13 Mayıs 2011 Cuma

*Tevbe, ‘asl’a geri dönmektir

Ahmed Kalkan:

Tevbe sözlükte, “asl”a geri dönmek demektir. Dolayısıyla ‘tevbe’ geçici olan günah halini terk edip günah öncesi duruma, düzgün hale (salah haline/fıtrata) dönmek anlamına gelir.

Kur’an Nesli Kültür Merkezi’nde Ahmed Kalkan’ın sunumuyla iki haftada bir Çarşamba akşamları gerçekleştirilen “Kavram Dersleri”nde bu hafta “Tevbe” kavramı işlendi.


“Tevbe”nin sözlükte, “asl”a geri dönmek anlamına geldiğini hatırlatan Kalkan, “Dolayısıyla ‘tevbe’ geçici olan günah halini terk edip günah öncesi duruma, düzgün hale (salah haline/fıtrata) dönmek anlamına gelir. Tevbe, ‘Yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati Allah yönünden, affedip bağışlamak; kul yönünden, yaptığının kabahat veya günah olduğunu bilip, onu bırakıp terk ederek Allah’a dönmek, yani O’nun emirlerine uymak ve yasak ettiği şeylerden kaçınmak sûretiyle Allah’a sığınarak O’ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız O’na yalvarmak’ demektir” ifadelerini kullandı.


Kalkan, tevbenin İslam literatüründeki anlamının, kulun günahını itiraf ve ondan pişmanlık duyup bir daha yapmamaya karar vermesi, Allah’ın da bu ‘asla dönüş’ü, yani bu pişmanlığı kabul ederek günahı mağrifet etmesi olduğunu kaydederek, şöyle devam etti:


“Tâib, tevbe eden demektir. Allah’ın sıfatlarından ve isimlerinden biri ‘Tevvâb’dır. Tevvâb, tevbeleri çok çok kabul eden anlamındadır. Allah’ın bir adı olarak et-Tevvâb; itaatına yönelerek, kendisine dönen için, o insanın istediği bağışlamaya dönen yahut kullarının hoşlanmadığı şeylerden sevdikleri şeylere dönen demektir. ‘Tevbe’, kul hakkında günahtan ve itaatsizlikten dönmeyi, Allah hakkında ise cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder. Kul, hata ettikten sonra Rabbine döner, Rabbi de onun kendine dönmesini kabul eder.


Tevbe, yapılan işin çirkinliğini, kötülüğünü kalbinde hissedip, ondan tiksinerek vazgeçmektir. Yapılan hata, mala, cana zarar veriyor, insanlara karşı ayıp oluyor diye terkediliyor ise bu, tevbe değildir. Hasta ettiğinden, dokunduğundan dolayı mesela içkiyi terketmek veya gücü yetmediği için bir günahı işlememek tevbe sayılmaz. Tevbede esas olan haram bilincidir. Her çeşit ibâdette niyyetin Allah rızası için olması şarttır. Tevbe ibâdeti için de bu şart geçerlidir. Bir şeyi Allah haram kıldı diye o işten Allah için vazgeçmek tevbedir. Tevbe, Rabbinin yasaklarını çiğneyip yahut emirlerine karşı gelip, düşülen hatayı terk etmek, Allah’a dönmek, O’nun affını ve bağışlamasını beklemek, o hataya bir daha dönmemektir. Başka bir deyişle tevbe, kulun yöneldiği hatadan yönelmediği itaata, farzları yerine getirmeye, haramları terke dönmesidir. Emredileni yaparak, yasaklananı terkederek Allah’a yöneliştir.


Tevbe, yalnızca yapılan bir hatadan pişmanlık duyup, Allah’tan af dileme değil, aynı zamanda sürekli dua ve istiğfar ederek temizlenme gayretidir. Allah’a müracaat ve O’na dönme kulluğudur. Bu bakımdan Kur’an mü’minlere ‘hep beraber tevbe edin.’ diyerek, bu yönelişi haber veriyor. Bazılarına göre tevbe, bir hatadan veya bir günahtan vazgeçme, pişman olmadır. Bu tevbe çok önemli olmakla beraber, asıl önemli olan kulun yerine getirmediği dinî emirlerden dolayı yaptığı tevbedir. Çünkü insanın kalbinin ve bedeninin birtakım görevleri vardır; Allah (c.c.) insana o görevleri yerine getirmesini emretmiştir. Ancak insanların bazısı ya cahilliklerinden, ya sapkınlıktan, ya da hakka karşı inatçı olmalarından dolayı bu emirleri yerine getirmemiş olabilirler. Tevbenin büyüğü, bu tür inatçılığı ve gafleti terkedip Allah’a itaat etmeye dönmedir.


Yapmamız gerektiği halde yapmadığımız veya gereği gibi yerine getirmeyip kusurlu ve eksik şekilde yerine getirdiğimiz hususlardan ve ihmalden de tevbe edilmelidir. Daha iyi olamadığımız için, mücâhid ve müttakî olamadığımız, sâlih amel yarışında en ön sıralarda yer alamadığımız için tevbe. Örnek olamadığımız için, canlı Kur’an olamadığımız için tevbe. Tevbe, günahların kötülüğünü anlayıp Allah’a yönelmek, bağışlanma dilemektir.
Tevbe, Hz. Âdem’le başlar. Ilk insan Hz. Âdem (a.s.) ve eşi, işledikleri günahtan dolayı Allah’a tevbe ettiler ve tevbeleri kabul edildi. Tevbenin zıddı ise inat, kibir ve hatada bile bile ısrardır; bunlar da şeytanın ve şeytan karakterindeki insanların özellikleridir. Âdem’le şeytanın farkı tevbede ortaya çıkmaktadır.

O yüzden Âdem gibi olmak, yani adam olmak, şeytanlaşmamak için, bir hata yapmış olsak hemen tevbe çeşmesiyle arınmamız temel şarttır. Bilindiği gibi, Allah’ın secde emrini dinlemeyen İblis, yaptığı hatayı savundu, isyanından dolayı pişman olmadı, tevbe etmedi. Bu yüzden de ebediyyen kovulmuşlardan oldu.

Günahta ısrar ve kibirlenmek tevbenin önünde engeldir.”
Tevbe mefhumunun tarihsel süreçte yozlaştırılmasına da değinen Ahmed Kalkan, “Toplumumuzda tevbe, âdeta günah çıkartmak olarak değerlendirilmektedir. Tevbe, sadece Allah’a yapılır; tevbeleri kabul edip bağışlayabilecek ancak Allah’tır. Hıristiyanlıkta olduğu gibi, bir din büyüğünün karşısında günahları itiraf edip günah çıkartmaya benzemez tevbe.

Günümüzde tevbenin bazı insanlarca, bazı tarikat liderlerine giderek onun önünde “tevbe verme”, onun da “tevbe alma”sı şeklinde uygulandığı görülmektedir ki, bunun Kur’an ve sünnette yeri yoktur. Tevbeleri alan da, kabul edecek olan da sadece Allah’tır. Nitekim Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: ‘Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki?’ ’Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilen O’dur (sadece Allah’dır).’ Tevbede asıl olan, tevbenin direkt olarak Allah’a, aracısız olarak yapılması, O’na yönelerek hatadan dönüş sözü verilmesidir.” vurgusunu yaptı.


Kavram Dersleri, inşaallah önümüzdeki hafta Çarşamba günü “Salih Amel” kavramıyla devam edecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder