13 Mayıs 2011 Cuma

"Allah'ın Fıtratı" Tabiri Üzerine Kelâmcıların Mülâhazaları - Mahmut Çınar

İNCELEME

“Allah’ın Fıtratı” Tabiri Üzerine Kelâmcıların Mülâhazaları
Mahmut ÇINAR
İlahiyatçı
cinarmahmut02@gmail.com

“Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir.
Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun.
Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir.
Fakat insanların çoğu bilmezler.” (er-Rûm 30/30).
“Her yeni doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğmaktadır.
Daha sonra (başta) anne ve babası (olmak üzere yakın çevresi)
onu Hıristiyanlaştırabilir, Yahûdîleştirebilir
ya da Mecûsîleştirebilir.” (Buhârî, Cenâiz, 93).

“Fıtrat” tabiri etrafında yapılan çalışmalara ayrılan bu sayının ana konusuna bir katkı sunmak maksadıyla bu yazımızda, kelâmcıların “Fıtrat âyeti” olarak da bilinen âyet (er-Rûm 30/30) etrafında yaptığı değerlendirmelere yer verilmektedir. Bu anlamda Ehl-i sünnet itikâdî ekolünü oluşturan Mâtüridîlik ve Eşârîlik mezheplerine ait kelamcıların konuyla alakalı tefsirlerinde yer verdikleri tahliller esas alınmaktadır. Mâtürîdîlik ekolünden bu Mezhebe adını da veren, müessisi İmâm Mâtürîdî’nin (ö. 333/944) Te’vîlâtü’l-Kur’ân isimli tefsirinde ilgili âyete hangi açılardan projeksiyon tuttuğu tesbit edilmeye çalışılmaktadır. Eşârî ekolünden ise bu mezhebe mensup olmakla beraber genel olarak Ehl-i Sünnet kelâmının önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) Mefâtihu’l-Ğayb isimli tefsirinde vardığı sonuçlar değerlendirilecektir. Son olarak gerek Osmanlı medreselerinde, gerekse günümüzde birçok eğitim kurumunda eseri okunan/okutulan, Mâtürîdî mezhebine mensup bir müfessir olan Ebu’l-Berekât en-Nesefî’nin (ö. 710/1310) Medârikü’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl isimli tefsirinde yer verdiği tartışmalar ele alınmaktadır. Mûtezile’den ise birçok Ehl-i Sünnete mensup müfessiri de etkileyen dirâyet tefsirinin en önemli temsilcilerinden Carullah Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) el-Keşşaf isimli tefsirinde vardığı sonuçlar değerlendirilecektir.
Fıtrat kelimesi Arapça ftr kökünden gelerek sözlükte; “yarmak, ikiye ayırmak, icad etmek” gibi anlamlara gelmektedir. Kelâm literatüründe bir ıstılah olarak daha çok; yaratılış, belli yetenek ve yatkınlıklara sahip oluş” anlamında kullanılmaktadır. Seyyid Şerif Cürcânî (ö. 816/1413) fıtratı “dini kabul etmeye hazır (müsait, müteheyyie) cibilliyet” olarak tarif etmektedir. Lafza-i celâle izafe edilerek “Fıtratullah” şeklinde de kullanılan tabir İslâm âlimlerin çoğunluğu tarafından İslâm, Allah’ın ilk yaratılışta insan için belirlediği değişmeyen inanç, Allah’ın dünyaya gelmeden önce Âdem’in neslinden aldığı söz (mîsâk) anlamlarında kullanılmıştır. Yazımıza esas teşkil eden âyet-i kerime de ilk bakışta Allah’ın insanı yarattığı ortak dinî yatkınlık anlamını çağrıştırdığını söylemek mümkündür. Ayrıca hadislerde de buna yakın anlamlarda kullanılmaktadır.
Mâtürîdî ilgili âyette geçen “fıtratullah” tabirini birkaç açıdan anlamamızın mümkün olduğunu belirtmektedir:
Ø Allah’ın yaratılış itibariyle her çocuğun bünyesine rububiyyet ve vahdaniyetinin bilgisine ulaştırabilecek bir bilgiyi yerleştirmesidir. Bu tıpkı hayatlarını sürdürmek için annesinin göğsüyle beslenmek gibi her çocuğa lazım olan tabii yatkınlığı vermesine benzemektedir. Hz. Peygamber’in “Her yeni doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar.” hadisi de bu manaya işaret etmektedir. Dağların tabiatlarına Allah’ı hamd ile tesbih etmelerinin yerleştirilmiş olması da bu türdendir.
Ø İnsanların tabii yaratılışlarıdır ki bu yaratılış ile akılları arasına herhangi bir şey girmediği takdirde bununla Allah’ın dinini bulmaları mümkündür.
Ø İmtihanı yüklenmeleri itibariyle yaratılış ve tabiatları anlamına gelmektedir.
Zemahşerî bu âyette zikredilen fıtratullahtan, Allah’ın insanı tevhid inancını kabul etmeye müsait bir şekilde yaratmasının kastedildiğini belirtmektedir. Ona göre bütün insanların tabiatlarında tevhid inancını kabul etmeye mütemayil bir kabiliyet bulunmaktadır. İnsanın tabiatında asl olan tevhid inancını benimsemektir. Sapma arızîdir ve şeytanın iğvası neticesinde meydana gelmektedir. Allah insanda yarattığı bu tabiatı asla değiştirmez. Bütün insanlar için aynı eğilim söz konusudur. Hz. Peygamber’in “her yeni doğan çocuk fıtrat üzere doğar” hadisi de bunu ifade etmektedir.
Fahreddin Râzî ilgili âyette geçen “fıtratullah” tabirinin “tevhid” olduğunu ifade ettikten sonra bunun “elest bezminde” Allah’ın Âdem’in zürriyetini sırtından alarak onlara “Ben sizin rabbiniz değil miyim” şeklinde sorması, “onların da “belâ” demesi anına göndermede bulunduğunu belirtmektedir.
Nesefi ise fıtratın “hilkat” olduğunu ifade ettikten sonra bu düşüncesine aynı âyette geçen “Allah’ın yaratmasında bir değişme olmaz” ifadesini delil getirmektedir. O, söz konusu ifadede yer alan “yaratma” ile fıtratın kast edildiğini, değilse yaratmanın farklı şekillerde olabileceğini kaydetmektedir. Ona göre bunun anlamı Allah’ın insanları akıl ve sahih tefekkürün gereği olarak İslâm’ı ve tevhid inancını, inkâr ve sapma olmaksızın kabul etmeye yatkın olarak yaratmış olmasıdır. Bu durum İslâm dininin, tevhid inancının aklın icabı ve sahih akıl yürütmenin varabileceği yegâne netice olmasından kaynaklanmaktadır. Şayet insanlar bunu terk ederlerse akılları onların başka din tercih etmelerine engel olur. Bir kısım insanların sapması ise insan ve cinden olan şeytanların saptırmasının neticesidir. Bu hususta Hz. Peygamber’in yukarıda anılan ‘fıtrat hadisini’ de delil getirmektedir. Daha sonra bu konuda, geçmişte müfessirler tarafından yapılan yorumları aktararak düşüncelerini temellendirmektedir. Neticede “fıtratullah” tabirinin “Allah’ın dini” anlamına geldiğini kaydetmektedir. Âyetin devamında yer alan “işte dosdoğru din budur” ibaresinin bir önceki ibarenin (Allah’ın yaratmasında değişme yoktur) devamı olduğunu ve Allah’ın dininde hiçbir değişiklik ve tebeddülün bulunmadığını ortaya koyduğunu ifade etmektedir. Nesefî’nin ilgili âyet kapsamında yaptığı açıklamaların çoğu Zemahşerî’den alınmadır. Dolayısıyla hemen hemen aynı şeyleri ifade etmektedirler.
Farklı mezheplere mensup ve farklı dönemlerde yaşamış dört kelâmcının “fıtratullah” hakkındaki değerlendirmelerine bakıldığında birbirine yakın yorumların yapıldığı görülmektedir. Bu yorumlardan çıkan sonuçları maddeler halinde sıralamak mümkündür:
1. Tevhid’e ulaştıracak bilgi
2. İnsanın tabii yaratılışı
3. İnsanın bizzat kabullenerek yüklendiği kulluk ve tedeyyün vazifesi
4. Allah’ın dini ve bu dini kabullenmeye yatkınlık.
Görüldüğü gibi bu dört maddenin ortak noktası fıtratın yaratılış itibariyle, özünde “tevhid inancı” olarak ifade edilebilen İslâm dinini kabul etme kabiliyet ve yatkınlığı olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre kelâmcılar, genel itibariyle din duygusunun ve özellikle tevhid inancı üzere kurulu İslâm dinini kabul etme temayülünün insanlarda tabiatlarının bir parçası olduğu sonucuna varmaktadırlar. Bir diğer ifade ile insanlarda tevhid inancı aslî, bunun dışındaki inançlar veya inançsızlık ise arızîdir. Aslî din doğru istikamet üzere bir tedeyyün gerçekleşmek iken, arızî din sapmadır. Doğru yolu, istikameti terk etmedir.
Kelâmcıların bu yaklaşımı dinin kaynağı ile ilgili, sair İslâm âlimleri tarafından yapılan değerlendirmeler açısından da önem arz etmektedir. Şöyle ki; yapılan bu değerlendirmelerde;
1. Din sadece Allah’a izafe edilmektedir
Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği dinin ortak adı İslâm’dır ve bu din Allah’ın dinidir. Bu dini, peygamberler de dâhil başka birilerine izafe etmek (isevîlik, mûsevîlik gibi) doğru değildir. Belki muharref dinler için bu ifadeler kullanılabilir.
2. İnsanda din duygusu tabiidir
Dinin kaynağı sadece Allah olduğuna göre bu dinde her hangi bir değişikliğin olmaması gerekmektedir. Zira Allah aynı Allah’tır. O’na öncelik, sonralık, eski, yeni gibi vasıflar nisbet edilemez. Geçmişi, hali ve geleceği bir bütün olarak, aynı anda bilmektedir. Bugün için uygun gördüğünü yarın uygun görmemesi düşünülemez. Bu nedenle bütün peygamberlere gönderilen din esas itibariyle aynı dindir. Bu din tevhid inancı üzere kuruludur. Bu dinin itikad, ibadet ve ahlak ile ilgili hükümlerinin tamamı tevhid inancı doğrultusunda dizayn edilmektedir. Bu durumda dinde değişikliğin olması zaten beklenemez. Tarih boyunca bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri dinin esaslarının aynı olması, temel esaslarda ittifak etmiş olmaları buna tanıklık etmektedir. Kur’an’ın Şuârâ Sûresi’nde Hz. Nuh, Hz. Hûd, Hz. Sâlih, Hz. Lût ve Hz. Şuayb’ın kavimlerini davet ederken, onlardan aynı şeyleri istedikleri ifade edilmektedir: “Allah’tan ittikâ ediniz (yapıp ettiklerinizden Allah’a karşı sorumlu olduğunuzun farkına varınız) ve bana itaat ediniz.” Ayrıca Kur’an’da birçok defa Hz. Peygamber’e hitaben onun Tevrât ve İncil başta olmak üzere kendisinden öncekileri tasdik edici olarak gönderildiğinin ifade edilmesi de bu gerçeğe işaret etmektedir.
İslâm dini fıtrî din olduğundan akl-ı selim sahibi her insan onu kabul etmeye yatkın olarak dünyaya gelmektedir. İslâm dininin dışındaki hiçbir din onun vicdanını rahatlatamaz. Bununla beraber İslâm dinini kabul etmeyen bütün insanların vicdanlarına kulak tıkadıklarını söylemek oldukça iddialı bir ifade olacaktır. Zira yeryüzündeki insanların bir kısmı tutku ve arzularının peşinden giderek İslâm’a sırt çevirdikleri gibi bir kısmı da saf İslâm’la karşılaşamadığından onu doğru olarak tanıma ve anlama imkânından mahrum kalmış olabilir. Ayrıca Müslümanların İslâm’ı lâyıkıyla temsil etmemelerinin de başka toplumların İslâm’dan uzaklaşmalarına sebep olduğu bilinen bir gerçektir.

İNSANIN TABİİ YARATILIŞINI İFADE EDEN FITRAT, ‘TEVHİD’E ULAŞTIRACAK BİLGİ’ OLARAK DA TANIMLANMIŞTIR.

FITRAT, İNSANIN BİZZAT KABULLENEREK YÜKLENDİĞİ KULLUK VAZİFESİ OLARAK DA TANIMLANMIŞTIR.

FITRAT ALLAH’IN DİNİ VE BU DİNİ KABULLENMEYE YATKINLIK DEMEKTİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder