21 Eylül 2012 Cuma

FITRAT:Aşk adaleti - Ali Koçak

Fıtrat: Aşk Adaleti Ali KOÇAK Bir esmâ demeti olan insanın, tekâmül ettiği adalet dairesinin bir başlangıç noktası olsa gerek. Peki insan nereden başlar? *** Fıtrat, Allah'a doğru aşk, insana doğru adalet sadır olan bir tabiattır. Fıtrata aykırı hareket, adaletsizliktir. Adalet ise, kuvve-i nutkiyye (hikmet), kuvve-i şeheviyye (iffet), kuvve-i gadabiyye (şecaat) dengesidir. Bu ilâhi format bozulursa oradan Allah'a doğru şirk, insana doğru fücûr sürgün verebilir. Keza fıtrattan söz etmek anlam ve amaçtan söz etmektir: “Ve ona açık seçik iki yolunu göstermedik mi?” (Beled, 10). “Ve nihayet insan benliğine iyiyi ve kötüyü tanıyıp sorumsuz ve sorumlu davranma yeteneğini yerleştiren (şahit olsun) ki..” (Şems 8). İnsanın yaradılışta maddî ve manevî olmak üzere iki cephesi var. Diğer bir tabirle onun bir mülk (beden) bir de melekût (bedenin tasarrufu altında bulunduğu) yanı vardır. Onun bu ikinci cephesini de vicdan ve nefis mekanizması olmak üzere iki kısımda değerlendirmek mümkündür. Fıtrat kavram olarak örneksiz ilk yaratılış, yokluktan vücûd sahasına Allah’ın iradesi ile kendisine has özellikleri ile birden çıkışı ifade eder. Yani mutlak yokluğun yarılarak, içinden varlığın çıkması olan fıtrat, bu yarılma sonucu ortaya çıkan ilk varlık halidir. Fıtrata yakın kelimeler ise içten dışa şöyle: (1) hilkat (hâlk ve ibda'), cibilliyet, tıynet, kabiliyet, istidat; (2) tabiat, seciye, karakter, mizac; (3) misâk, vicdan, ahlâk... Fıtratullah (yaratma programı), sünnetullah (iradeli varlıkları yönetme programı), âdetullah (iradesiz varlıkları yönetme programı) mefhumlarını da bu minval üzere sayabiliriz. Buna göre fıtrat, ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir. Yaratılanın fıtrat üzerinde kazandığı niteliklerine ise tabiat denir. Selef uleması fıtratı İslâm olarak izah ederken; kelâm âlimleri fıtratı ‘başlangıç, Allah’ın ilk yaratılışta her insan için belirlediği değişmesi mümkün olmayan kaide’ olarak tanımlar; sufiler ise fıtratı ‘Allah’ın, Âdem’in neslinden, dünyaya gelmeden önce iman ettiğine dair aldığı misâk’ olarak nitelendirir. Zemahşerî'ye göre fıtrat, Allah'ın bütün insanları tevhid ve İslâm dinini kabul edecek, ondan uzaklaşıp kaçmayacak, onu inkâr etmeyecek bir halde yaratmasıdır. Bu görüşe göre dünyaya gelen her bir insan küfür veya iman, marifet veya inkâr vasfına doğuştan sahip değil. Zira her insan yapı olarak sadece selîm/temiz bir halde yani nötr bir halde doğar. İnsan, iman veya küfre ancak temyiz çağına ulaştıktan sonra iradî olarak sahip olur. Çünkü din, kesbedilen/elde edilen bir şey; kesb ise akıl ve iradeye bağlı olarak gerçekleşir. *** Fıtrat, Kur'an-ı Kerim'de müştaklarıyla birlikte 20 yerde geçer. “İmdi sen, varlığını her tür sapmadan uzaklaşarak tümüyle doğru ve asıl dine, Allah’ın insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrata çevir; (ta ki) Allah’ın yarattığında olumsuz bir değişme olmasın: işte, değer (odaklı) gerçek Din’in (amacı) budur ve fakat insanların çoğu bilmiyorlar. (Batılın her türünden yüz çevirip) yalnız O’na yönelin ve O’na karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; ibadet ve duanızın istikametini doğrultun; ve asla O’ndan başkasına ilâhlık atfedenlerden olmayın! (Bir de) şunlardan olmayın ki, onlar dinlerini paramparça ettiler de (birbirine karşıt) taraftarlar haline geldiler; (artık) her hizip kendi elinde kalanla övünmekteler. ” Diğer bazı âyetler de şöyle: “Onlar ki Allah’a verdikleri söze sadâkat gösterirler ve fıtrat sözleşmesini ihlal etmezler” “Şu halde sen, -öğüt (sadece bazılarına) fayda verse de- hep (fıtratlara nakşolan Allah’ı) hatırlat...” “Ve doğrusu Biz Âdem’e, her şeyden önce, talimatımıza (uygun bir fıtrat) nakşetmiştik; fakat o buna yabancılaştı; dolayısıyla Biz onu bu hususta kararlılık sahibi bulmadık.” Rum Sûresi 30-32 ve diğer âyetlere, siyak ve sibaklarına bakıldığında fıtrat bir insanlık çağrısı, bir hakikat kapısı olarak karşımıza çıkar. Bu çağrı, insanı yaratılış orijinine, orijinalliğine, başlangıcına bir davettir. Diğer taraftan Allah’ın fıtratından bahsedilemez, çünkü fıtrattan bahsetmek değişebilir olandan ve terbiye olabilenden bahsetmektir. *** Fıtrat ontolojik, vicdan fenomenolojik, takva ise epistemolojik olarak görülebilir, bu üç kategori aynı zamanda insanlığın düşünce seyrinin üç temel eğilimi. Bunlardan ilki olan fıtrat, insanın mantıksal çıkarım yapmasına ve gerçekliği keşfetmesine imkân veren ontik yapıdır. Hakikate meyletme üzere inşa olan bu ontolojiyi, Kur'an-ı Kerim'in şu üç mefhumu etrafında şekillendirebiliriz: Sıbğatullah, hablullah ve hanif. Sıbğatullah: Yaratılışın başlangıcında Allah'ın insanı boyadığı Rabbanî bir boya. “Allah’ın vurduğu boya... Kim Allah’tan daha güzel boya vurabilir ki? İşte biz, (bunun için) yalnızca O’na kulluk ederiz.” Rağıb İsfehanî: “Allah'ın boyası, Allah'ın insana, insanlardan ayrılması için verdiği akıldır.” der. Hablullah: Kur’an, Âl-i İmran 112 âyeti içinde kavramı şöyle tefsir eder: Allah’in ipini (hablullah) insanlığın ipi (hablu’nnâs), insanlığın ipi de Allah’ın ipi’dir. Kim bunlardan birine tutunursa ötekine de tutunmuş olur. Çünkü Allah’ta olan şey (habl; sevgi merhamet, doğruluk, dürüstlük) ile insanlığın içinde olan şey (habl; vicdanın sesi) aynı şeydir. “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın ve birbirinizden ayrılmayın!” İmam Muhammed Bakır ise, “Urvetü'l-Vuska tevhiddir, Sıbğa ise İslâm'dır.” der. Hanif: İslâm üzerine kalabilen demek, hanef meyletmek demek, hanif ise hakikate meyleden. “İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyandı, fakat tam anlamıyla Hakka yönelmiş bir müslümandı; Allah’a şirk koşanlardan da değildi.” Bu mefhumlar, insaniyetin temelini teşkil eden fıtratın rengi, bağlamı ve tezahür yönü olarak görülebilir. *** Evet, fıtrat kavramının müştaklarının ve yakın anlam ihtiva eden kelimelerin her biri insanın farklı bir boyutunu ifade eder. İnsan hayvan-ı natıktır, yani düşünen canlı; beden ve ruh'tan mürekkebtir. Beden, insanın biyolojik varlığı; kas, kemik, sinirler, damarlar ve dört sıvıdan oluşur. İnsanın hüviyetinin tezahürüdür. Ruh ise insanın ontolojik varlığı; fıtrat ve nutk’tan oluşur. Nutk’u da, dimağ ve fuâd olarak tasnif edebiliriz. Ruh, insanın mahiyetinin temerküzüdür. Beden ve ruh, can ipi ile birbirine bağlı. Can ölüme değdiğinde beden meyyit olur, ruh ise teveffi eder (ve aslî vatanına şahid olarak ilâhi huzura çıkar). İnsanoğluna üflenen ruh onda fıtrat, vicdan, ahlâk ve nutk (düşünce, duygu, lisan) biçimlerinde tezahür eder. Fıtrat, fucûr ve takvanın boy verdiği mizacın tarlası, mizac ise ruhun vücuda bağlanma zemini. Kalbin ve aklın işleyişi de bir 'fıtrat' olarak görülebilir. “İşte onlar, iman eden ve kalpleri Allah’ın vahyi ile tatmin olan kimselerdir: Bakınız: (akleden) kalpler yalnızca Allah’ın vahyi ile tatmin olur!” Akıl , ‘yular, bağ’ mânasında, fonksiyonu bağ kurmak. Aklın terbiyeye (kalbin kontrolünde) ve rehberliğe ihtiyacı (vahyin kontrolünde) var. Bir diğer ifadeyle insan, bedenin koruması ve de ruhun idaresi altında bulunuyor. Fıtratı daha iyi konumlandırmak için insaniyetin maddî ve manevî inşası üzerinde durmak gerek. *** Peki, sevgi ve bilginin fıtratla ilişkisi nedir? Bilgi de sevgi de insanlığın hem tohumu hem de meyvesi. Bilgiyi, kaynağına göre hudurî (vehbî/verili) ve husulî (kesbî/kazanılan) olarak ikiye ayırabiliriz. Benzer bir kategori ile sevgiyi de meveddet (vehbî/verili) ve muhabbet (kesbî/kazanılan) olarak ikiye ayırabiliriz. Vehbî olanlarla zaruri eylemler ve hasenatlar ifa edilirken, kesbi olanlarla tercihi eylemler ve salih amel üretilir. Fıtrata ekilen ‘alaka tohumu’ bilginin de sevginin de kökeni olsa gerek. Fıtrat’ı esma’nın merhametinde görmek istersek bu âlemde Rahman, ahir âlemde ise Rahim esması karşımıza çıkar. Bunu çoğaltabiliriz; mesela Haşr Sûresi’nin 24. âyetinde geçen esmalar aynı zamanda yaratılıştan kemâlata (Hâlık, Bârî, Musavvir) esmanın dizilişi görünümünde: “İnsanın üzerinden, o tarih sahnesine çıkıncaya (kadar), tüm zamanlar içinden belirsiz ve uzun bir süre geçmemiş miydi (ki), henüz o (bu süre zarfında) anılmaya değer bir varlık bile değildi? İnsanoğlunu katmerli bir karışım olan hayat tohumundan Biz yarattık; sınava tabi tutmayı (diledik) ve ardından ona işitme ve görme yeteneği verdik.” İnsanın fıtratına bilgiyi ve sevgiyi nakşeden Allah, hem zikr ile nakşedileni hatırlattı, hem de beyan ile bilmediklerini öğretti. *** Şimdi daireyi tamamlamak babında bazı sorulara cevap arayalım. Din fıtrî midir? Borçluluk bilinci anlamına gelen din (deyn), bir mânada fıtrata çağrıdır. Risalet ve nübüvvet ise fıtratı korumak içindir. Vahiy ise insanın fıtri eğiliminin mizanı, terazisi. Bundandır ki Kur'an, Nuh'un, İbrahim, Musa ve değer peygamberlerin getirdiğini din İslâm olarak isimlendirir. Sonradan bu dine konulan isimlere gelince, o isimler aslî fıtrattan ve hakiki dinden inhiraftır, sapmadır. İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsî arındırarak insanın kurtuluşunu gerçekleştirir. Fıtrat terbiyeye muhtaç mıdır? Allah, yaratıklarını en güzel şekilde yaratır, ilâh olarak hükmeder ve rabb olarak terbiye eder. Peki ama bu terbiye fıtrat kaidesi üzerinde midir? İsra Sûresi’nin 84. âyetinde geçen ‘şakile’, hem fıtrattan hem de çevreden gelen menfî yada müsbet değerlerle davranış biçimlerinin oluşması anlamındadır. Dolayısıyla burada gerçekleşen terbiye, fıtratı ya İslâm üzere devam ettirir, yahut fıtratı bozarak yaratılış amacından saptırır. Bir şeyin terbiyesinin nihayeti olan rüşd çağı, fıtratın hasad mevsimi... Fıtrat ahid midir? Misak mecazî veya mânevî bir sözleşme olarak düşünülebilir. Allah’ın insana doğuştan verdiği fıtrat, vicdan ve akla tekâbül etmekte. Özünde bu doğal hidayet unsurları da fiili bir sözleşme sayılabilir. Nakd, sağlam ve kalın bir halatı lif lif çözmek demektir. Bu durumda misak Allah’ın kopmaz ipine sarılmayı ifade eder. Fıtrat, elest'te ma'rifetullah üzere bir yaratılış, vicdan elest bezminin mübarek bir iç şahidi, iman ise Allah ile sözleşmenin dünyevî tezahürüdür. Bu durumda insan, İslam yaşadığı sürece ahdine bağlı kalmış olur. *** İlâhî format olan fıtrat altyapıdır. Bu altyapının üzeri çeşitli nedenlerle örtülürse insandaki ilâhi inşanın temelleri kaybolabilir. Vahiy, insan tarafından unutulan bu temellerin varlığını ortaya çıkaran üstyapıdır. İnsan fıtratındaki kabiliyet ve çekirdek halinde olan tüm özellikler ancak toplum bağlamında kuvveden fiile geçebilir. İnsan kendine emanet edilen fıtratını ne kadar korursa özüne o kadar yakın olur; hayatı vicdan, ahlak ve takvâ’nın tezahürüne şahit olur. Evet, herkesin boyasının rengi, tutunduğu ipi, zikri, hamdi farklı; kimse kimsenin aşkını taklit edemez. İnsan, hakikat denizine ulaşmak için kaderi boyunca mücadele eden bir katredir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder