberleri sevmede dahi iman edenleri dengeye teşviki
vardır.
Peygamberlerin hatalarını vurgulayarak onların insan-üstü olmadıklarının
altını
çizer. Vahiy birçok yerde peygamberlerin beşer olduğuna vurgu yaparak
onların
zellelerine (hata-sürçme) işaret eder. Bu konuda en meşhur olanı Yunus
(a)
kıssasıdır. Sâffat Sûresi Yunus’un peygamber olmasına rağmen Allah’ın
izni
olmaksızın bulunduğu beldeyi terk ettiğini ve bundan dolayı
cezalandırıldığını
vahyin muhataplarına tezekkür ettirir. Musa peygamberin bir Mısırlının
ölümüne
sebep olduğunu Kasas Sûresi anlatır bize. Âdem, Nuh ve İbrahim
peygamberlerin
yine zelvelerine işaret eder vahiy. Son olarak ise Abese Sûresi’nin ilk
on
âyetinin Allah Rasulünü tazir eden âyetler olduğunu hatırlamak gerekir.
Bir
garibin anlık ihmali Allah Rasulünün tazir edilmesine sebep olmuştur.
Vahyin tasavvurunda sahabeyi sevmekte bir denge içindedir. Kur’an bir
taraftan
ashab-ı kiramı Âl-i İmran Sûresi’nde (3/110) “İnsanlık tarihinin en
hayırlı
topluluğu” olarak tasvir ederken diğer taraftan Hadid Sûresi’nde Allah
Rasulü
(s.a.v) hutbedeyken onu yalnız bıraktıklarından ve Medine’ye giden
ticaret
kervanının peşinden gitmelerinden bahseder (57/10). Mesela, Tevbe
Sûresi’nde
“Allah onlardan razı olmuş onlar da Allah’tan” (9/100) diyerek onlardan
övgüyle
bahsederken Âl-i İmran Sûresi’nde Uhud Savaşı’nda onların ganimet
hevesiyle
dağıldıklarına vurgu yapar.
Bu konuda daha başka örnekler de verilebilir ancak vahyin bu iki
tabloyu da
örnek olarak vermesinden maksadın vahyin mü’minlerini sahabeyi sevmede
dengeye
daveti aşikârdır. Her şeyde olduğu gibi sahabeyi sevmede dahi denge esas
tutulmalı ve onların bir beşer olduğu gerçeği göz önünde
bulundurulmalıdır. Zira
dinler tarihi dini önderlerin ilahlaştırılması örnekleriyle doludur.
Bugün
Protestan kilisesinin kabul etmediği ancak Katolik kiliselerince devam
edegelen
havarilere yönelik aşırı tazim bu ümmetin insanlarında olmaması gereken
bir
sapmadır. Onun için vahiy bu ümmetin insanlarını sahabeyi sevmede
dengeye davet
etmektedir.
Denge, kulluğun minhacı ve tüm ibadetlerin meyvesidir. Kulluk,
itidali
gerektirir. Bir hadiste, Allah Rasulü (s) “Yarın ölecekmiş gibi
ahiretine
hazırlık yap ve dünyadan nasibini unutma…” buyurur. Allah Rasulü (s.a.v)
bize
dünya ve ahiret dengesi kurarak kulluk yapmamızı tavsiye eder. Zekâtın
kırkta
biri farzdır ancak bir insanın kazandığının hepsini infak etmesi caiz
olmaz.
Oruç, Ramazan ayında farzdır ve yine Pazartesi ve Perşembe günleri
tutmak
sünnettir ancak yılın hepsini oruçlu geçiren kişi hiç tutmamış gibidir.
Allah
Rasulü (s.a.v) “Efdal olan ibadetin az ve sürekli” olan olduğunu
vurgular.
Dolayısıyla denge hem fıtratın yasası hemde fıtrat dini İslamın
vazgeçilmez bir
gerçeğidir.
Fitrat Dini Islam ve Akil-Vahiy Iliskisi :
Fıtrat dini İslam akıl ve vahiy bütünlüğü içinde hareket etmeyi önerir.
Vahyin
birçok yerinde tefekküre yani derinlemesine düşünmeye atıf varken
tefkir yani
sığ düşünme şekli vahyin dilinde ağır bir dille eleştirilir.(bknz
:Muddesir :
74:18-19) Zira varolabilmek düşünmekle mümkündür. Onun için akıl
elzemdir.
Kelamda , akıl ile vahiy arasındaki ilişki göz ile ışık arasındaki
ilişkiye
benzetilir. Akıl olmazsa vahiy , vahiy olmazsa akıl fonksiyonsuz kalır
zira
bunlarda tıpkı göz ve ışık gibi birbirine muhtaçtır. Ancak kelam akıl
ile nakil
tearüz ederse akıl evvel nakil müevveldir diyerek aklın önemine atıf
yapar.
Vahiy, imansızlığın vasfi olan hakikate karşı sağır, dilsiz ve kör
olmaktan
kurtulmanın yolunun akletmek olduğunu belirtir. “Sağırdirlar,
dilsizdirler,
kördürler-onlar akledemezler.” (Bakara;2;171) Ayrıca akletmeyenleri
Allah’ın
azap ve pislik içinde bıraktığını ifade eder. “ … O(Allah),
akletmeyenlerin
üzerine azap-pislik verir” (Yunus : 10:100) Kur’an aklın çıkarttığı
yolla vahyin
çıkarttığı yolun aynı olduğunu vurgular “ Ve dediler ki : “Eğer (vahyi)
dinlemiş
olsaydık yada akletseydik , şu çılgın ateşin yareni olmayacaktık”
(Rahman:67:10)
Bu ayet açıkca gösteriyor ki aklın çıkarttığı noktayla vahyin çıkarttığı
nokta
aynıdır.
Aslında vahyin insan için nihai hedefide aklını faal olarak
kullanabilmesidir.
Zira akıl aslında (ukal) yani bağ demeye geldiğinden insanın maziyle
veya
istikballe bağ kurabilmesini sağlar. Çocuk gününü yaşadığından ve
yarınını hiç
düşünmediğinden akıl-baliğ değildir ve İslam fıkhında mukellef sayılmaz.
Yarini
düşünen yani bugün ile yarın arasında bağ kurabilen insana akıllı denir.
Onun
için en akıllı en yarını yani ahiretini düşünen ve ona göre yaşayandır.
Onun
için aklın karşısında nakil değil heva vardır. En akılsız kimselere heva
eksenli
yaşayan kimselerdir.
Fıtrat dini İslam, akla önem verdiğinden ilim, vahyin insanı için en
elzem olan
şeydir. Farabi’ye göre ilim birşeyin sebebini bilmektir. Bundan
dolayıdır ki
fıtrat dini İslam , şabloncu, şekilperest ve statik bir inanç sistemi
değil ,
maksatçı, ilkeli ve dinamik bir dindir. Fıtrat dini İslamda anlamsızlık
yoktur.
Varoluş , anlamsız değildir.(Bknz: Zariyat :56) Rabbimiz bu gerçeği
“Sizi abes
olsun diye mi varettigimizi saniyorsunuz”(Mu’minun : 23;115) diyerek
dile
getirir. Varlık anlamsız olmadığı gibi hayat dahi anlamsız değildir.
“Hanginizin
daha güzel iş işleyecegini ortaya koymak için gökleri ve yeri altı günde
yarattık” (Hud:7) bu hakikat açıkca dile getirilir. Bu alemde sadece
insan değil
varlık dahi anlamlıdır. Vahyin dilinde yerde ve gökte ne varsa hepsi
Allah adına
hareket eder. İslamoğlu’nun özet ifadesiyle anlamsızlık Allahsızlıktır.
Evet , madem anlamsızlık Allahsızlıktır , Allah `ın göndermiş olduğu din
dahi
şekil ve seromoniden ibaret değildir. Onun bir manası ve felsefesi
vardır
kuşkusuz. Dini anlamak sadece nassın zahirini anlamak değil onun
gözettiği
maslahatı idrak etmektir. Hz. Ömer dilinde buna maslahad, Ebu Hanifede
istishan,
Necmeddin Tufi’nin dilinde maslahad-i mursele , İmam Satibi’nin dilinde
makasid-i şeria, Şah Veliyullah Dehlevide , daimi din değisen şeriat,
Ali
şeriati’nin dilinde , sözün corafyası, Fadlallahta ise hikmet denir.
Özellikle
Hz Ömer’in uygulamalarına bakyığımızda bunların islam dinamizmini
yaşatan ve
nassın gözettiği maslahatı öne çıkaran uygulamalar olduğunu müşahade
edebiliriz.
Mesela Hz Peygamber döneminde içki içen kişiye uygulanan ceza Hz Ömer
döneminde
iki katına çıkarılmıştır.Hz. Ömer, bunun sebebini, amacIn insanları
darbetmek
değil bu fenalıktan alıkoymak olduğunu belirtmiş ve o dönemde bu ceza
miktarı
insanlara kifayet ediyordu şimdi ancak bu kadarı yeterlidir diyerek
uygulamanın
şekline değil maksadına atıf yapmıştır. Bundan dolayıdır ki İslam Usül
alimleri
, dinin Meqasid-i Hamse’sini (Beş Temel Maksadını) belirlemişler ve
dinin emir
ve yasaklarının bunların temini ile ilgili olduğunun altını
çizmişlerdir. Bu
bağlamda “Ezmanın tegayyuru ile ahkamın tegayyuru inkar olunamaz” yani
şartlar
değiştikçe hüküm değişir kaidesini de hatırlamak gerekir.
Fitrat Dini Islam ve Asalet-i Kesret Ilkesi :
Fıtrat dini İslamda farklılık ve çok renklilik bir zayıflık değil
güçtür.
Rabbimiz farklılığın bir nimet olduğunu Hucurat suresinde açıkça
bildirir : “ Ey
insanlık ! Elbet sizi bir erkekle bir dişiden yaratan Biziz, derken sizi
kavimler ve kabileler haline getirdik ki tanişabilesiniz.Elbet Allah
katında en
üstün olanınız, Ona karşı sorumluluk bilinci en yüksek olanınızdır,
şüphe yok ki
Allah hereşyi bilir, herşeyden haberdardır.” (Hucurat-49-13) Bu ayet
farklı
olmanın bir imkan olduğunu zayıflık veya üstünlük gerekçesini olmadığı
açıkça
belirtmektedir.
Öncelikle fark, özünde kötü olamaz zira o Allah `a ait bir
özelliktir. Allah
kimdir? Allah hiç bir nesneye,özneye,subjeye ve objeye benzemeyen ve
hepsinden
farklı olan yaratıcı kudretin adıdır. Onu bir şeyle benzeştirmek ve ona
eş
koşmak vahyin terminolojisinde şirk olarak ifade edilir.Onun için
tevhid, Allah
`ın herşeyden farklı olduğunu kabul etmek ve şirk ise onu herhangi bir
şeye
benzeterek ona eş koşmaktır. O, her şeyden farklı olandır.(leyse
kemislihi
sey’un) Öyleyse fark, Allaha ait bir güzelliktir ve özünde kötü olamaz.
Farklı olmak fıtratın yasası olduğundan Allah varlığı farklı farklı
yaratmıştır.
Vacibul Vucud (Mutlak Varlik) olan Allah nasıl ki her şeyden farklıdır
varlık ta
onun kudretiyle farklı farklı çesitleriyle yaratılmıştır. Öncelikle
insan turu,
farklI farklIdIr.Insanlar, tek yumurta ikizi dahi olsalar
farklıdırlar.Her
insanın parmak izi farklı farklıdır.Varlıkta ki bu çesitlilik, Allah’ın
kudretinin bir ispatıdır.Hiç bir varlık tıpkısının aynısı değildir.Onun
için
Allah, tek bir alemin değil “alemlerin rabbidir” Alemin her alanında
asalet-i
kesret yasası devam etmektedir.
İnsan dahi özünde anasır-ı erbaa gibi dört farklı unsur taşır.
Hava,su,toprak ve
ateş gibi dört farklı unsur karşılıklı iletişime geçince özü çamur olan
insane
meydana gelir. Demek ki insanın ontolojisinde dahi kesret vardır. Onun
için
insan hem su ve toprak hem de hava ve ateştir.O dört şeyi bünyesinde
barındıran
ama o dört unsurdanda farklı olandır.
Farklılığı kabullenememe ise şeytani bir marazdır. Onun için
irkçılık, sosyal
bir hastalıktır. Zira irkçılığın olduğu yerde farklılıktan
bahsedilemez.Onun
icin şeytan “O çamurdan ben ateşten” diyerek insanın özünü farklı
olmasından
dolayı aşağılamıştır.Farklılığa ilk itiraz şeytandan gelmiştir. Öyleyse
farklılık bir İlahi yasa ve dahi Allah `ın kudretinin bir ispatıdır.
Kainatta herşey zıddıyla bilinir. Onun için “…ahsenu kulli şey’in
halakahu” (her
şeyi biz güzel yarattık) ayetini Bediuzzaman tefsir ederken güzellik iki
dir
der. Birincisi doğrudan güzel olan şeyler(hüsn-ü bizzat) ikincisi
dolaylı güzel
olan şeyler(hüsn-ü bil gayr). Iyi,doğru,hak,sağlık vesaire gibi doğrudan
güzel
olan şeyler ve kötü,yanlış,batıl,hastalık gibi dolaylı güzel olan
şeyler. Ancak
bu ikisinin de adının (hüsn) yani güzellik olması kişinin olaylara
bakışında
önemli bir ayrıcalıktır.Karanlık olmasa aydınlığın kıymeti
anlaşılmayacaktı,hastalık olmasa sağlığın kıymeti idrak
edilmeyecekti.Montaigne
Denemeler isimli eserinde “Suçlular olmasaydı hakimler ve polisler,
hastalar
olmasaydı doktorlar anlamsız kalırdı diyerek bu gerçeğin altını çizer.
Vahyin peygamberi “Bu din gariplerle geldi gariplerle gidecek ne mutlu o
gariplere …” diyerek garipleri yani yaşadıkları cemiyetin içinde
farklılıklarıyla tanınanları övgüyle zikreder.Zira yaşadığı toplumun ve
hayatın
nesnesi değil öznesi olan her şahsiyet aslında gariptir. Garip, parası
olmayan
anlamında değil çoğunluk olandan farklı olan ve şahsiyet olan
anlamındadır.
İnsanların çoğundan farklı hareket edendir.Mesela Yusuf’un genç bir köle
olmasına rağmen çekici ve kendisinin efendisi olan Zuleyhayı reddetmesi
çoğu
gencin yapamayacağı bir şey olduğundan Yusuf bir gariptir. İnsanlar
varlıklı
olmalarına rağmen zevk ve sefa içinde bir hayat yaşamıyorlar ve
varlıklarını
Allah yolunda kullanıyorlarsa onlarda gürebadandır. Dolayısıyla farklı
olmak ve
genelden farklı şeyler yapmak takdir edilen bir davranış şeklidir
peygamber
lisanında.
Farklılık, İslam epistemolojisi’nin yabancı olmadığı bir
değerdir.Farklı
düşünceyi açıkça ortaya koyma, İslam tarihinin ilk dönemlerine kadar
gider.
Allah resulü (s.a.v) ashabıyla istişare ettiğinde ve kendi görüşünü
ifade
ettiğinde sahabe zaman zaman “Bu söylediğin vahiy mi yoksa sizden mi?”
diye
soruyorlardı. Allah resulü(s.a.v) bu gelen vahiy değil deyince ashab-ı
kiram tüm
saygısıyla beraber biz farklı düşünüyoruz diyebiliyorlardı. Peygamber
hayatından
bunun gibi bir çok örnek gösterebilmek mümkünken selefin içinden de bu
örnekleri
bulabilmek mümkündür.Kur’an’ın mushaf haline getirilme fikri Ömer bin
Hattap
tarafından ilk dönem de bir teklif olarak sunulmuş lakin Hz Ebubekir
tarafından
önce kabul edilmemişti ancak daha sonra kabul edilmişti. Daha sonrası
dönem(tabiin) içinde aynı şeyleri söylemek mümkündür. Mesela İmam Şafii ,
İmam
Malik’in talebesidir.Kendisinin bir alim olarak yetişmesinde İmam
Malik’in rolü
inkar edilemez ancak onun er Risale isimli eserinde hocasının el Muvatta
isimli
eserinden farkıi birçok görüş ayrılığı vardır fıkhi noktalarda.İmam
Yusuf ve
İmam Muhammed hocalarI Ebu Hanife’den birçok hususta farklı
düşünebilmektedirler. Bu durum hadis ilmi içinde geçerlidir. İmam
Muslim, İmam
Buhari’nin hem arkadaşı hem talebesidir. Buna rağmen kendi hadis
kriterlerine
göre tertip ettiği eserinde İmam Buhar’nin bir çok hadisini kitabına
almamıştır.Tüm bunlar gösteriyor ki İslam epistemolojisinin ihtilafa
açık bir
yapısı vardır. İhtilafı bir imkan ve zenginlik olarak değil de olumsuz
bir şey
olarak görmek ümmet arasında fitneyi ve tefrikayı arttıracaktır.
Çoğulculuk konusunda kafa yoran bir diger düşünür ise İran asılli
entellektuelAbdul Kerim Surustur. Şu anda Washington DC de yaşayan Abdul
Kerim
Surus doktorasını Molla Sadra üzerine yapmış olup, Molla Sadra’nın İbni
Sina’dan
mülhem”Her varlığın kendi başınalığı” tezini ontolojiden siyaset
felsefesine
çekerek varlıkta aslolan nasıl kesretse, toplumdada aslolan şeyin
çoğulculuk
olduğunu vurgular. Surus der ki : Tabiatta ki
bitkileri,dagları,ovaları,tepeleri,inişleri,çıkışları veya yokuşları yok
etmek
nasıl uygun değilse toplumdaki çeşitliliği de yok etmek ve toplumu
tek-tipçi
hale getirmek öyle uygun olamaz.Dolayısıyla tıpkı alemde olduğu gibi
toplumdada
kesret muhafaza edilmesi gereken bir zenginliktir.Surus; Popper ve Kuhn
gibi
düşünürlerden yararlanarak bir sosyo-politik teori oluşturmuş ve din
monopolcülüğüne ve resmi tektipçiliğe şiddetle karşı çıkmıştır
tabiki Surus,
post-modern söylemin hepsine katilmamiş tıpkı Farabilerin
ibni
Rüşderin antik Yunanin felsefesini Islami ogretilerle yorumladiklari
gibi o da
Karl Popper gibi post-modern dusunurlerin goruslerini ayiklayarak
Islamize
etmistir.
Abdul Kerim Surusa gore; mutlak gorecelilik yoktur.Ancak cogulculuk
nasil
varlikta bir gerceklikse, dusunsel baglamlerin çoğulculuk
olmalıdır.Mutlak-rolativizm beraberinde şirki getirir ancak tek-doğrucu
anlatılar beraberinde totalitarizmi getireceğinden baskıya ve zulme
neden olur
bu ise dinin evrensel ruhunu kırar.
Abdul Kerim Surus, dini havaya benzetir. Bu anlamda din her yerde ve
her zaman
olmalıdır.Havanın olmadığı yerde hayat olmadığı gibi din dahi insanın
manevi
hayatı açısından elzemdir.Sosyal hayat için din gereklidir. Ancak nasıl
hava her
sorunu halletmezse din de her sorunu halletmez.Hastane yapmak için
havaya
ihtiyaç olduğu gibi doktora,hemşireye ve hastaneyede ihtiyaç
vardır.Dolayısıyla
din olmadan olmaz ancak onunlada her şey olmsaz.Toplumda suç oranlarını
azaltmak
için din muhim bir yere sahiptir ancak tek başına yeterli olmaz.O
suçlara neden
olan sosyal ve ekonomik sorunlar halledilmelidir ki o suçlar tekrar
işlenmesin.Bir örnek verecek olursak; Din her zamanda ve zeminde adaleti
emreder
ancak o adaletin nasıl sağlanacağı toplumdan topluma, farklılık
arzedecektir.Farklılığı göremeyenler bu adaleti sağlama noktasında
etkisiz
kalacaklardır.
Son Söz:
Rabbimiz Kur’anda şöyle buyurur :“ O halde sen yüzünü hanif olarak dine
çevir ;
Allah’ın insanları üzerinde yarattığı o fıtrata. Allah’ın yaratışı için
hiç bir
tebdil yoktur. İşte dimdik ayakta duran din ! Ancak insanların çoğu
bilmezler.”
(Rum :30:30) Yüzümüzü Allah’ın insanları yarattığı fıtrata yani hanif
olan dine
çevirebilmenin yoluysa onun fıtri özelliklerini iyi bilmekle mümkün
olduğu
hatırlamak gerekir.
Kaynakça:
1. Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yayıncılık,
İstanbul
2008.
2. Ragıb Isfahanı, Müfredat, Terc: Abdulbaki Güneş - Mehmet Yolcu,
Çıra
Yayınları, İstanbul 2006.
3. Hikmet Zeyveli, Kur’an ve Sünnet Üzerine, Birun Yayıncılık,
2003
4. Suat Yildirim , Kur’anda Uluhiyet , Akademi Yayıncılık, 2010
5. İhsan Eliaçık, Islam’in Yenilikcileri Cilt III, Med Cezir
Yayınları,
İstanbul 2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder