13 Mayıs 2011 Cuma

Fıtratla İlişkili Kavramlar ve Durumlar - Murat Kayacan

İNCELEME

Fıtratla İlişkili Kavramlar ve Durumlar
Murat KAYACAN

A. FITRAT NEDİR?
F-t-r (فطر) kök harfleri ve türevleri; ilk yarılma, yarılma, yaratma, hilkat (yaratılış) anlamlarına sahiptir. Üzümün tomurcuğunun görünmesine de fıtr denir. Kur'an’da belirtilen “insanların üzerine yaratıldığı fıtrat” müminlerin sahip olduğu fıtrattır. Tefsircilerin çoğu fıtratı, gerçeği kabul ve anlama kâbiliyeti; fıtrata sarılmayı da gereğince amel ile tefsir etmişlerdir. Yine Kur'an’da geçen sıbğatullah kelimesinin fıtratullah (Allahu Teâlâ’nın yaratışı) ve onun da sünnetullah , Allah’ın dini, İslam dini, İslam ve O’nun insanı iman etmeye müsait yaratması olduğu ifade edilmektedir.

İnsanın iki ayak üzerinde hareket eden bir bedene sahip oluşu bedensel ve sebeplerden sonuç, önermelerden de netice elde etmesi akli fıtratının gereğidir. Fıtrat dini ise haniflik (tek Allah inancına bağlılık) ve İslâm'dır.
Allah insanın nefsini takva ve fücurla yoğurarak yaratmış, şeytanın hilelerine karşı kullarını kurtuluşa erdirmek için peygamberler aracılığıyla onları fıtrat dini hakkında bilgilendirmiştir. İnsanı yaratan Allah ona iyilik ve kötülüklerle dolu dünya hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir yetenek (vicdan) vermiştir. Bozulmamış, fıtratını korumuş insan iyiden yana tavır aldığı gibi, herhangi bir şekilde Allah'ın âyetlerini de akıl veya kalple kavramaya eğilimlidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an şeytan veya melekler tarafından şer ve hayır telkin edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidâyete çevirmek İslâm dininin görevidir. İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsi tezkiye ederek insanların kurtuluşunu gerçekleştirir. Allahu Teâlâ, yarattıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye bilerek karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata aykırı her türlü eğitimci, devlet, aile, toplum düzeni- saptırır. Bu aşamada İslâm ancak bir öğüt, bir tebliğdir. Dileyen ona inanır, kurtulur, dileyen inkâr eder ve batağa saplanır.
Bunun gibi bütün organların yaratılışında asıl olan bir fıtrat (yaratılış amacı) vardır ki, ona o organların menfaati, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi yahut tabiatı denir. İnsan nefsinin bütün eğilimlerinde böyle yaratılış hikmetine doğru esaslı bir içgüdü, bir tabiat vardır ki, ona da fıtrat denir. Fıtrat, hep hak ve hayra yönelik bir istikamet takip eder. Mesela insanın acıkması ve yemeye, içmeye meyletmesi, yaşamak için kendisine lazım veya faydalı yahut daha uygun olanı alma hikmetine mebnidir. Yoksa zehir yutmak veya kuru bir zevk uğruna israf ile midesini bozmak için değildir. O zaman fıtrat bozulmuş, sapıklığa düşülmüş olur. İnsanın, insan ruh ve zekâsının, fıtratının aslı da Hakk'ı tanımak ve gerçek yaratanından başkasına kul olmamak içindir. İnsana ruh, şeytana uysun diye değil, gerçeği ve iyiliği duysun, aslını ve sonunda döneceği yeri ve ona karşı vazifesini bilsin diye verilmiştir. Nitekim fıtrat üzere giden veya fıtrata yakın olan temiz ruhlar yalanı ve eğriliği bilmez. Eğrilik eğilimi sonradan gelip geçici olarak edinilmiş bir azmanlıktır.
İnsanlık fıtratı, insan tabiatı bakımından hep birdir. İnsanın, insan olma yönüyle asıl fıtratı (yaratılışı), yaratıcısına boyun eğmek ve "Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım." (Zariyat, 51/56) buyurulduğu üzere yaratan Allah'a kulluktur. Dinsizlik fıtrata (yaratılışa) aykırı bir sapıklık olduğu gibi, Allah'tan başkasına tapmak da öyledir. "Allah katında gerçek din, İslâmdır." (Âl-i İmran, 3: 19), "Göklerde ve yerde kim varsa, hepsi ister istemez O'na boyun eğmiştir. Sonunda da ancak O'na döndürülüp götürüleceklerdir." (Âl-i İmran, 3/83).
Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, saf, her şeyi alma kabiliyeti ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar devam ettirir. Fıtratla ilgili olarak Ebu Hüreyre’nin (r) rivayetine göre Hz. Peygamber (s): "Her çocuk fıtrat üzerine doğar." buyurdu ve sonra da ‘Şu âyeti okuyun.’ dedi: "Allah'ın yaratılışta verdiği fıtrat..." (Rum, 30/30). Sonra Rasulullah (s) sözünü şöyle tamamladı: ‘Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir. Tıpkı hayvanın doğurunca, azaları tam olan yavru doğurması gibi. Siz kesmezden önce, kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?’ Dinleyenler, ‘Ey Allah'ın Rasulü, küçükken ölenler hakkında ne dersiniz (cennetlik mi, cehennemlik mi?)’ diye sordular. Hz. Peygamber (s) şu cevabı verdi: (Yaşasalardı) nasıl bir amel işleyeceklerdi, Allah daha iyi bilir." Demek ki fıtratın aslı tam ve sağlamdır. Fıtrata müdahale etmek amacıyla yaratıkların burnu, kulağı sonradan kesilir. Maddî bakımdan böyle olduğu gibi manevî ve ahlakî bakımdan da böyledir. Fıtratın bu sağlamlığı, düşünce alanında ve sosyal şartlarla terbiye çevresinde, âdetlerin akışı içinde ya bozulur veya güzel bir gelişme ile olgunluğa erer. Ahiret de bu iki sonucun birine göre olur. Fıtrat üzerine doğup büyüyen çocuğa La ilahe illallah öğretilmez ve fıtrata uygun olarak eğitilmezse ailesi onu Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, vb. yollarda terbiye eder ve buna göre onda bir kişilik yapısı gelişir.
B. FITRATA KARŞI MÜCADELE EDENLER
Bütün insanlar Allah'a inanmak ve ona kulluk etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Yoksa Allah'ın öğütlerinden yüz çevirerek, bağımsız davranarak, âyetleri yalanlayarak fıtrata aykırı düşecekleri gerçeğinin yanında, bu sebeple Allah'ın azabına da müstahak olurlar. Çünkü fıtratı bozmak, Allah'a karşı gelmek demektir. Meselâ müşrikler, fıtrata uygun doğan hayvan' yavrularının kulağını keserlerdi. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Kâbe'de Allah'a ortak koştukları birçok put bulundururlardı. Fıtratı inkâr etmek için kendilerine de vahiy indirilmesini veya peygamberlerin birer melek olması gerektiğini ileri sürerlerdi. Hiç kimse Allah'ın insanı kul olarak yaratması kanununu değiştiremedi ve değiştirmeye kalkanların azapla kuşatılması da bir kanun olarak uygulandı. İslâm'a göre hayatın anlamı ancak fıtrata uygun yaşamaktır. Yeryüzündeki gelmiş geçmiş hiçbir din ve ideoloji bunu sağlayamamıştır. Üstelik lâik çağdaş düşünce sistemleri, insan fıtratıyla uyumsuz bir şekilde insanın kurtuluşunu din dışı bir yola sokmak istemişlerdir. Ancak tek bir yaratıcının varlığına inanmaya eğilimli insanın fıtratı çeşitli muhteşem teknik gelişmelere ve maddi ilerlemelere rağmen tabiatı gereği gerçek mutluluğu bulamamakta, büyük bir manevî boşluğa düşmektedir. Zaten Allah'ın sınırlarını aşan kendine zulmetmiş olur (Talak, 65/1). Bu boşluğu çeşitli dinler doldurmak istemekte ancak hepsi de fıtrata aykırı muharref ve ilkel teklifler getirdikleri için insanlar İslâm'dan başka kurtuluş olmadığını anlamaktadırlar.
Allah'ın yanı sıra başkalarına da tapanlar fıtratlarına aykırı hareket etmiş olurlar: “Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30/30). Fıtrat, yaratılışın ilk tarz ve şeklini ifade eder. Burada "insanları hangi fıtrat üzere..." kaydından da anlaşıldığına göre, maksat her ferdin kendine mahsus olan cüz'î yaratılışı değil, bütün insanların insan olmaları bakımından yaratılışlarında esas olan ve hepsinde ortak bulunan genel yaratılıştır. Dış etken, kazanma ve âdet gibi ikinci derecede bulunan sebeplerinden sarf-ı nazarla düşünülmesi gereken ilk yaratılış ve aslî yaratılış da denilen asıl fıtrattır. İnsanın "insan oluşu yönünden tabiatı" budur. Sözgelimi insanın yaratılışında iki gözü bulunması asıldır. Bununla beraber âmâ doğanlar da bulunabilir. Fakat bu genellikle insanların üzerine yaratıldığı asıl fıtrat ve tabiat çeşidi değil, ikinci derecede görünür sebep olarak düşünülecek cüz'î ve şahsî bir yaratılıştır ki, insan gerçeği onsuz da meydana çıkabilir. Ferdin cüz'î yaratılışında herhangi bir sebeple eksiklik bulunabilirse de asıl fıtrat, sağlıklı ve sağlamdır. Mesela gözün fıtratı, Hakk'ın âyetlerini görmektir. İyi görmeyen bir göz, sonradan meydana gelen bir sebeple hasta demektir. İşte doğru ve sağlam din odur. Yani eğrilikten sakınıp, bütün insanların üzerinde yaratılmış olduğu fıtratı, doğrulukla takip etmektir. Fakat insanların çoğu bilmezler de çarpık giderler, dini fıtratta değil, âdette ararlar veya heveslerine uyarlar.
Dinin iki kayağı vardır: Biri fıtrat, biri kazanç. Fıtrat sadece ilâhidir. Gerçek bir yöneliştir. Allah'ın emrini yerine getirerek Allah'a ermek için, hep Hakk'a doğru bir gidişi ifade eder. Kazanç, subjektif ve objektif çeşitli şartlar içinde duygunun hareketleri, zihnin düşünceleriyle ilgili olduğundan fıtratın istikametine aykırı heveslere, zararlara, haksızlıklara, isyan ve şirke sürükleyebilirler. Bundan koruyacak olan ise dindir. Bunun için buyuruluyor ki, dine hanif (Allah'ı bir kabul edici) olarak yüzünü çevir, Allah'ın fıtratına sarıl. Allah'ın yaratmasını değiştiren yok, yahut Allah'ın yaratışına bedel bulunmaz. Bu cümlenin, inşaî veya ihbarî olarak birkaç anlamı olabilir: Yani Allah'ın asıl yaratışı olan fıtratı, gereğinin aksine giderek bozmaya, değiştirmeye kalkışmayın. Çünkü Allah'ın yaratışına bedel bulunmaz. Zayi ettiğiniz bir kabiliyeti hiçbir sanatla yerine koyamazsınız. Yahut Allah'ın yarattığı fıtratın aksine din uydurmaya, hüküm koymaya kalkışmayın. Siz mesela erkeği dişi, dişiyi erkek yapamazsınız. Yahut Allah'ın yaratışını başkalarına isnad etmeye, başkalarını yaratıcı yerine koyup da ortak koşmaya, Allah'ın hükmünden çıkmaya çalışmayın. Din fıtratı değiştirmek için değil, fıtrattaki genel güvenceyi geliştirmek içindir.
Kur'an-ı Kerim aslî fıtratından uzaklaşan kimselere dair şöyle bir misal vermektedir: “Allah için, O'na eş koşmayan, O'nun birliğine inanmış kimseler olun. Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın bir uçuruma sürüklediği şeye benzer.” (Hac, 22/31). Bu misalde "gök" insanın aslî fıtratı anlamındadır. İnsan başkasının değil Allah'ın kuludur ve yaratılıştan tevhid ilkesini kabule hazırdır. Bu nedenle peygamberlerin davetini kabul edenler fıtratlarında sabit kalırlar ve yükselirler. Bunun aksine Allah'ı inkâr eden veya O'na ortak koşan kimse ise bu aslî fıtrat "gök"ünden düşer. İşte o zaman ya misaldeki düşen adamı kapan kuşlara benzer, lider ve şeytanların kurbanı olur, ya da misaldeki rüzgâra benzeyen arzu, istekler veya nefsinin kölesi olur. Bunlar onun diğer tarafa doğru alçaltırlar ve sonunda onu sapıklığın en derin çukuruna götürürler.
C. FITRAT VE SÜNNETULLAH İLİŞKİSİ
Kur'an-ı Kerim’de ilahi yasaları ifade etmek için kullanılan sünnet ﻦ-ﻦ-ﺲ kök harflerinden türemiştir. Bu kelime tabiat, davranış ve yol anlamına gelir. Allahu Teâlâ, ecel kavramının kullanımında olduğu gibi yasa anlamındaki sünnet mefhumunu da hem kendisine hem de toplumlara atfederek zikretmektedir. Kur'an’da aynı yasaları ifade eden sünen, sünnetü’l-evvelin, kelime, kavl vs. başka lafızlar da mevcuttur. İnsanoğlunun tarih çizgisinde yürüyüşü rastgele değildir. İnsanlar yaptıkları kötü veya iyi şeylerin karşılıklarını bazen bu dünyada bazen ahirette bazen de her ikisinde birden görürler. Bu bağlamda, “Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine?” (Fecr, 89/6) âyetinden yola çıkarak insanlık tarihinde meydana gelen olayların belli bir yasaya tabi olduğunu ve müminlere düşenin ibret almak olduğunu söylemek mümkündür. Tarihte bilinen birtakım kavimlerin akıbetinin belirtilmesi, kâinatın körükörüne fıtrat kanununa bağlı olmadığını ispat etmek içindir. Hikmet sahibi olan Allah, kâinatı aynı zamanda idare de etmektedir. Yani kâinatta sadece tabiat kanunu değil ahlakî kanun da yürürlüktedir. Bunun gereği olarak da amellere ceza ya da mükâfat verilmesi gerekir. Kâinatta yürürlükte olan ahlaki kanunun belirtileri bu dünyada mevcuttur. Bu belirtiler, aklı olanlara kâinatın fıtratının ne olduğunu gösterir. Kur'an-ı Kerim’de söz edilen bazı kavimler vardır ki, ahiret inancına kayıtsızlardı. Allah'ın ceza ve mükâfatından korkusuz olarak yaşıyorlardı. Sonunda fâsid nizamların ve müfsid olanların akıbetinde olduğu gibi, onlar da azaba çarptırıldılar. İnsanlık tarihinin tekrarlanan bu tecrübesi iki şeyi ispatlamaktadır: Birincisi, ahireti inkâr eden her kavim ahlâki bozgunluğa uğrar ve bu bozgunluk, sonunda onun felaketine sebep olur. Ahiret bir gerçektir. Gerçeğe karşı gelenlerin sonu nasıl olacaksa ahirete karşı gelenlerin sonu da aynı olacaktır. Ortaya koyduğu fesattan oldukça geniş bir kitlenin zarar gördüğü kişi, grup veya toplumlar işlediklerinin karşılığını ahirette göreceklerdir ve hiçbir zulüm karşılıksız kalmayacaktır.
D. DARLIK, BOLLUK VE FITRAT
İnsanların, üzerine yaratılmış olduğu fıtratın gereği darlıkta yalnız Allah'a yalvarmaktır: “İnsanlara bir keder dokunduğu zaman her şeyden geçerek Rablerine yalvarır, dua ederler; sonra tarafından bir rahmet tattırıverdiği zaman da bakarsın onlardan bir kısmı tutar, O Rablerine ortak koşarlar.” (Rum, 30/33). İnsanlara bir sıkıntı dokunduğu zaman bütün o güvendiklerinden ve her şeyden geçip, yalnız yaratan Rablerine gönül vererek hep O'na yalvarırlar. Nitekim Çanakkale, Sakarya, Afyon savaşları sırasında böyle bir durumun yaşandığı söylenebilir. Demek ki fıtrat dini (yaratılışa uygun din) sadece Allah dinidir. Her zaman, baki sağlam din yalnız odur. Böyle iken sonra O, onlara tarafından bir rahmet tattırıverince; o sıkıntıyı kaldırıp bir nimet ihsan ediverince de bakarsın içlerinden bir kısmı, o Rablerine ortak koşar. Şükredecek yerde tutarlar da bu, şundan oldu, bundan oldu, benden oldu, senden oldu diyerek Allah'ın lütfunu başkalarına isnad etmeye kalkarlar.
Görüldüğü gibi, fıtrat İslam’ın yani Allahu Teâlâ’ya teslim oluşun adıdır. Fıtrat dini olan İslam’dan uzaklaşan bir bakıma kendinden de uzaklaşmış olur. Fıtratıyla mücadele eden hem bu dünyada hem de ahirette kaybedenlerden olur.

HER YENİ DOĞAN ÇOCUK, TERTEMİZ, SAF, HER ŞEYİ ALMA KABİLİYETİ İLE DONATILMIŞ YAPISINI KONUŞMA ÇAĞINA KADAR DEVAM ETTİRİR.

DİNİN İKİ KAYAĞI VARDIR: BİRİ FITRAT, BİRİ KAZANÇ.

KÂİNATTA SADECE TABİAT KANUNU DEĞİL AHLAKÎ KANUN DA YÜRÜRLÜKTEDİR. BUNUN GEREĞİ OLARAK AMELLERE CEZA YA DA MÜKÂFAT VERİLMESİ GEREKİR.

KÂİNATTA YÜRÜRLÜKTE OLAN AHLAKİ KANUNUN BELİRTİLERİ BU DÜNYADA MEVCUTTUR. BU BELİRTİLER, AKLI OLANLARA KÂİNATIN FITRATININ NE OLDUĞUNU GÖSTERİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder