13 Mayıs 2011 Cuma

KUR’ÂN’DA FITRAT KAVRAMI

KUR’ÂN’DA FITRAT KAVRAMI

Yaşar KURT*

Giriş

Yaratılış konusu insanoğlunun en eski ve en önemli meselele-

rinden biridir. Kendisinin yaşadığı ortamdan ayrı ve farklı özelliklere

sahip olduğunun farkına varan her insanın, aslını düşünmeye ve bu

konuda fikirler üretmeye yönelmesi tabiidir. İnsan burada da kalma-

yarak etrafını saran fiziki çevrenin sırlarını keşfetmeye kalkışır. Dün-

yanın, göklerin, yerin, ay, güneş ve yıldızların aslını sorgulamaya

başlar.

Yaratılışa cevap bulmak için ilk çağlardan itibaren çeşitli felsefe

ve düşünce akımları ortaya çıkmıştır. Yoktan yaratmayı kabul etme-

yen ilk çağ filozoflarının bir kısmı, yaratılışın kaynağının “Anasır-ı

Erbaa/ateş, hava, su, toprak” olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu ko-

nuda tesadüften mutlak sona, maddeci felsefi akımdan ruhçu mane-

viyatçı akıma varıncaya kadar pek çok nazariye ortaya atılmıştır.

Kur’ân’ı Kerim, ilâhlık vasfının en önemli özelliğinin yaratma ol-

duğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle putlara tapanlara şöyle bir

temsil getirmektedir: “O Allah’tan başka yalvardıklarınız (var ya), on-

ların hepsi bir araya toplansalar, bir sinek bile yaratamazlar. Sinek

onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar”.1 Bu kadar aciz

varlıklara nasıl kulluk ediyorsunuz. Oysa “Yaratan, hiç yaratmayan

gibi olur mu?”2 diyerek ilâhlık vasfının en önemli özelliğinin yaratma

olduğuna vurgu yapmaktadır. Kur’ân, “Ona benzer hiçbir şey yok-

tur,”3 “Yaratmaya başlayan odur… Göklerde ve yerde en yüce durum

O’nundur”4 “Hiçbir şey onun dengi olmamıştır”5 “Hiç onun adıyla

anılan, ona benzer bir varlık biliyor musun?”6 ifadeleri ile ilahlık vas-

fına sahip olabilecek varlığın, yaratıcı olma özelliğinin yanında eşi,

dengi, benzeri ve onun adıyla anılan başka bir varlığın olmamasını

vurgulamakta ve en yüksek mevkide onun olması gerektiğine işaret

etmektedir. Ancak bu özelliklere sahip varlık yaratıcı olabilir. Böylece

Kur’ân, ilah olma vasfının en önemli özelliğinin yaratma olduğunu

vurgulayarak şirk içinde olan Mekkeli müşrikleri ikaz etmiş ve esas

olarak kabul ettiği tevhit inancını yerleştirmeyi hedeflemiştir.

Kur’ân, Mekkeli müşriklerin ilah anlayışını tartışmaya açmakta-

dır. Zira dönemin cahiliye Arapları ancak sıkıştırıldıklarında Allah’ın

varlığını kabul etmekteydiler. “Andolsun onlara: ‘Gökleri ve yeri kim

yarattı?’ diye sorsan mutlaka: ‘Allah’ derler.”7 Bunun yanında dünya

1Hac, 22/73.2Nahl, 16/17.3Şûrâ, 42/11.4Rûm, 30/27.5İhlas, 112/4.

6Meryem, 19/65.7Lokman, 31/25.

ve içinde bulunanların, yedi göğün ve büyük arşın Rabbinin Allah

olduğunu; her şeyin mülkü ve yönetimi elinde olan, koruyup kolla-

yan fakat kendisi korunup kollanmayanın Allah olduğunu ifade eden

ayetler de söz konusudur.8 Bu ayetler gösteriyor ki hayatlarının ha-

kikaten tehlikede olduğunu sezdiği zaman müşrik Araplar, geçici bir

tevhide başvuruyorlardı.9 Ancak bir sıkıştırma halinde, akıl ve fıtrat-

ları gereği ikrara mecbur kaldıklarında veya sadece denizde boğulma

gibi10 bir ölüm kalım durumunda Allah’ı hatırlıyorlardı. Bunların dı-

şında fiilen Allahsız yaşıyorlardı. Onlara göre Allah çok uzakta bir

yaratıcı idi. Onu unutmuşlardı. Tapınmalarını Kur’ân’ın; asnam,

evsan, evliya, erbab, tağut, endad, ensab, şufe’a diye vasıflandırdık-

ları şeriklerine yöneltiyorlardı.11 Mekke toplumunun bu özellikleri

nedeniyle nazil olan ilk ayetlerde “Yaratıcı Varlık ve bunun kabulü-

nün beraberinde getirdiği değerlerin ihyası için pek sık olarak evren-

deki tecellîlere, hikmete, ince nizama, bilgi ve sistem yüklü kevnî a-

kışlara dikkat çekilmektedir.”12

Kur’ân’ı Kerîm sadece dış âleme değil, insanın kendi yaratılışına

da özellikle ve önemle vurguda bulunur. Dolayısıyla Kur’ân, hem a-

fakî (kendi dışındaki) hem enfüsi (kendi içindeki) âleme yaptığı gön-

dermelerle insanın kendisinde ve kâinatta meydana gelen değişim ve

gelişmelere dikkatini çekerek Rabbi karşısındaki tavrını, tutumunu

ve yerini belirlemesini hedefler. Kâinatta ve kendinde var olan hari-

kulade özelliklerin farkına varabilen insan, bu vesile ile Allah’ın yü-

celiğini ve kendi aczini görebilme imkânı bulabilir.

Kur’ân’ı Kerim’in kelimelerinin kazandığı anlamları itibariyle ya-

pılan başlıca değerlendirmeler, onun ilk müfessiri olan Hz. Peygam-

bere dayanır.13 Kur’ân’ın bazı kelimelerini anlayamayan kimselere

yapılan açıklamalar sadedindeki bu husus sahabe14 ve tabiin döne-

minde15 de devam etmiştir. Ancak Kur’ân üzerine yapılan ilk tefsirle-

rin önemli örneklerini, dil yönünden yapılan çalışmalar oluşturmak-

tadır.16 Ayrıca İslam’ın ilk asırlarından17 itibaren Kur’ân kelimeleri

8Mü’minûn, 23/84–89; Bu konuya yer verilen başka ayetler için bakınız: Ankebut,

29/61,63; Zümer, 39/38.

9Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, çev.: Süleyman Ateş, Kevser Yayınları,

Ankara ts., s. 97.

10Ankebut, 29/65; İsra, 17/67.

11Suat Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyyet, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1987, s. 4.

12Sadık Kılıç, Fıtratın Dirilişi, Nehir Yayınları, İstanbul 1991, s. 25.

13Hz. Peygamberden tefsir örnekleri için bakınız: İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi,

DİB Yayınları, I-II, Ankara 1988, I, 47.

14Sahabe tefsirinden örnekleri için bakınız: Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, 75.

15Tabiiler dönemindeki örnekler için bakınız: Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, 115.

16Bazı âlimlere göre ilk dönem kaleme alınan tefsirler, “İ’rabu’l-Kur’ân”, “Garibu’l-

Kur’ân” ve “Meâni’l-Kur’ân” diye isimlendirilen Kur’ân’ı lügat yönünden ele alan

tefsirler olduğu kabul edilmektedir (Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, 175, 272).

üzerine kaleme alınan “el-Vücûh (veya el-Eşbâh) ve’n-Nezâir”18 türü

çalışmalar, tarihi seyri itibariyle Kur’ân üzerine yapılan dil yönü ağır-

lıklı tefsirler de hep aynı amaca hizmet etmektedir. Konu ile ilgili son

asırlarda batılıların başlattığı çalışmalar, ülkemizde özellikle Japon-

yalı müsteşrik Toshihiko Izutsu’nun bu sahadaki eserleri ile rağbet

görmüş ve bu sahada birçok makale kaleme alınmıştır.

Bu çalışma semantik yani kelimelerin tarihi seyir itibariyle ka-

zandığı manalar bakımından yapılan bir incelemedir. Kur’ân’da yok-

tan yaratma veya yaratılışın ilk safhasını ifade eden en önemli iki

kavram söz konusudur. Bunlardan birincisi b-d-a, diğeri ise f-t-r

kavramıdır. Kur’ân’da iki yerde göklerin ve yerin yoktan yaratılması

manasında19 geçen b-d-a kavramını başka müstakil bir çalışmaya

bırakarak burada f-t-r kavramının semantik çözümlemesini yapaca-

ğız.

A- Lügatlerde Fıtrat Kavramı

‘Fıtrat’ kelimesi f-t-r kökünden gelmektedir. Bu kökten gelen ke-

limelerden fatr: uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak; iftar: oruçlu

oruç açmak; infitâr: yarılmak, çatlamak, açılmak; futûr: yarılmak,

çatlamak; fatar: mayalanmamış ekmek veya parmak uçları ile deveyi

sağmak gibi anlamlara gelmektedir.20

‘Fıtrat’ kelimesi, sonuna ‘te’ harfinin ilavesiyle yapılan bir mas-

tar ismidir. İlk dönem Arap dilbilimci müelliflerden Halil b. Ahmed’e

(ö. 175/791) göre ‘fıtrat’; Allah’ın ezeli bilgisi ile insanları yarattığı din

üzere yaratılmış olmak manasına gelir. Bu nedenle Peygamber (sav)

hadislerinde: “Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir” ifadele-

17

Kaynaklar bu alanda ilk eserin Mukatil b. Süleyman’a (ö. 150/767) ait olduğu

konusunda ittifak halindedir. Bu bilgiye yer veren İsmail Cerrahoğlu hoca kitabını

kaleme aldığında; İslam’ın ilk yıllarında bu sahada eserler yazılmış olduğunu an-

cak bugün bu sahadaki eserlerin hemen hemen tamamının daha sonraki asırlara

ait olduğunu ifade ederek bu sahadaki eserleri Yahya b. Sallam’dan (ö. 280/893)

itibaren sıralamaktadır (İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, TDV Yayınları, Ankara

1983, s. 186). Tabiatıyla bu bir eksiklik değildir. Yapılan araştırmalar sürekli yeni-

likleri ortaya çıkarmaktadır. Mukatil b. Süleyman’a ait bu sahadaki eserin de bas-

kısı daha sonra yapılıp bu çalışmada da kullanılmıştır.

18

Aynı kelimenin değişik ayetlerde farklı manalar ifade etmesine “vücûh”, bir çok

kelimenin aynı manaya gelmesine de “nezâir” denir (Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s.

184).

19

En’âm, 6/101; Bakara, 2/117.

20

Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-ayn, thk.: Mehdî el-:Mahzûmî-İbrahim el-Ferâhidî,

Müessesetü’l- Âlemi li’l-Matbuât, I-VIII, Beyrut 1998, VII, 417–418; İbn Fâris, Ebu’l

Hüseyin, Mu’cemu mekâyisi’l-lüğah, Dâru’l-Cîl, I-VI, Beyrut 1991, IV, 510; el-

Cevherî, İsmail b. Hammad, es-Sıhâh tâcü’l-lüğah ve sıhahu’l-arabiyye, thk.:

Ahmed Abdülğafur Attar, Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn, I-V, Beyrut 1999, II, 781–782; el-

Mütarrizî, Ebu’l-Feth Nasr b. Abdüsseyyid, el-Müğrib fî tertîbi’l-mu’rib, thk:

Mahmud Fahurî, Mektebetü Usâme b. Zeyd, Halep 1979, s. 362; el-Firuzâbâdî, el-

Kâmûsü’l-muhît, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1993, s. 587.

Page 5

Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2

75

rine yer vermektedir.21 İbn Fâris (ö. 395/1005) ve çağdaşı el-Cevherî

(ö. 396/1006), ‘Fıtrat’ kelimesini ‘Hilkat’ (yaratılış) şeklinde ifade et-

miştir.22 Râgıp el-İsfehânî (ö. 502/1108), Allah’ın mahlûkatı yarat-

ması olarak yorumlamaktadır. Ancak bu, herhangi bir fiili yapabilme

kudretine sahip olmak üzere bir şeyi yoktan var etmek (icat) ve eşi,

benzeri olmayan bir şeyi yaratmak (ibda’) anlamında bir yaratmadır.

“Allah’ın yaratması ki, insanları ona göre yaratmıştır”23 ayetinde de

bu anlamda, yani yoktan var etme ve Allah’ı tanımayı (marifetüllah)

insanların gönüllerine yerleştirme anlamında geçmektedir. Allah’ın

insanların içlerine yerleştirmiş olduğu imanı tanıma (marifetü’l-iman)

kuvveti de, Allah’ın yaratmasıdır (fıtratullah). “Andolsun onlara,

‘Kendilerini kim yarattı? diye sorsan, elbette: ‘Allah’ derler”24 ayeti bu

hususa işaret etmektedir. Ayrıca; “Gökleri ve yeri yoktan var eden

Allah’a hamd olsun”,25 “Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları

yaratmıştır”26 ve “bizi yaratana”27

ayetleri de aynı anlama işaret et-

mektedir.28

el-Mütarrizî’ye (ö. 610/1213) göre, hilkat halk kökünden geldiği

gibi, fıtrat de fatr kökünden hal ismidir. Sonra hak dini kabul etme

istidadını ifade etmek için, “Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya

getirir” meşhur hadisinde geldiği üzere özel isim yapılmıştır. Daha

sonra sadece İslam dini için kullanılan özel isim olmuştur. Çünkü o,

‘tırnakların kesilmesi… fıtrattandır’ hadisinde geçtiği üzere bu fiili

işleyenin durumlarından bir durumu ortaya koymaktadır.29

Fıtrat kelimesini İbn Manzur (ö. 711/1311), Allah'ın mahlûkatı-

nı kendisini bilip tanıyacak ve idrâk edecek bir hal, bir kabiliyet üze-

re yaratması;30 el-Firuzâbâdî (ö. 817/1414) ise, çocuğun ana rah-

minde yaratıldığı yaratılış ve din olarak açıklamaktadır.31

Aynı kökten gelen ‘Fatr’ kelimesi ilk defa yaratmaya başlama

demektir. Bu mastarın fail (özne) ismi olan ‘Fâtır’, Allah’ın güzel isim-

lerinden birisidir. Bunun anlamı, yerleri ve gökleri yaratan demek-

21Halil b. Ahmed, a.g.e., VII, 418.

22İbn Faris, a.g.e., IV, 510; el-Cevherî, a.g.e., II, 781.

23Rûm, 30/30.24Lokman, 31/25.25Fâtır, 35/1.26Enbiyâ, 21/56.

27Tâhâ, 20/72 (Yoktan var eden ve eşsiz ve benzersiz bir şekilde yaratan).

28Ragıp el-İsfehânî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986,

s. 575.

29el-Mütarrizî, a.g.e., s. 362.

30İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-arab, Dâru Sâdır, I-XV,

Beyrut 1990, V, 55.

31el-Firuzâbâdî, a.g.e., s. 587.

Bu nedenle Kur’ân’da ‘fatr’ fiili her zaman Allah (cc) hakkında

kullanılmaktadır.

Fıtrat, dilbilimciler tarafından genelde hilkat (yaratılış) olarak

değerlendirilmektedir. Ancak bu, bir şeyi yoktan var etme, eşi-

benzeri olmayan bir yaratma olarak ifade edilmektedir. Böylece insa-

nı yoktan var eden Allah, onun içine kendini ve imanı tanıma mele-

kesi yerleştirmiştir. Bu özellik dünyada yapıp edilen kötü eylemlerle

perdelense de cahiliye dönemi Araplarında olduğu gibi bir sıkıntı,

bela ve musibet anlarında kendini göstermekte, böyle durumlarda

insanlar yalnız Allah’a yönelmektedirler.

Tarih boyunca insanı tanıma ve onun özelliklerini ortaya koyma

doğrultusunda pekçok gayret ortaya konulmuştur. Bu doğrultuda

İslam âlimleri de insanı ve onun hususiyetlerini izah ederken özellik-

le Kur’ân’da yer alan fıtrat kavramından istifade etmişler ve bu kav-

ram etrafında değişik yorumlar serdetmişlerdir.

B. Fıtratın Tanımıyla İlgili Görüşler

İslam bilginleri kitap ve sünnette zikredilen fıtrat kavramının

tarifi hakkında farklı görüşler ileri sürmektedir. Bunun en önemli

sebebi, “Her çocuk fıtrat üzerine doğar” hadisinin devamında dinle-

yenlerin Hz. Peygambere: Küçükken ölenler hakkında ne dersiniz

(cennetlik mi cehennemlik mi?) diye sormaları oluşturmaktadır.33

Bunun sonucunda çocuğun mümin/kâfir, saîd/şakî olup olmaması

ile ilgili kelam tartışmaları da söz konusudur. Biz bu tartışmalara

girmekten ziyade fıtrat kavramı etrafında oluşan anlamlara değinece-

ğiz.

İbn Abbas’tan (ö. 68/687–688) tefsir rivayet edenlerin en önem-

lisi ve tabiinin meşhurlarından olan Mücâhid’e (ö. 104/722) göre fıt-

rat, İslam dinidir.34 es-Sanânî (ö. 211/826), et-Taberî (ö. 310/923) ve

es-Süyûtî (ö. 911/1505) de fıtratı İslam olarak tefsir etmektedirler.35

ez-Zürkânî (1122/1710) fıtrat hadisi ve özellikle fıtrat ayetini delil

getirerek; ‘sen yüzünü, hanif (Allah’ı birleyici) olarak, Allah’ın fıtra-

tı(na uygun olan) dine çevir’ sözleri ile Allah; fıtratullah kavramı ile,

fıtratı kendisine izafe ederek onu yüceltmektedir. Peygamberinden de

32Halil b. Ahmed, a.g.e., VII, 418.

33Bu hadis ileride ayrıca incelenecektir.

34Mücâhid b. Cebr el-Mahzûmî, Tefsîru Mücâhid, thk.: Abdurrahman es-Sûretî, el-

Menşûrâtü’l-İlmiyye, I-II, Beyrut ts., II, 500.

35es-Sanânî, Abdürrezzak b. Hemmam, Tefsîru’s-Sanânî, thk.: Mustafa Müslim

Muhammed, Mektebetü’r-Rüşd, I-II, Riyad 1410, II, 103; et-Taberî, Câmiu’l-beyân

an te’vîli âyi’l-Kur’ân, Dâru’l-Fikr, I-XXX, Beyrut 1405, XXI, 40, 41; es-Suyûtî,

Celaleddin, ed-Dürru’l-mensûr fi’t-tefsîr bi’l-me’sûr, Dâru’l-Fikr, I-VIII, Beyrut 1993,

bunun gereğini, fıtratullaha uygun hareket etmesini istemektedir. Bu

hususlar bizi fıtratın İslam olduğu sonucuna götürmektedir.36

Ebu Hanife (ö. 150/767) ahitleşme ayetini37 delil getirerek; “Kim

bu ahitten sonra kâfir olduysa muhakkak ki (o fıtrî ve vehbî imanını

kendi fiili ile) değiştirmiş, kim de iman ve tasdik ettiyse hakikaten

onun üzerinde sebat ve devam etmiştir. Allah yarattıklarından hiç

birini ne küfür üzerinde ne de iman etmeleri yönünde zorlamaz. On-

ları ne mümin ne de kâfir olarak yaratmamıştır.”38 sözleri ile insanla-

rın yaratılışta iman- küfür gibi sonradan kazanılan bir özellikte değil,

bu iki durumu da kabul edebilecek, özellikle de ahitleşme ayetinde

vurgulandığı üzere selim fıtrata uygun düşen Rabbini tanıma özelliği

ile yaratıldığını ifade etmektedir.

el-Ferrâ (ö. 207/822) ve en-Nehhâs’a (ö. 338/950) göre fıtrat,

Allah’ın kullarını kendisinin Rab ve müdebbir olduğunu bilmeleri

esası üzerine yaratmasıdır.39

İbn Kuteybe (ö. 276/889), Allah’ın İn-

sanları bulundukları hal üzere yaratmasıdır,40 şeklinde tarif etmek-

tedir. ez-Zeccâc (ö. 311/923) ise fıtratı, hadiste geçtiği üzere beşerin

üzerinde yaratılmış olduğu hilkat olduğunu ifade eder. Allah’ın, Â-

dem’in sulbünden zürriyetini zerre gibi çıkardığında, kendilerinin

yaratanı olduklarına kendileri şahitlik ettiler. İşte fıtratullah ile Al-

lah’ın, insanları üzerinde yarattığı din kastedilmektedir.41

Vâhidî’ye (ö. 468/1075) göre fıtrat, Allah’ın müminleri üzerinde

yaratmış olduğu İslam ve tevhittir. Çünkü (ona göre) müşrikler İslam

üzere yaratılmamışlardır.42 el-Kurtubî (ö. 671/1273) “genel olarak

insanların yaratılışta mümin/kafir diye aralarında bir fark olmadığı

hususunda tevil ehlinin ittifakı vardır” diyerek bu görüşe itiraz et-

mektedir.43

el-İsfehânî’nin insanın fıtratı (yaratılışı) ile ilgili değerlendirmele-

rini şöyle özetleyebiliriz: İnsan aslı itibariyle fiillerini ve ahlakını dü-

zeltebilme, bu özelliklerinin bozulmasının sebeplerini tefrik edebilme

özelliği ile yaratılmıştır. Bu nedenle onun için iyi veya kötü davranış

ve hareket tarzını gerçekleştirebilmesi mümkündür. Bu iki yoldan

birine meyledebilir. “Gerçek şu ki, biz insana yolu-yöntemi gösterdik;

şükredici, ya da nankör (olması artık kendisine kalmıştır).44 “ve ona

(kötülüğün ve iyiliğin) iki yolunu da göstermedik mi?”45 ayetleri de

buna işaret etmektedir. İlk defa yaratılışta iki hususu yapabilme ö-

zellikleri ile yaratılmış olması cihetiyle biz insana iki yolu da öğrettik.

Artık bundan sonra hayır veya şer bu ikisinden hangisi ile meşgul

olur, ülfet ederse ona dönmüş olur. Bu eylemi (iyi veya kötülüğü) a-

det haline getirirse bu onda huy haline gelir. Bunda devam etmesi

durumunda bu özellik onun karakteri olur. Bundan sonra bu hu-

yundan vazgeçmeye çalışsa da artık mümkün olmaz.46 İnsana insan

denmesinin sebebi de, iyilik veya kötülük gördüğünde ona ünsiyet

kurabilme özelliğinden dolayıdır.47

İmam Gazâlî (ö. 505/1111) de insanın iyilik ve kötülük yapabil-

me kabiliyetleri ile yaratıldığını, yaratılışta her insanın vermeğe (cö-

mertliğe) de, vermemeğe (cimriliğe) de istidatlı olduğunu ifade et-

mektedir. Ona göre insanın bunlardan her ikisine de kuvvet ve kud-

reti vardır.48 Bunun yanında çalışma ile elde edilecek güzel huylar da

insanın tabiatında mevcuttur.49 Mizaçta galip olan itidaldir. Her ço-

cuk sağlam bir fıtrata sahip olarak mutedil doğar. Sonra anne-babası

Yahudi ise onu Yahudi, Hıristiyan ise onu Hıristiyan, Mecusî ise onu

Mecusî yapar. İnsan sonradan öğrenip yapması sebebiyle ahlâksızlık-

lara bulaşır.50 Yani Gazâlî, insanın özü itibariyle iyiliğe ve kötülüğe

mûtedil (eşit uzaklıkta) olduğunu, sonradan yapıp etmeleri ile mev-

cut kabiliyetlerini geliştireceğini kabul etmektedir.

el-Kurtubî, fıtrat kavramı ile ilgili şu görüşlere yer vermektedir:

Bir görüşe göre “Fıtrat”, din manasına gelmektedir. Bu da Allah’ın

dinine, yaratış gayesi ve esasına uyun demektir. Çünkü “Ben cinleri

44

İnsan, 76/3; “Hakikati inkar etmek” (küfür), insanın hem fıtratında mevcut olan

Allah’ın varlığını tanıma yeteneğini baskı altına alması, hem de sahip olduğu, iyiyi

ve kötüyü içgüdüsel olarak kavrama yetisini göz ardı etmesi anlamına gelir (Mu-

hammed Esed, Kur’an Mesajı, Meal-Tefsir, çev.: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, I-III,

İşaret Yayınları, İstanbul 1999, III, 1215, 5 nolu dipnot).

45

Beled, 90/10.

46

Rağıb el-İsfehânî, Tafsîlü’n-neşeteyn ve tahsîlü’s-saadeteyn, thk.: Esad es-

Sahmerânî, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 1988, s. 153; Rağıb el-İsfehânî, ez-Zerîatü ilâ

mekârimi’ş-şerîa, thk.: Tâhâ Abdurrauf Sa’d, Mektebetü’l-Külliyyati’l-Ezheriyye,

Kahire 1973, s. 61.

ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”51 ayetinde geç-

tiği üzere insanlar bunun (dinin ahkâmını yerine getirmek) için ya-

ratılmışlardır. Dinden kasıt ‘ed-dînü’l-kayyim’dir.52 O da, İslam dini-

dir. Diğer bir görüşe göre fıtrat, ilk defa bir şeye başlamak demektir.

Bu da Allah’ın mahlûkatı ilk defa yaratmaya başlamasını ifade eder.

Fıtrat Arapça’da da başlamak anlamına gelmektedir. Buna delil ola-

rak İbn Abbas’tan şu olayı nakleder: Ben iki Arap’ın bir kuyunun ba-

şında biri diğerine, ‘ene fatartüha’, yani önce ben başladım diye tartı-

şıncaya kadar ‘gökleri ve yeri yoktan var eden’53 ayetinin anlamını

anlayamamıştım.54

Ayet ve hadislerde geçtiği üzere fıtrat, hilkat; fatır da halik an-

lamında yaratma ve yaratan manasına gelmektedir. Fıtrat ilk defa

yaratmaya başlamak demektir. Göklerin yaratılması, devenin azı di-

şinin çıkması ve kuyuyu yardım, yani ilk defa onu ben kazdım ifade-

lerinde geçen fatır ve fatara kelimeleri ilk defa yaratma manasında

kullanılmaktadır.55

Elmalılı Hamdi Yazır’a (ö.1361/1942) göre fıtrat, ilk yaratmak

demek olan yaratılışın ilk tarz ve şeklini ifade eder. Bundan maksat

her ferdin kendine mahsus olan cüzî yaratılışı değil, bütün insanla-

rın insan olmaları bakımından yaratılışlarında esas olan ve hepsinde

ortak bulunan genel yaratılıştır.56

Sonuç olarak ilk dönem İslam âlimleri “fıtrat” kavramını genelde

“İslam” olarak tarif ederler. Bunda konu ile ilgili ayet ve hadislerin

büyük etkisi olmuştur. Ayrıca Allah’ın, kendisinin Rab olduğunun

bilinmesi için kullarına verdiği bir kabiliyet olduğu da ifade edilmek-

tedir. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarat-

tım” ayeti delil getirilerek ‘insanların üzerinde yaratıldığı din’ olduğu

görüşüne de yer verilmektedir. Bir başka yorum olarak fıtrat; insan-

ların yaratılıştan getirdikleri safiyettir. İnsanlar daha sonra yaptıkları

iyi veya kötü amelleri sebebiyle mümin ya da kâfir olmaktadırlar.

Konu ayet ve hadislerin yorumlarına yer verildiği yerde yeniden de-

ğerlendirilecektir.

Bu açıklamalar ışığında fıtrat kavramını, “yaratılışta insana veri-

len yaratanını tanıma ve ona boyun eğme, iyi veya kötüyü yapabilme,

iyi özelliklerini koruduğu ve devam ettiği sürece iyiye; kötü davranış-

51Zâriyât, 51/56.52Rûm, 30/43.53Fâtır, 35/1.

lara devam ettiği sürece de kötülüğe yakın olabilme kabiliyeti” şek-

linde tarif etmek mümkündür.

C. Fıtrat Kavramının Eşanlamlıları

Kur’ân’ı Kerim’e göre ilahlık vasfının en önemli özelliğinin ya-

ratma olduğunu ifade etmiştik. Kur’ân’da Allah’ın gökleri, yeri ve her

şeyi yarattığına, onun dışındakilerin hepsi bir araya toplansalar bir

sineği bile yaratamayacaklarına yer verilmektedir. Konuyu daha net

ifade etmek üzere, “Yaratan, hiç yaratmayan gibi olur mu?”57 ayeti

ile yaratıcılık vasfının ilahlık için zorunlu bir vasıf olduğuna dikkat

çekilmektedir. Bu özelliğe sahip olduğundan dolayı Kur’ân’ı Kerim’de;

göklerin, yerin, güneşin, ayın, yıldızların, bitkilerin, hayvanların ve

insanların yaratıcısının Allah olduğu ve yaratmaya hâlen de devam

ettiğine dair birçok ayet söz konusudur. Kur’ân’da yaratmanın deği-

şik safhalarının anlatıldığı pek çok kavram bulunmaktadır. Fıtrat

kavramı, yaratmanın ilk döneminde yer aldığı için, biz burada bu

safhadaki kavramlarla fıtrat kavramı arasındaki ilişkiye yer verece-

ğiz.

1- Fıtrat ve Bed’

Bedî’, “alet, madde, zaman ve mekân olmadan bir şeyi yoktan

var eden; örneği ve benzeri bulunmayan ilk varlık ve yaratılan şey”

manalarına gelir.58 Başka bir ifadeyle bir şeyi, bir varlıktan, bir olu-

şumdan veya bir noksanlıktan kemale gitme durumu olmadan bir

defada yoktan var etmek anlamındadır. Bu da başkaları için değil

ancak bârî (yaratan) sıfatına sahip olan Allah için söz konusu olabi-

lir.59

Bedî’ ismi, Allah’ın esmâ-i hüsnasından biridir. Bir şeyi yoktan

var etmeyi, bir şeyi varlık âlemine getireceğinde kendisinden başka

kimsenin ona ortak olamayacağını ifade eder.60

Kur’ân’ı Kerim’de b-d-a kökünden türeyen dört tane kelime bu-

lunmaktadır. Bir şeyi ilk defa ortaya atan, hiç söylenmemiş bir şeyi

söyleyen manasına “bid’an”61 isminin yanında, ortaya yeni bir şey

çıkarmak, icat etmek manasında “ibtede’ûhâ”62 fiili zikredilmektedir.

Bunların dışında iki yerde geçmekte olan bedi’ sıfatı, ikisinde de

“gökleri ve yeri yoktan yaratan” anlamında Allah’a nispet edilmekte-

57Nahl, 16/17.61Ahkaf, 46/9.62Hadid, 57/27.

dir.63 Her iki ayetin öncesinde Allah’a çocuk, oğullar ve kızlar izafe

eden Yahudi, Hıristiyan ve müşrik Arapların inancı reddedilerek Al-

lah ile kâinat arasındaki ilişkinin baba-evlat münasebeti değil, yara-

tan yaratılan ilgisinden ibaret olduğu vurgulanır.64 Oysa Allah, gökle-

ri, yeri ve onların içindeki her şeyi, bir düzen üzere ve sadece "ol!"

demekle icat etmiştir. Öyleyse ona nasıl oğullar ve kızlar isnat edile-

bilir.

Kur’ân yorumcuları, özellikle bedi’ kavramının yer aldığı ayetleri

göz önüne alarak, Allah’ın kâinatı yoktan yarattığını kabul etmekte-

dirler. İslam akaidinin ilk ve en önemli temel kaynağı kabul edilen

“Fıkh-ı Ekber” adlı eserinde İmam-ı A’zam da; “Allah eşyayı (kâinatı)

herhangi bir şeyden (meydana gelmiş) olmayarak (yoktan) yarattı,”65

görüşüne yer vermektedir.

Bu açıklamalardan sonra anlıyoruz ki, yoktan var oluşu ifade

eden ibdâ’ ile fıtrat arasında şu şekilde bir ilgi kurulabilir. İbdâ’ daha

ziyâde yoktan var etme anlamında kullanılmaktadır. Fıtrat ise ibdâ’

fiilinden sonraki aşama olabilir. Yaratılan, yokluğun içerisinden çı-

kartılan ise gökler, yer, insanlar ve diğer canlılardır. Herhangi bir

şeyin bir maddeden veya ilk yaratılıştaki gibi yokluktan ilk icadı ve

ilk çıkışına fatr denir. Şu halde fıtrat, öncül bir ilimle takdir etmek

manasını da içeren yaratma kavramının ikinci kısmını oluşturmak-

tadır.66

2- Fıtrat ve Halk

Yaratmayı ifade eden kavramlardan biri h-l-k kökü ve türevleri-

dir. Haleka; bir şeyi yoktan var etmek veya bir şeyden bir şeyi yarat-

mak anlamlarına gelmektedir.67

Bu kelime Kur’ân’da iki yüz altmış

yerde geçmektedir.68 Bunlardan iki yüz elli birinde, doğrudan yarat-

ma ile ilgili olarak kullanılmıştır.69 Halk, mastar olmasına rağmen

ism-i mef'ûl anlamında da kullanılır. O takdirde yaratılan manasın-

63En’âm, 6/101; Bakara, 2/117.

dadır. Kelime yoktan var etme “ibdâ” ile eş anlamlı olduğunda, yal-

nızca Allah için kullanılmak üzere hâlik denilir. Bir başka şeyden

meydana getirme, takdir etme anlamıyla Allah'tan başka varlıklar

için de hâlik kelimesi kullanılabilir.70 el-İsfahânî’ye (502/1108) göre

hâlik kelimesi insanlar için kullanıldığında şu şiirde olduğu gibi;

“düzenleme, belirleme ve takdir” anlamına gelir: “Sen düzenlersin

halk ettiğin şeyi / Bazıları ise halk eder, ama düzenleyemezler.”71

“Fatr” ve “halk” kelimeleri yaratma, “fâtır” ve “hâlik” kelimeleri

yaratan, “fıtrat” ve “hilkat” kelimeleri de yaratılış anlamlarında aynı

manaya gelmektedir. Ancak f-t-r ve türevleri, yoktan var etme anla-

mında yalnız Allah için kullanılırken h-l-k ve türevleri, yoktan var

etme anlamında kullanılmasının yanında başka varlıklar için de kul-

lanılması yönüyle fıtrat kelimesinden ayrılmaktadır. Yoktan var etme

manası cihetiyle bakıldığında “fâtır” kelimesi ile “hâlik” kelimesi ara-

sında da ince bir fark vardır. “Fâtır” sıfatı “hâlik” sıfatının içindedir

ve ilk defa yaratmaya başlayan demektir. “Hâlik” daha ziyade Türk-

çede kullandığımız “yaratan” anlamına gelmektedir. Yaratma olayının

gerçekleşmesi için kullanılır. Ancak yaratma olayının zamanı, sırası,

takdiri, gayesi söz konusu olduğunda “fâtır” kavramı ile karşılaşmak-

tayız. Bu da bir varlığın nasıl, ne zaman, hangi gayeye yönelik olarak

yaratılması anlamını taşır ki, buna fıtrat denilir.

Gökler, yer, bütün varlıklar hangi özelliklerle ve hangi gayeyi

yerine getirmek üzere yaratılmışlarsa bunun dışına çıkamazlar. Gök-

ler ve yer ister istemez onun buyruğuna boyun eğmiştir. Daha doğ-

rusu isteyerek boyun eğmektedir.72 Yani her şey kendi karakteri ve

kendisi için belirlenen yasaya göre hareket etmektedir.73

Buna

fıtratullah veya sünnetüllah denilir. Ancak insan yaratılışı itibariyle

diğer varlıklardan ayrıdır. Özü itibariyle Allah’ı tanıma ve ona boyun

eğme kabiliyeti ile yaratılmış olmakla birlikte,74 bunun aksine ona

asi olup bedbaht da olabilmektedir.75

Fıtrat ile halk arasındaki bir diğer ilişki de, Kur'ân-ı Kerim’de bir

yerde geçen fıtrat kavramından hemen sonra “Allah'ın yaratması

değiştirilemez”76 şeklinde halk kelimesinin geçmesidir. Fıtrat ayeti

işlenirken bu hususa yer verilecektir.

72Fussilet, 41/11.73İsra, 17/84.74Rûm, 30/30.75Tîn, 95/4–5.

76Rûm, 30/30.

3- Fıtrat ve Ca’l

Değişik anlamları ihtiva eden ce’ale kavramı yaratma ile ilgili

olarak; bir şeyden bir şey var etmek, bir halden bir hale döndürmek

manalarına gelmektedir.77 Bu manaları itibariyle ce’ale kelimesinin

yoktan yaratma ile bir ilgisi olmadığını söyleyebiliriz. Ce’ale fili,

halekadan sonra düzenleme, şekil verme, yaratılan şeyler üzerindeki

bazı değişikler için de kullanılmaktadır. Bu nedenle ce’ale kavramı

yaratma ile ikinci derecede alakası olan bir kelimedir.78

Ce’ale fili kullanarak yaratılışın gerçekleşmesinden sonraki olu-

şumlar ile alakalı Kur’ân’da: Yaratıldıktan sonra göklerin bir tavan,79

arzın bir karar yeri,80 bir beşik,81 döşek82 haline dönüştürülmesi, in-

sanların millet ve kabilelere ayrılması83 gibi ayrıntılara yer verilmek-

tedir.

En’am suresinin birinci ayetinde gökler ve yer hakkında halk

(yaratmak), karanlıklar ve nur hakkında ca’l (yapmak) denilmiştir.

Tefsirciler diyorlar ki “ca’l” de “halk” gibi bir inşâ ve yaratmadır. Şu

kadar ki halk, tekvînle ilgili inşâya tahsis edilmiş ve bir takdir ve tes-

viye mânâsını da içine alır. Yani halk kavramında, yaratılanın her

yönüyle özel kaderlerini yoktan var eden ve takdir eden öncü ve bir

kapsayıcı ilim ve ona göre gerek maddesiz ve gerek bir maddeden

yapma ve düzen verme manası vardır. Ve bu şekilde fıtrat (yaratma

ve tabiat) anlamı, halk (yaratma) ve hilkat (yaratılış) anlamından bir

cüzdür. Ca’l (yapma) ise bu ayette olduğu gibi tekvînî inşâ ile ilgili bir

kavramdır.84

Örneklerde görüldüğü gibi ce’ale, yaratmadan sonra yapılan dü-

zenleme, şekil verme gibi değişiklikler için kullanılmaktadır. Bu du-

rum fıtrat kavramı ile ifade ettiğimiz ilk yaratmadan sonraki değişik-

likleri ifade etmek için kullanılmaktadır.

Kur’ân’ı Kerîm’de yaratma kavramı ile ilgili doğrudan85 veya do-

laylı olarak ilk yaratma, ikinci kez yaratma, yeniden yaratma, son

yaratma, diriltme, yeniden diriltme, canlandırma vb. manalara gelen

pek çok kelime bulunmaktadır.86 Bu ayetlerde geçen fiiller yalnız Al-

lah'a izafe edildiği gibi, onun dışındaki varlıklara da atıflar yapılmak-

79Enbiya, 21/32.80Mü’min, 40/64.81Tâhâ, 20/53.82Bakara, 2/22.

83Hucurât, 49/13.

tadır. Ancak bu kavramlar, fıtrat kavramının ifade ettiği yaratma za-

manından uzak oldukları için onlara yer verilmemiştir.

G. Fıtrat Kavramının Hanif Kavramıyla İlişkisi

Hanif lügat itibariyle şerden hayra, hayırdan şerre meyletmek-

tir.87 Doğuştan ayağı dışa doğru olan ve bu nedenle düzgün basama-

yan bir adamın ayağı gibi bir şeye yönelen ve ondan yüz çeviremeyen

kimse anlamı da vardır.88 Bu kavram daha sonra bütün dinlerden

yüz çevirerek Müslüman olmak anlamında kullanılmıştır. Yani hak-

ka yönelen kimse demektir. Sadık, samimi, içten dürüst anlamlarına

gelen muhlis; dümdüz, dosdoğru, isabetli anlamlarında müstakim

anlamı da vardır. Cahiliye döneminde sünnet olan ve hacceden kim-

seye hanif deniliyordu. Çünkü cahiliye dönemindeki Arapların İbra-

him dininden sünnet olma ve haccetme dışında tutunacakları hiçbir

şey yoktu. İslam geldikten sonra Müslüman oldu anlamında hanif

oldu denilmiştir.89

Hanif; samimi olmak,90 din ve itaat konusunda dosdoğru ol-

mak,91samimi olarak yüzü Allah’a çevirmek, din ve amel konusunda

samimi olmak,92 dosdoğru Allah’a dönmek,93 ondan başkasından yüz

çevirmek,94 mensuh ve muharref bütün dinlerden yüz çevirmek95

manalarına gelmektedir.

Elmalıya göre “Hanif”, hanef mastarından bir sıfattır. Sapıklık-

tan istikamete, çarpıklıktan doğruluğa meyleden anlamına gelir.

Hanifin asıl anlamı, eğriliği bırakıp doğruya giden demektir. Bu ma-

na ile örfte İbrahim milletine isim olmuştur ki, başka dinler ile batıl

mabutlardan çekinip, yalnız bir Allah'a eğilen, Allah'ı bir bilen de-

mektir. “Şirk koşmaksızın yalnız Allah'a inananlardır.”96 ayeti de bu-

na işaret etmektedir. Buradaki “hanîfen”; ilimsiz olarak hevaya tabi

olmanın ve şirkin tam zıddı olan hakka meyli, doğruluğu ve tevhidi

ifade etmektedir. Ve mana şu olur: Sen yüzünü dine öyle tut, öyle

96Hac, 22/31.

tam yönel ki, o eğriliklerden, o bozuk hevalardan, batıl meyillerden

sakınıp yalnız hakka meylederek dosdoğru Allah fıtratına, dine yani

fıtrat olan (yaratılışa uygun düşen) Allah'ın dinine, Allah'ın o fıtratı-

na, o yaratışına sarıl.97

Hanif kavramı Kur’ân’da on iki yerde geçmektedir.98 Bunlardan

dokuzunda, hanifliğin müşriklikten farklı ve onun karşıtı olduğu ifa-

de edilmektedir. Yine Kur’ân, Hz. İbrahim’i hanif olarak nitelemek-

te,99 onun Yahudi ve Hıristiyan olmadığını da tasrih etmektedir.100

Bunun yanında Ehl-i Kitab’ın hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri

de vurgulanmaktadır.101 Hz. Peygamber ve ona uyanlardan da hanif

olarak Allah’a kulluk etmeleri emredilmektedir.102 Buna göre haniflik

müşriklik olmadığı gibi Yahudilik ve Hıristiyanlık da değildir. Kur’ân

Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlardan hanifler olarak Allah’a kulluk

etmelerini istemekle bu üç dinin mensuplarını Hz. İbrahim’in tebliğ

ettiği haniflik (şirk ve küfürden uzaklaşarak Allah’a yönelme) dini

ortak paydasında birleştirmeyi hedeflemektedir. Çünkü İslam, özelde

Hz. Peygambere vahyedilen dinin adı olmakla birlikte, genelde Hz.

Âdem’den beri vahiy yoluyla gelen dinlerin genel adıdır. Bu nedenle

Allah Müslümanlara, “Babanız İbrahim’in dinin(ne uyun)” dedikten

hemen sonar, o (Allah) bundan (Kur’ân’dan) önce (ki kitaplarda) de,

bunda (Kur’ân) da size ‘Müslümanlar’ adını verdi ki, elçi size şahit

olsun.”103 ifadeleri ile İslam adının vahiy yoluyla gelen dinlerin genel

adı olduğunu vurgulamaktadır. Dolayısıyla haniflik (şirk ve küfürden

uzaklaşarak Allah’a yönelme) Allah’ın başlangıçtan itibaren insanlara

bildirdiği ve fıtrat ayetinde ifadesini bulduğu üzere insan tabiatına

(Fıtrata) en uygun dindir.

Hanif kavramı Kur’ân’daki anlamı itibariyle hadislerde de yer

almaktadır. İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber’e,

“Allah katında hangi din daha makbukdür?” diye sorulduğunda, “ko-

laylaştırılmış haniflik” demiştir.104 Hz. Peygamber’in konuyla ilgili bir

başka hadisi, “Allah, ‘kullarımın hepsini hanif olarak yarattım’ bu-

yurdu”105 mealindedir. Ayrıca Hz. Peygamber, “Ben Yahudilik ve Hı-

ristiyanlıkla değil kolaylaştırılmış haniflikle gönderildim”106 buyur-

maktadır.

99En’am, 6/79.100Bakara, 2/135; Al-i İmran, 3/67.

101Beyyine, 98/5.102Yunus, 10/105; Rûm, 30/30.

103Hac, 22/78.

Bu hadisler, yukarıda yer verilen ayetlerin birer yorumu olarak

alınabilir. Ayetlerde Hz. Peygamber’e, hanifliğe uyması emredilirken,

hadislerle bu husus Hz. Peygamber tarafından teyit edilmektedir.

Dolayısıyla Hz. Peygamber’in getirdiği din aynen Hz. İbrahim’in getir-

diği din gibi, insanların şirk ve küfürden uzaklaşarak Allah’a yönel-

mesini isteyen haniflik dinidir. Bundan dolayı İslami eserlerde hanif

kelimesi, İslam kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılmıştır. Hz

Peygamber’in ifade ettiği ‘kolaylaştırılmış haniflik’ ifadeleri de; “Allah

katında hak din İslam’dır”107, “Kim İslam’dan başka bir din ararsa,

bilsin ki, (o din) ondan kabul edilmeyecektir”108, “Sizin için din olarak

İslam’ı seçtim ve ondan razı oldum”109 ayetleri çerçevesinde bakıldı-

ğında ‘kolaylaştırılmış haniflik’ ifadelerinin İslam’dan ayrı bir din ol-

ması düşünülemez.110

Hanif kavramı yaratılıştan getirilen safiyeti ifade eder. Çocuk dış

çevre ile irtibata geçtikten sonra bu özelliği bozulmaya başlar ki,

bunda en büyük etken şeytandır. Şeytanın insana musallat olarak

onun yaratılıştaki temizliğini bozacağını Hz. Peygamber şöyle dile ge-

tirmektedir. “Ben bütün kullarımı hanifler (salim fıtrat, şirk ve kü-

fürden uzaklaşarak Allah’a yönelme) olarak yarattım. Ancak muhak-

kak onlara şeytanları geldi de dinleri konusunda onları aldattı. Ken-

dilerine helal kıldığım şeyleri onlara haram kıldı. Hiç bir delil indir-

mediğim halde (öne sürebilecekleri kabul edilebilir hiç bir delilleri

olmamalarına rağmen) beni ortak koşmalarını emretti.”111

Bu hadis ve Hz. Peygamber’in her doğan çocuğun fıtrat üzere

doğacağını ifade ettiği hadis göz önüne alındığında, hanif ile fıtrat

kavramı arasında birbirinden ayrılması mümkün olamayacak dere-

cede bir ilginin olduğu söylenebilir. Konunun daha iyi anlaşılması

açısından fıtrat hadisinin hemen akabinde, yüzünü hanif olarak fıt-

rat dinine çevrilmesini112 ayetine de yer vermek gerekir. Hadisler ve

ayet birlikte müzakere edildiğinde şu sonuçlara ulaşılabilir: Allah

insanları kendisini idrak ve kabule uygun (fıtrat üzere) yaratmakta-

dır. Allah’ın insanlara verdiği bu yaratılış ve tevhit özelliğini her türlü

107Al-i İmran, 3/19.108Al-i İmran, 3/85.109Maide, 5/3.112Rûm, 30/30.

şirk ve küfürden uzak tutmak (hanif olmak) gerekir. Bu en doğru

dindir. Ancak insanlar, özlerindeki bu anlayış ve kavrayışı dünyaya

geldikten ve dilleri dönmeye başladıktan sonra koruma konusunda

zorluk çekebilirler. Anne-babaları, şeytanın sürekli dürtüleri veya

onları Allah’tan uzaklaştıran her türlü oluşuma karşı duramayabilir-

ler. Bu durum geçicidir. İnsan için asıl olan şirk ve küfürden uzak

olarak (hanif) yaratılışına uygun (fıtrat) bir tavır sergilemesi ve Al-

lah’a yönelmesidir.

D. Hadislerde Fıtrat Kavramı

Fıtrat kavramına Kur'ân’da yer verildiği gibi Hz. Peygamber’in

hadislerinde de yer almaktadır. İçinde fıtrat kavramının yer aldığı en

önemli hadis, fıtrat hadisidir. Bundan başka “Beş veya on şeyin fıt-

rattan olduğu” ile ilgili hadisler de söz konusudur. Ayrıca içinde fıtrat

kavramının yer aldığı farklı konulardaki hadislere de rastlanmakta-

dır. Şimdi fıtrat hadisinden başlayarak konu ile ilgili hadisleri göre-

lim.

Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber şöyle bu-

yurmaktadır: “Her çocuk ancak fıtrat üzere dünyaya getirilir. Bun-

dan sonra anası babası (Yahudi ise) onu Yahudi yaparlar, (Hıristiyan

ise) onu Hıristiyan yaparlar, (Mecusi ise) onu Mecusi yaparlar. Nite-

kim kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde siz kulağı, burnu,

ayağı kesik olanını hiç görüyor musunuz?” Bundan sonra Ebu

Hureyre şu ayeti okudu: “Sen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak doğruca

dine çevir: Allah'ın yaratma yasasına (uygun olan dine dön) ki, in-

sanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte

doğru din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”113

Bu hadisin başka bir rivayetinde: “Doğrulan her çocuk muhak-

kak millet (din) üzere olduğu halde doğrulur. Gönlündeki itikadını

dili ile beyan edip açıklayıncaya kadar şu İslam milleti üzere bulu-

nur. Fıtrat dininden başka değişik bir şey üzerine değildir” ifadeleri-

ne yer verilmektedir.114

Bu hadisin rivayet edildiği bir başka varyantında İbn Şihab ez-

Zührî (124/742), her ölen çocuğa, zina eden bir kadına ait olsa bile

cenaze namazı kılınır. Çünkü o çocuk İslam fıtratı üzere yaratılmış

olup, o fıtrat üzere doğrulmuştur.115 Buhârî (256/870) bu hadisi

‘müşriklerin ölen çocukları hakkında söylenmiş hadisler babında’

zikrederken116, Müslim (261/875) ‘kâfir ve Müslüman çocuklarının

ölümlerinin hükmü’ başlığı altında yer vermektedir.117 Hadisin de-

vamında dinleyenler: Ey Allah’ın Rasûlü, küçükken ölenler hakkında

ne dersiniz (cennetlik mi, cehennemlik mi?) diye sordular. Hz. Pey-

gamber şu cevabı verdi: “Allah onları yarattığı zaman onların ne ya-

pacaklarını, neyi işleyeceklerini en iyi bilendir.”118

Konu ile ilgili bir başka hadis şöyledir: Hz. Peygamber Huneyn

savaşında bir birlik gönderdi. Onlar müşriklerle savaştılar. Çocukla-

rına varıncaya kadar onları öldürdüler. Geldiklerinde Hz. Peygamber:

“Çocukları öldürecek kadar ileri gitmekten ne elde ettiniz?” dedi. On-

lar: “Ya Rasûlellah, ama onlar müşriklerin çocukları idiler.” dediler.

Hz. Peygamber: “Sizin en hayırlınız müşriklerin çocuklarıdır. Nefsim

elinde olan Allah’a yemin ederim ki, her doğan çocuk İslam fıtratı

üzere doğar. Dili dönünceye kadar bu fıtratta kalır.”119

Değişik varyantları ile vermeye çalıştığımız bu hadis, her doğan

çocuğun fıtrat üzere doğduğunu ifade ederken âlimler, Müslüman,

müşrik veya kâfir kimselerin çocukları hakkında farklı görüşler ileri

sürmektedirler. Genelin kabulü, Müslüman çocukların mükellef ol-

madan önce öldükleri için cennetlik oldukları yönündedir. Müşrik

ailelerin buluğ çağından evvel ölen çocukları ile ilgili farklı üç görüş

vardır. Birincisi, bu çocukların dünya hayatında babalarına tabi ol-

makla birlikte ahirette Müslüman çocukları ile birlikte olduklarıdır.

Bu konuda herhangi bir hüküm verilemez diyenler olmuştur. Üçün-

cü görüş sahipleri muhakkik âlimlerdir ki, bunlara göre müşrik aile-

lerin çocukları da cennetliktir. Bu görüşlerini “Hiçbir günahkâr baş-

kasının günah yükünü taşımaz. Biz Peygamber göndermedikçe azap

edecek değiliz”120 ayeti ile desteklemektedirler. Ayrıca; reşit oluncaya

yahut bir peygamberin risaleti kendisine ulaşıncaya kadar çocuk için

bir sorumluluk yoktur, bu konuda âlimlerin ittifakı vardır,121 ifadele-

ri de bu konuyu teyit etmektedir.

Fıtrat kavramı üzerine hadis âlimleri de benzer şeyler söylemiş-

lerdir. Bunlar içinde en meşhur olan görüş, fıtratın İslam olduğu-

120İsrâ, 17/15.

dur.122 Bu konuya Ebu Hureyre’nin hadisin hemen devamında yer

verdiği: “Allah'ın yaratma yasasına (uygun olan dine dön) ki, insanla-

rı ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru

din odur.” ayetini de delil getirmektedirler. Buradaki Allah’ın yarat-

masından kasıt, inkâr, iman, Allah’ı tanıma veya reddetme şeklinde

bütün insan neslinin doğuştan getirmiş olduğu özelliktir.123

Âlimlerin hadiste geçen fıtratın manası hakkında ihtilaf etmele-

rinin sebebi, kaderiyenin bu hadisi delil getirerek küfür ve isyanın

Allah’ın takdiri ile olmadığı, aksine insanların ilk defa ortaya koyduk-

ları bir eylem olduğunu ileri sürmeleridir. Bazı âlimler kaderiyenin

bu yorumu nedeniyle fıtratın İslam manasına olduğu görüşünü tevil

etmeye çalışmışlardır. Ancak hadisin sonunda Hz. Peygamberin,

müşriklerin çocuklarının durumunu soran dinleyenlere söylediği,

“Allah onları yarattığı zaman onların ne yapacaklarını, neyi işleyecek-

lerini en iyi bilendir” sözü bu görüşte olanlara bir cevap niteliği taşı-

maktadır.124

Fıtrat kavramının lügat anlamlarını içeren ilk defa bir şeye baş-

lama, bir şeyi yoktan var etme anlamlarına da yer verilmektedir. Ha-

disin işaret ettiği husus, her çocuğun yaratılış özelliği itibariyle ve

isteyerek hakkı kabul etmeye hazır halde yaratılmış olmasıdır. Ço-

cuk, insan ve cinlerden olan şeytanlardan uzak olursa bunun gere-

ğini yerine getirir. Yani Allah’ın razı olmayacağı şeyleri tercih etmez.

Yaratılışına uygun hareket eder. Tıpkı kusursuz bir hayvanın yine

kusursuz yavru doğurması gibi ki, insanların azalarına zarar verme-

dikleri sürece o hayvan kusursuz bir hayvandır.125 Burada hadiste

yer verilen anne-baba ile çocuğun çevresinin önemine vurgu yapıl-

maktadır. Bu husus hadiste, sonradan müdahale edilmedikçe hay-

van nasıl sağlam yavrular dünyaya getiriyorsa, insana da müdahale

edilmedikçe safiyetini koruyacağı şeklinde örneklenmektedir. Hadiste

yer verilen bir diğer husus, çocuğun safiyetini dili dönünceye kadar

koruyacağıdır. Bu konu belki de ayrıca ele alınıp incelenmelidir. An-

cak şu kadarını söylemek gerekir ki, dilin kullanımı, kavramların zi-

hinde oluşması insanın kendini dış dünyaya karşı ifade etmesi de-

mektir. Bundan sonra iyi veya kötü, doğru ya da yanlış gibi muha-

kemenin yapılmaya başlandığı bir dönem söz konusudur. Yani çocu-

ğun şekilleneceği, eğitilebileceği bir çağa gelmiş olması demektir. Do-

layısıyla eğitim ve öğretiminin çocuğun gelişmesinde ve kimliğini ka-

zanmasındaki önemine vurgu yapılmaktadır.

Fıtrat kavramına yer verilen bir diğer hadis; “Fıtrat beştir (veya

beş şey fıtrattandır): Sünnet olmak, eteği tıraş etmek, bıyıkları kı-

saltmak, tırnakları kesmek ve koltuk altı kıllarını gidermek.”126 Sıra-

lamada değişiklik olmakla birlikte hadis kaynaklarında aynı husus-

lara yer verilmektedir.

Yukarıdaki özelliklerin bir kısmına da yer verilen başka bir ha-

dis de şöyledir. “On şey fıtrattandır: Bıyıkları kısaltmak, sakalı bol ve

uzun bırakmak, misvak kullanmak, burnuna su çekmek, tırnakları

kısaltmak, parmak mafsallarını yıkamak, koltuk altını temizlemek,

eteği tıraş etmek, küçük veya büyük abdest mahallini su ile yıka-

mak, hadisi rivayet eden onuncuyu unuttum dedi.”127

Beş ve on şey fıtrattandır ifadelerinin yanında tek tek bazı özel-

liklere yer verildiğini de görmekteyiz. Bunlar; “bıyıkları kısaltmak fıt-

rattandır,”128 “bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, eteği tıraş et-

mek fıtrattandır”129 hadisleridir.

Hadislerde sayılan beş veya on şeyin yerine getirilmesinin, yara-

tılışın bir gereği olduğu vurgulanmak istenmektedir. Bu hususlara

riayet etmeyen kimsede insana ait bir görüntü kalmaz. Bunlar aynı

zamanda ahlâkın da güzelleşmesine vesile olan maddi ve manevi te-

mizlik kaideleridir. Allah’ın güzel surette yarattığı130 insanoğlu bu

hasletlere riayet ettiği ölçüde kendisine lütfedilen yaratılışının güzel-

liğini devam ettirip koruyabilir. Kendisine emanet olarak verilen gö-

rüntüsünün güzelleşmesi veya vücudunun temizlenmesi için yapa-

cağı her türlü temizliğin karşılığında aynı zamanda manevi bir karşı-

lık da söz konusudur.131

Bu hadislerin yanında değişik konularda da fıtrat kavramına yer

verildiğini görmekteyiz. Miraç ile ilgili hadiste gök katlarını gezerken

Hz. Peygamber’e, birisinin içinde süt diğerinde şarap olan iki kap ge-

tirildi. Bunların hangisini dilersen al denildi. Ben içinde süt olanı

aldım ve içtim. Bana fıtrata hidayet olundun,132 (bazı hadis rivayetle-

rinde sen ve ümmetin133, bazı hadis rivayetlerinde fıtratı seçtin134 ve-

ya fıtrata isabet ettin)135 eğer sen şarabı almış olsaydın ümmetin az-

gın olurdu denildi.136

Hz. Peygamberin kendisine ikram edilen kaplardan sütü tercih

etmesine fıtrat denmesi, çocuğun karnına ilk giren, midesi ve bağır-

saklarını ilk defa faaliyete geçmesine sebep olan şeyin süt olması ne-

deniyle olsa gerektir. Hz. Peygamberin şaraba değil de süte yönelme-

sinin sırrı, ona olan alışkanlığından da olabilir. Çünkü süt cinsinden

vücudun bozulmasına sebep olacak bir şey doğmaz.137

Bir başka hadisinde Hz. Peygamber, yatağına giren kimsenin

hangi duayı okuması gerektiğini söyledikten sonra; ‘bu duayı okuyan

kimse şayet o gece içinde ölecek olursa, fıtrat yani İslam dini üzere

ölür, eğer sabaha ulaşırsa hayra isabet eder’ buyurdu.138

Bir diğer hadis; Hz. Peygamber savaşa çıktığında âdeti üzere şa-

fak söktüğü zaman ezana kulak verir, eğer ezan sesi işitirse baskın-

dan vazgeçer, ezan sesi işitmezse baskın yapardı. Bir gün bir kimse-

nin “Allah-u Ekber” dediğini duydu. Bunun üzerine Rasûlullah, “fıt-

rat üzeresin” buyurdu.139

Fıtrat kavramına hadislerde değişik konularda da yer verildiğine

şahit olmaktayız. Rüyada süt görmek,140 cuma günü yıkanmak141

fıtrattandır. İmamla birlikte okumak fıtrattan değildir.142 Zina eden

kadının çocuğunun cenaze namazı kılınır. Çünkü her çocuk fıtrat

üzere yaratılmıştır.143

Hadis âlimleri rüyada süt görmenin fıtrata (yaratılışa) delalet

etmesi ile ilgili bazı yorumlar getirmektedirler. İbn Hacer el-Askalânî

(ö. 852/1448) bu konuda şu görüşlere yer vermektedir. Her çocuk

Allah’ın varlığını ikrar etme özelliği (fıtrat) ile doğar. Eğer kendi hali-

ne bırakılır ve kötülüklerin sergilendiği yerlerden uzak olursa, Al-

lah’tan başkasına yönelmez. Tıpkı yeni doğan çocuğun vücuduna

yaraması nedeniyle başka şeye döndürülünceye kadar süte karşı o-

lan sevgisi ve yönelişi de böyledir.144 el-Münâvî’ye (ö. 1031/1622) gö-

re rüyada süt görmek sünnete, ilme ve Kur’ân’a delalet eder. Çünkü

dünya yemeği olarak çocuğun aldığı ilk şey süttür. Onunla güç, kuv-

vet kazanır. Bağırsakları onunla harekete geçer. Kalbin ilimle hayat

bulması gibi, çocuk da sütle kuvvetlenir, hayat bulur.145

Sonuç olarak hadislerde yer verilen fıtrat kavramı genelde, insa-

na doğuştan verilen, insanı insan yapan özellikler için kullanılmıştır.

Bunların bazısı tırnak, bıyık, sakal gibi uzadığında, düzeltilmezse

kişinin fiziki yapısı ile ilgilidir. Özellikle yer verilen konu fıtrat hadi-

sinde ifadesini bulduğu üzere insanın doğuştan getirdiği özellikleri ile

alakalı olanıdır.

F. Kur’ân’da f-t-r Kökünün Diğer Türevleri

Kur’ân’ı Kerim’de f-t-r kökünden gelen fatara, infatara,

yetefattaru, fâtır, münfetir ve futûr kelimeleri fiil, isim ve sıfat şeklin-

de değişik sure ve ayetlerde yer almaktadır. Bu kelimelerin geçtiği

bütün ayetlerde fail/yaratan Allah’tır. Yaratılan ise gökler, yer ve in-

sanlardır.

Fatara ve türevleri Kur’ân’ı Kerim’de yirmi yerde yer almaktadır.

Bunlardan bir tanesi konumuzun esasını oluşturan fıtrat kelimesi-

dir. Ona ayrıca yer verilecektir. Bunun dışındaki kelimelerden sekiz

tanesinde göklerin ve yerin yaratılması, altı tanesinde insanın yaratı-

lışı, beş tanesinde ise göklerin çatlaması, yarılması veya bozulması

konuları işlenmektedir.

Göklerin, yerin ve insanın yaratılması genelde Mekkî surelerde

yer almaktadır. Yaşı, makamı veya mevkisi ne olursa olsun her insan

kendisinden ve içinde yaşamak zorunda olduğu yer ve göklerden olu-

şan dünya ve onun içindekilerden ayrı yaşaması mümkün değildir.

Bu nedenle Allah, şirk içinde bocalayan öncelikle Mekke halkına yö-

nelerek kendi yaratılışlarının yanında göklerin ve yerin eşsiz yaratılı-

şına bakmalarını istemektedir. Bunun yanında bütün insanlığa ses-

lenerek yaratılan hiçbir şeyin tesadüf eseri olamayacağını düşünme-

leri ve her biri harikulâde birer âlem olan bu varlıklara ibret nazarı

ile baktıklarında Allah’ı bulabileceklerine işaret etmektedir. Bu yön-

den baktığımızda yaratılışı ifade eden f-t-r kökünden türeyen bütün

kelimelerin Mekkî surelerde yer alması manidardır.

1- Göklerin ve Yerin Yaratılışı

Göklerin ve yerin yaratılması ile ilgili olarak nüzul sırasına göre

inen ilk ayet Enbiya suresinin elli altıncı ayetidir. Bu ayette Allah,

Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların ortak atası ve hanifliğin temsil-

cisi olan Hz. İbrahim’in ağzından, “Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbi-

dir ki, onları yaratmıştır. Ben de buna şahitlik edenlerdenim” ifadele-

rine yer vermektedir. Bir önceki ayette inanmayanlar; sen bize

gerçeği mi getirdin yoksa şakamı yapıyorsun? diyorlar. Hz. İbrahim;

sizin de, göklerin ve yerin yönetimi de onları yoktan var eden Allah’ın

elindedir buyurmaktadır.146

Bundan sonra nazil olan ayetlerden iki tanesi; “Gökleri ve yeri

yoktan var eden”147 ifadeleri ile En’am suresinde geçmektedir. Müfes-

sirler özellikle on dördüncü ayetle ilgili geniş yorumlara yer vermek-

tedir. “Gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen fakat kendisi bes-

lenmeyen Allah’tan başka dost mu tutayım?” Buradaki “fatır” keli-

mesi; ilk defa icat etme, yoktan var etme anlamındadır. Bu ayette

Mekkeli müşrikler Hz. Peygamber’den atalarının dini olan putlara

tapmasını istediklerinde Allah elçisinden şöyle söylemesini istiyor:

Ben, gökleri ve yeri yoktan var eden Allah dururken, ondan başkası-

nı mı dost, yani Rab, yaradan ve yardımcı edineceğim?148 Bu ayetle

ilgili en geniş açıklama Elmalılı tarafından yapılmıştır. Ona göre

fatrın aslı, bir şeyi başlangıcında yarmak manasınadır. Dilimizdeki

yaratmak kelimesi daha çok bununla ilgilidir. Bunun izahı şudur:

Sonradan olan varlıklar, olay vücuda gelmezden önce yokturlar. Me-

sela sakin ve tenha bir yerde göz yumulduğu veya karanlık bir yerde

veya bir gecede çevreye bakıldığı zaman hiçbir noktada bir yarık, bir

delik görünmez. Hepsi karanlıkta, yoklukta, bitişik, kapanık, bitiş-

miş bir halde bulunur ki, insanlara mutlak yokluk ancak bu şekilde

açıklanabilir. Sonra bu hâl içinde bir noktadan bir varlığın belirdiği,

147En’am, 6/14, 79.

mesela bir ışığın, bir yıldızın doğduğu an tasavvur edilirse bunun o

noktada fezayı yarıp orada bir varlık, bir delik, bir pencere gibi zuhur

ettiği görülür. İşte sonradan olan varlıkların ilk varlık anı, yok olan

fezanın böyle bir yarılışıdır. Bu yarılma, bu fatr ve bu ilk yarılıştaki

varlık hali bir fıtrattır. Yaratmak ve yaratılış da budur.

Yoktan yaratılış böyle olduğu gibi, bir aslî maddeden yaratılış da

böyledir. Bir maddeden diğer bir cismin, bir varlığın ortaya çıkması

ilk önce böyle bir yarılma ile başlar. Bir yarılma ki, hem önceki mad-

deyi, hem de fezayı yarmıştır. Bir varlıktan, diğer bir varlığın kopma-

sı; bir tohumdan bir çimenin çıkması; bir hücreden bir hücrenin

doğması hep bir yarılmadır. Bu yarılma, önceki maddeye göre bir yı-

kım ve bozulma, fakat ondan çıkan yeni varlığa göre de bir ıslah ya-

rılması ve varlıktır. İlk maddeyi çıkarışta ise, hiçbir bozma manası

yoktur. O, sırf iyi olan bir ayırmadır. İşte ilk önce herhangi bir şeyin

madde ile olan ilk icat ve var oluşuna fatr ve ilk varlığına ait duru-

muna fıtrat adı verilmiştir ki, bu fıtratın devamı içindeki uyuma da

tabiat ismi verilir. Bunun için fıtrat, tabiattan öncedir. Tabiatın ma-

nası, fıtrat hâlinin devamı ve tekrarı mertebesinden başlayan bir uy-

dusudur.

İşte, “göklerin ve yerin yaratıcısı” olan Allah, hem bütün fıtratla-

rı yaratır, hem de onların tayin edilmiş olan devamları ve birbiri ardı

sıra kesilmeksizin sürmeleri için muhtaç oldukları doğal ihtiyaçlarını

da bahşeder. Ve kendisi her ihtiyaçtan uzaktır. Bu yaratma ve ihsa-

nına karşı kullarından, yarattıklarından hiçbir fayda maksadı gözet-

mez. Ancak ikinci durumda ebedî rahmetine ulaşmakla onları gaza-

bından korumak için kendine, emirlerine ve hükümlerine teslim ol-

mayı ve uymayı ister.149

Bu açıklamalardan anlıyoruz ki, fatr veya fıtrat bir şeyi yoktan

ve örneksiz olarak yaratmak anlamına geldiği gibi, birbirini takip e-

den, devamlı bir yaratılışı da ifade eder. Bir canlıdan onun aynı özel-

likleri taşıyan yeni bir canlının doğması, bir tohumdan aynı özellikle-

ri taşıyan bir bitkinin yeşermesi sonra kuruyup toprağa karışması ve

tekrar yeşermesi sürekli bir fatr, bir yarılma olayıdır. Bu varlıkları

yaratan (fatır) Allah’tır. Bu durum, varlıkların devamını sağlamada

Allah’ın onlar üzerine koyduğu bir kanunudur. Her varlık, Allah’ın

kendileri için belirlediği sünnetüllah veya adetüllah denen fıtrat üze-

re hayatını sürdürür. Bunun dışına çıkması mümkün değildir. Her

ölüm, yeni bir oluşuma gebedir. Kâinattaki bu dönüşüm ve değişim,

ölüm ve diriliş; aynı zamanda öldükten sonra dirilişin nasıl olacağı

hakkında da bir delildir.150 Dünyanın ölümü bile Ahiret hayatına bir

doğuştur.

Göklerin ve yerin yaratılışı ile ilgili buraya kadar üç ayete yer

verdik. Bunun dışındaki beş ayete baktığımızda müfessirler özellikle

Fatır suresinin birinci ayetine yorum getirmektedir. Diğer ayetler-

de151 genelde göklerin ve yerin ilk defa ve örneksiz olarak yoktan ya-

ratıldığı ifadelerine yer verilmektedir.

Fatır suresinin birinci ayeti hakkındaki görüşler şöyledir: Hamd,

gökleri ve yeri örneği olmaksızın yoktan var eden Allah’a aittir.152 Bu

ayette gökler ve yer ifadeleri ile bütün âlemin mümkün olduğu kas-

tedilmektedir. Mümkün âlem, “Onun zatından başka her şey helak

olacaktır”153 ayetinin işaret ettiği üzere yokluk âlemidir. Allah gökleri

ve yeri çıkarmak için yokluğu yarmıştır. Bir görüş olarak, bu ayetle

yağmurlara ve bitkilere işaret edildiği de söylenebilir. Yani Allah,

yağmurla gökleri; bitkilerle de yeri yararak onları varlık âlemine çı-

karmıştır.154

Elmalılı bu ayeti şöyle tefsir etmektedir: “Fatara” aslında yarmak

manasınadır. İlk olarak yaratmak manası daha çok meşhur olmuş-

tur. Bununla birlikte bazı tefsir bilginlerinin dediği gibi, yarmak ma-

nasında ismi fail olması da mümkündür. Bu şekilde biz bundan “gök

yarıldığı zaman”155 ifadesindeki infitarı (yarılmayı) da anlayabiliriz ki,

bu durumda ahiretin yaratılması da açıklanmış olur. Fatır kelimesi

için en uygun anlam; hem ilk yaratılmayı, hem de ikinci yaratılmayı

kapsamasıdır. Bu durumda mana şöyle olur: Hamd, gökleri ve yer-

yüzünü yaran ve ayıracak olan, dünyayı yarattığı gibi ahireti de yara-

tan… Allah’adır.156

Yeri geldikçe ifade edildiği gibi f-t-r kökü ve müştakları yaratma

anlamında devamlı Allah’a izafe edilmektedir. Bu kelimelerle Allah

hakkında ilk yaratmaya işaret edildiği gibi, bu ayette beyan edildiği

üzere sürekli bir yaratma, ya da yaratmada dilediği kadar artırma157

da ifade edilmektedir.

2-İnsanın Yaratılışı

F-t-r kökünden insanın yaratılışına Kur’ân’ı Kerim’de altı ayette

yer verilmektedir. Bunlardan nüzul sırasına göre nazil olan ilk ayet,

İsra suresinde, yeniden dirilişi inkâr eden Mekkeli müşriklerin; “Bizi

kim tekrar hayata döndürebilir? sorularına verilen, “Sizi ilk defa ya-

151Yusuf, 12/101; İbrahim, 14/10; Şura, 42/11; Zümer, 39/46.

153Kasas, 28/88.155İnfitâr, 82/1.157Fâtır, 35/1.

ratan döndürür.”158 cevabı ile yer almaktadır. Ancak burada ilk yara-

tılış değil, ikinci defa, yani öldükten sonra dirilmeyi ifade eden bir

yaratılış söz konusudur.

İnsanın yaratılması safhasına yer veren ikinci gurup ayetler

vahyin beşinci yılında nazil olan Yasin ve Zuhruf surelerindedir. Ya-

sin suresinde, elçilere inanan bir müminin ağzından; “Ben neyim ki

beni yoktan var edene kulluk etmeyeyim?”,159 Zuhruf suresinde de

Hz. İbrahim’in ağzından; “Ben yalnız beni yoktan var edene (kulluk

ederim).”160 şeklinde yer almaktadır. Aynı manaya gelmesi nedeniyle

vahyin dokuzuncu yılında inen Hud suresindeki ayete de yer vermek

istiyoruz. Ayet, peygamberliği karşılığında bir ücret talebinin doğru

olmayacağını Hz. Hud’un ağzından; “Benim ücretim, beni yaratana

düşer”161 ifadeleri ile yer almaktadır.

İnsanın yaratılmasına yer verilen ayetlerden biri vahyin yedinci

yılında nazil olan ayettir. Bu ayette Firavun’a karşı sihirbazlar; “Biz

seni, bizi yoktan var edene tercih edemeyiz”162 ifadeleri ile imanlarını

ilân etmektedirler. Konu ile ilgili son ayet, fıtrat ayetinde yer aldığın-

dan ilgili ayette incelenecektir.

3-Göklerin Çatlaması ve Yarılması

Göklerin çatlayıp yarılması ile ilgili ayetlerde f-t-r fiili infitar,

münfatır ve yetefattarne türevleri ile yer almaktadır. Konu ile ilgili ilk

nazil olan ayet vahyin birinci yılında inen İnfitar suresinin ilk ayeti-

dir. “Gök çatladığı zaman”.

İnfitar, yarılmak demek ise de, yarılmanın başlangıcı olması da-

ha çok uygundur.163 F-t-r fiili, ilk yaratmayı ifade ettiği gibi, devam

eden yaratmayı da ifade ettiğini izah etmiştik. Bunun yanında varlık-

tan sonra yokluk, ilk bozulma için meydana gelen çatlama ve yarılma

için de yine bu kelime ve türevlerinin kullanıldığına şahit olmaktayız.

Denilebilir ki, kevn ve fesat, varlıkların ilk defa yokluktan varlık sah-

nesine çıkışları ile yok olmaları murat edildiğinde bozulmanın başla-

yacağı ilk safha bu kelime ile ifade edilmektedir. Göklerin, yerin ve

158İsrâ, 17/51.159Yasin, 36/22.160Zuhruf, 43/27.161Hûd, 11/51 (Yukarıdaki

üç ayette Kur’ân’ın tebliğ metodunun önemli unsurlarına

işaret edilmektedir. Birincisi Allah’ın insanları yoktan yarattığı, güç, kuvvet ve

kudretin yegâne sahibi olduğu, dolayısıyla insanın da yalnız ona güvenip, ona kul-

luk edip, onun azabından sakınması gerektiği hususudur. Bunun yanında Allah

adına yapılan tebliğ, gayret, hizmet ve çalışmaların karşılığını Allah’ın vereceğine

olan imandır. Dolayısıyla Allah için yapılanların karşılığında süfli bazı dünyalıklar

peşine düşmek, yapılan iyiliğin karşılığı olamayacağı gibi içinde yaşanılan toplum-

da da büyük bir itibar kaybına sebep olur).

162Tâhâ, 2072.

insanın ilk defa yaratılışında bu kelimeye yer verildiği gibi, fesadın,

bozulmanın, kıyametin kopmasının ilk başlangıcı olan göklerin çat-

layarak yarılmasında da bu kelimeye yer verilmektedir. Kur’ân’ı Ke-

rim’de kıyametin başladıktan sonra devam eden safhalarında yarıl-

manın, parçalanmanın nasıl olacağına dair: “O gün gök, bulutlar ile

yarılacak”164 , “Gök yarılıp da kızaran, yanan ve yağ gibi eriyen bir

gül gibi olduğu zaman”165, “o gün gök yarılmış, sarkmıştır”166 ayetle-

ri göğün yapısının bozulduğu, gökte bulunan cisimlerin harap olma-

ya yüz tuttuğunu ifade eden ayetlerden bazılarıdır.

Konu ile ilgili vahyin dördüncü yılında nazil olan diğer ayet, kı-

yametin kopmasını, daha ziyade olayın şiddet ve dehşetini ifade et-

mek için; “O günün şiddetinden gök çatlamıştır”167 şeklinde yer ve-

rilmektedir.

Göğün çatlaması ile ilgili yer verilen yetefattarne şeklindeki fiil,

vahyin dördüncü yılında nazil olan Meryem suresi ile on üçüncü yı-

lında nazil olan Şûrâ suresinde yer almaktadır. Her iki surede de

temsili bir ifade söz konusudur. Meryem suresinde; Allah’a çocuk

isnat edenlere bu yaptıklarının büyük bir küstahlık olduğu bildiril-

mektedir. Rahman’a çocuk sahibi demenin ağırlığından nerdeyse

göklerin çatlayacağı, yerin yarılacağı, dağların yere serileceğine168 yer

verilmektedir. Bu tasvir, Allah’a çocuk sahibi demenin, ne kadar bü-

yük bir günah olduğunu canlandırmaktadır.169 Şûrâ suresinde ise,

Allah’ın heybet ve ululuğuna işaret etmek üzere; “Nerede ise gökler

(onun azametinden) üstlerinden çatlayacak gibi (titreşiyorlardı)”170

şeklinde geçmektedir. Bu ifade Allah’ın yüceliğini, eserlerini anlat-

maktadır. Allah öyle yüksek, öyle büyük, öyle azametlidir ki, cismani

yükseklik ve büyüklüğün timsali olan semalar, o yüksek gökler, o-

nun celal ve azametinin heybeti altında üstlerinden çatlayıverecek

gibi ezilip titremektedir.171

Kur’ân’ı Kerim’de fatr kelimesinin çoğulu olan fütur kelimesi sa-

dece Mülk suresinde geçmektedir. Bu ayette Allah, göğü tabaka ta-

baka yarattığını, bu yaratmada bir uygunsuzluk olmadığını ifade et-

tikten sonra; “Gözünü bir kez daha çevir, hiç kusur görüyor mu-

sun?”172 buyurmaktatır. Bu ayet; Allah’ın mülkünün genişlik ve bü-

164Furkan, 25/25.165Rahman, 55/37.166Hakka, 69/16.167Müzzemmil, 73/18.

168Meryem, 19/90.170Şura, 42/5.172Mülk, 67/3.

yüklüğünü, göklerin ve yerin yaratılışlarındaki düzen ve intizamın

akılları hayrette bırakan mükemmeliyetini, kusursuzluğunu, tabaka-

ların, çeşitliliği ve parçalarının çokluğuyla beraber görünüm ve sis-

teminin kavranmaz ve ötesine geçilmez İlâhî kudret çemberi içindeki

birliğini ve o muhit altında yaratılmış bakışların sınır ve nisbiliğini

(göreceliğini) ve onun içinde ne kadar yükselirlerse yükselsinler üs-

tüne ve dışına çıkmak için bir sınır, bir delik bulunmasına kullar ta-

rafından imkân ve ihtimal olmadığını anlatmaktadır.173

H. Fıtrat Ayeti ve Yorumu

“Fıtrat” kelimesi Kur’ân’da sadece Rum suresinin otuzuncu aye-

tinde geçmektedir. Bu sure Mekke’de nazil olmuştur. Bir önceki ayet-

te Hz. Peygamber’e, keyiflerine uyup bir türlü yola gelmeyen kimsele-

re üzülmemesi gerektiği ifade edilmektedir. Hemen devamında gelen

ayette Allah, Resulünü teselli etmek, imanları konusunda ümitsizliğe

düşenlere âhireti ispat ve şirkten uzaklaştırarak kalplerine imanı

yerleştirmek için birliğine delalet eden şahitleri ve açık ayetleri getir-

mektedir.174

Bu ayetle ilgili fıtratın lügat anlamı ve bunun etrafında oluşan

kavramları incelerken yeri geldikçe, konunun seyrine göre açıklama-

larda bulunduk. Burada konunun bütün bir şekilde ele alınması için

fıtrat ayetinin mealine, sonra da bu ayeti kelime veya kavramlara a-

yırmak suretiyle müfessirlerin yorumlarına yer verilecektir.

“Sen yüzünü, Allah’ı birleyici olarak doğruca dine çevir: Allah’ın

yaratma yasasına (uygun olan dine dön) ki, insanları ona göre ya-

ratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din odur. Fa-

kat insanların çoğu bilmezler.”175

Ayetin “Ekım vecheke” kısmını müfessirler şöyle yorumlamak-

tadırlar. Ya Muhammed! Rabbine itaat etmek üzere yüzünü ona çe-

vir,176 dinini yalnız Allah’a ait kıl.177 Yüzünü ona çevirmek; dini ika-

me etmek,178 insanın amelini ve dinini yalnız Allah için yapması179

demektir. “Yüzünü çevir” sözü temsili bir ifadedir. Bir kimse bir şeye

özel bir önem atfederse gönlünü, gözünü ve yönünü o tarafa doğru

çevirir. Başka hiçbir tarafa itibar etmez. Yüzünü dine çevir demek;

gönlünü, gözünü ve yönünü başka hiçbir şeye değil sadece bu dine

döndür anlamındadır.180 Burada özellikle “yüz” ifadesine yer verilme-

si; yüzün insanın bütün özelliklerini ve saygınlığını kendisinde top-

lamasındandır.181

“Din” kelimesi Kur’ân’ı Kerim’de; “Allah’ın dini”182 “hak din”,183

“halis din”,184 “kayyim din”185 olmak üzere sıfatlarla yer almaktadır.

Bu ayette geçen “din” kavramının hemen ayetin sonunda ve bu sure-

nin kırk üçüncü ayetinde “ed-dinü’l-kayyim” şeklinde vasıflandırıldı-

ğını görmekteyiz. Müfessirler ayetin başında yer alan “din” kavramı

ile kastedilenin İslam dini olduğu görüşündedirler.186

“Hanifen” kelimesini, fıtrat ve hanif kavramı arasındaki ilişki

konusunda izah etmiştik. Orada yer verdiğimiz konuyu özetlersek

hanif; mensuh ve muharref bütün dinlerden yüz çevirerek187 din ve

itaat konusunda dosdoğru188 ve samimi olarak189 yüzü Allah’a dön-

dürmek190ve ondan başkasından yüz çevirmek191 anlamına gelmek-

tedir.

“Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrat” cümlesinin içindeki

kavramlara da önceki konularda değinmiştik. Ancak konumuzun

180

ez-Zemahşerî, Carullah Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an hakâiki ğavâmizi’t-tenzîl ve

uyûni’l-ekâvîl fî vücûhi’t-te’vîl, thk.: Muhammed Abdüsselam Şahin, Dâru’l-

Kütübi’l-İlmiyye, I-IV, Beyrut 2003, III, 463; en-Nesefî, Abdullah b. Ahmed,

Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl, thk.: İbrahim Muhammed Ramazan, Dâru’l-

Kalem, I-III, Beyrut 1989, III, 276; Alusî, a.g.e., XXI, 39.

181

Kurtubî, a.g.e., XIV, 24; Ebussuud, Muhammed b. Muhammed el-İmadî, İrşâdü’l-

akli’s-selîm ilâ mezâye’l-Kur’âni’l-Kerîm, Muhammed Ali Sabih ve Evladüh, I-V, Mı-

sır ts., VII, 60 (Kur’ân’ı Kerim’de içinde “vech=yüz” kelimesinin geçtiği birçok ayet

vardır. Yüzün veya yüzlerin kararması veya beyazlaşması (Al-i İmran, 3/106–107;

16/57; 43/17), yüzlerin kötüleşmesinin (Mülk, 67/27) yanında; yüzlerine kara ve-

ya horluk bulaşmamak (Yunus, 10/26), yüzlerini kötü duruma sokmak (İsra,

17/7), yüzlerini ateş kaplamak (İbrahim, 14/50), yüzleri cehenneme yıkılmak

(Neml, 27/90; 33/66) gibi insanın değişik özelliklerini yansıtan ayetler söz konu-

sudur. Bunun yanında insanların özellikleri ve yapıp ettiklerinin yüzüne aksettiği,

bu nedenle yüzlerinden tanınacaklarına dair ayetler de bulunmaktadır. Yüzlerinde

secde izlerinden nişanları vardır (Fetih, 48/29), ayetinin yanında “vech” in eş an-

lamlısı olan “sima” kelimesinin kullanıldığı; suçlular simalarından tanınır (Rah-

man, 55/41) ayetleri insanların yaptıkları eylemlerinden ahirette tanınacaklarını

ifade etmektedir).

182Al-i İmran, 3/83.183Tevbe, 9/29.184Zümer, 39/3.185Rûm, 30/30, 43; Tevbe, 9/30; Yusuf, 12/40.

esasını bu cümle içindeki fıtrat kavramı oluşturduğu için, bu kelime

etrafında yapılan değerlendirmelere biraz daha yer verilecektir.

Fıtrat, insanların İslam dini üzere yaratılmış olmaları anlamına

gelir ki bu da tevhittir.192 Sonra Allah insanlardan yaratılışlarına uy-

gun şekilde hareket edecekleri, ondan başka Rab tanımayacaklarına

dair söz almıştı. 193

Her doğan çocuk da bu ikrar üzere dünyaya ge-

lir. İşte Allah, kullarını kendisinin Rab ve müdebbir olduğunun bilgi-

si194 ile yaratmaktadır. Bu özelliklerle doğan çocuk Allah'ın yarattık-

larının farkına varmaya, dünyevî işleri de birbirinden ayırt etmeye

başlar. Bu kabiliyetleri açıldıkça, kul yaratıcısını bilir ve bulur, şeri-

attaki güzelliği idrâk eder.195

Bu nedenle fıtrat, Allah’ı ve dini kabule hazır, İslam dininin e-

mirlerini yerine getirmede sebat etmek anlamlarına gelmektedir.196

Şayet insanlara müdahale edilmez ve yaratıldıkları hal üzere bırakı-

lırlarsa onun gereğini yerine getirirler, İslam’dan başka din seçmez-

ler.197 İnsanları bu konuda saptıran, fıtrat hadisinde geçtiği üzere

çevresi ve hanif hadisinde geçtiği üzere insan ve cinlerden olan şey-

tanlardır.

Fıtrat, yaratılmış olan her şeyin ilk başlangıcını ifade eder.198 İlk

defa yaratmaya başlayan Allah’tır. Mahlûkatı ilk defa yaratan odur.

Bu nedenle (müdahale edilmez kendi haline bırakılırsa insan da dâ-

hil olmak üzere) yaratılan her şey onu yaratıcı olarak tanır.199

Fıtrat kavramı din (Burada kastedilen İslam dinidir.) olarak da

tarif edilmiştir. Bu durumda mana; insanları üzerinde yarattığı Al-

lah’ın dinine uyun demektir. Çünkü “Ben cinleri ve insanları ancak

bana kulluk etsinler diye yarattım” 200 ayetinde geçtiği üzere insanlar

bunun için yaratılmışlardır.201

Bazı kimseler “Herkes kendi karakterine göre hareket eder”202

ayeti ve fıtrat ayetini delil göstererek, insanların bazılarının hayır,

bazısının ise şer tabiatlı olarak yaratıldıklarını; dolayısıyla insanların

yaratıldıkları tabiatlarını değiştirmeye imkânları olmadıklarını, bu

193A'raf, 7/172.200Zariyat, 51/56.

nedenle de eğitimin ve ahlakı güzelleştirmenin insan üzerinde hiçbir

etkisi olamayacağını savunmaktadırlar. Bunun yanında ayetlerde

yaratılış itibariyle insanların farklı özelliklerde olduklarına yer veril-

mektedir. “Andolsun ki, biz onu dünyada beğenip seçmiştik, âhirette

de o iyilerdendir.”203; “Biz onları âhiret yurdunu düşünme özelliği ile

temizleyip, kendimize halis (kul) yaptık. Onlar bizim yanımızda seç-

kinlerden, hayırlılardandır.”204; “Andolsun biz, onları bir bilgiye göre

âlemlere üstün kıldık.” Ancak bütün bu hususlar hiçbir kimsenin

çalışarak ve eğitim yoluyla faziletli bir insan olma kudretine mani

değildir. Şayet böyle düşünülürse nasihatin, korkutmanın ve ahlak

eğitiminin hiçbir kıymeti kalmaz. Bu durumda Kur’ân’da insanın

mesuliyetine yer veren, “Herkes kendi kazandığına bağlıdır.”205;

“Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararına-

dır”206 ayetleri de atıl kalır.207

Fıtrat kavramı hakkında en geniş bilgiye Elmalılı Hamdi Yazır

yer vermektedir. Ona göre fıtrat, her ferdin kendine has olan cüz’i

yaratılışı değil, bütün insanların insan olmaları bakımından hepsin-

de ortak olarak bulunan genel yaratılıştır. İnsanın yaratılışta iki gözü

bulunması asıldır. Bununla birlikte anadan doğma ama doğanlar da

olabilir. Bu insanların üzerine yaratıldığı asıl fıtrat ve tabiatı değil,

ikinci derecede görünür bir sebep olarak düşünülecek az görülen bir

yaratılıştır. Ferdin cüzi yaratılışında herhangi bir sebeple eksiklik

bulunabilirse de asıl fıtrat sağlıklı ve sağlam olarak yaratılmasıdır.

Bunun gibi bütün organların yaratılışında asıl olan bir fıtrat

vardır ki, buna o organın menfaati, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi

yahut tabiatı denir. İnsanın nefsinin bütün meyillerinde yaratılış

hikmetine uygun esaslı bir içgüdü, bir tabiat vardır ki, ona da fıtrat

denir. Fıtrat hep hak ve hayra yönelik bir istikamet takip eder. İnsa-

nın acıkması yeme ve içmeye meyletmesi, yaşamak içindir. Yoksa

zehir yutmak için değildir. O zaman fıtrat bozulmuş, sapıklığa dü-

şülmüş olur. İnsanın ruh ve zekâsının, fıtratının aslı da Hakk’ı tanı-

mak ve gerçek yaratanından başkasına kul olmamak içindir. İnsana

ruh, yanlışı duysun, şeytana uysun diye değil, gerçeği ve iyiliği duy-

sun, aslını ve sonra döneceği yeri ve ona karşı vazifesini bilsin diye

verilmiştir. Nitekim fıtrat üzere olan ruhlar yalanı, eğriliği bilmez. Eğ-

rilik meyli sonradan gelip geçici olarak kazanılan bir azmanlıktır. İn-

sanın, insan olma yönüyle asıl fıtratı, yaratıcısına boyun eğmesi ve

203Bakara, 2/130.204Sad, 38/46–47.205Tur, 52/21.206Bakara, 2/286.

ona kulluktur. Dinsizlik fıtrata aykırı bir sapıklık olduğu gibi, Al-

lah’tan başkasına tapmak da öyledir. Fıtrat dini, Allah dini, haniflik,

İslam’dır.208

“La tebdîle li halki’l-lah” Allah’ın yaratışında hiçbir değişme yok-

tur. Müfessirler Allah’ın yaratması kavramını şöyle tefsir etmişlerdir.

Allah’ın dininde,209 Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtratta deği-

şiklik yapılamaz.210

Buradaki “değiştirmeyin” ifadesi kendisinden

sonrasına delalet eder. Yani Allah’ın dinini değiştirmeyin demektir.211

Yahut dinin itikat ile ilgili hükümlerini değiştirmeyin.212

Allah’ın size verdiği temiz yaratılışı değiştirmek veya bozmak size

yakışmaz.213 Yaratılış cihetiyle size verilen özelliklerinizi değiştirme-

yin.214Allah’ın mahlûku Allah’ın kullarıdır. Allah’ın kullarını Allah’tan

başkasına kul olmaya çevirmek doğru değildir.215 Allah’ın fıtratı olan

ezelden getirdiğiniz imana sarılın ve imanınızı takviye edin. Aslî fıtrat

olan tevhidi şirkle, ibadeti günahla değiştirmeyin.216 “İşte doğru din

budur. Fakat insanların çoğu bilmezler”.

Buradaki hilkat daha ziyade ayetin baş tarafındaki fıtrat kavra-

mı ile özdeş kavram olarak ifade edilmektedir. Bu durumda hilkat,

yaratılışta Allah’ın kullarına verdiği safiyeti ifade etmektedir. Belki bu

ifade ile insanların yaratılışına müdahale edilerek onların doğuştan

getirdikleri kabiliyetlerin değiştirilemeyeceği ifade edilmektedir. Bu

özellikler geliştirilebilir veya köreltilebilir. Ancak bunlara yaratılışta

müdahale etme imkânının insana verilmediği ifade ediliyor olabilir.

Sonuç

Göklerin, yerin (kâinatın) ve kendisinin yaratılışı ve bunun hik-

metleri her dönemde insanın ilgisini çeken önemli bir konudur. Tarih

boyunca bu hususta pek çok fikir üretilmiştir. Kur’ân da ilahlık vas-

fının en önemli özelliğinin yaratma olduğunu vurgulamaktadır. Bu

konuda ilk yaratma, ikinci kez yaratma, yeniden yaratma, son ya-

ratma gibi yaratmanın değişik safhalarına yer verilir

Yoktan yaratma veya yaratılışın ilk safhasını ifade eden en ö-

nemli iki kavram bedi’ sıfatı ile “f-t-r” fiili ve onun türevleridir. Yaratı-

lışı ifade eden f-t-r kökünden türeyen bütün kelimeler Mekkî sure-

lerde yer almaktadır. Bu kavramların geçtiği yerlerde yaratan Allah,

yaratılan gökler, yer ve insanlar olmak üzere fiil yalnızca Allah’a izafe

edilmektedir. Kur’ân’daki bu kavramlar göz önüne alındığında lügat-

ler, Kur’ân kelimeleri üzerine yapılan çalışmalar ve tefsirlerde yer a-

lan genel kabul şudur: Allah’ın yaratması alet, madde, zaman, me-

kân, bir varlıktan, bir oluşumdan veya bir noksanlıktan kemale git-

me durumu olmadan bir defada yoktan, örneği ve benzeri bulunma-

dan bir şeyi yoktan var etmek (icat) ve eşi, benzeri olmayan bir şeyi

yaratmak (ibda’) anlamında bir yaratmadır. İlk icat ve var etmeye

fatr, ilk varlığa ait duruma da fıtrat adı verilir. Bu fıtratın devamı i-

çindeki uyuma da tabiat ismi verilir. Her varlık kendi karakteri ve

kendisi için belirlenen yasaya göre hareket etmektedir.217 Bütün var-

lıklar hangi özelliklerle ve hangi gayeyi yerine getirmek üzere yara-

tılmışlarsa bunun dışına çıkamazlar. Buna fıtratullah veya

sünnetüllah denilir.

Fatr veya fıtrat, bir şeyi yoktan ve örneksiz olarak ilk defa ya-

ratmak anlamına geldiği gibi, ikinci defa, yani öldükten sonra diril-

meyi ifade eden bir yaratılış anlamına da gelir. Göklerin, yerin ve in-

sanın ilk defa yaratılışında bu kelimeye yer verildiği gibi, bozulma-

nın, kıyametin kopmasının ilk başlangıcı olan göklerin çatlayarak

yarılmasında da bu kelimeye yer verilmektedir. Bunun yanında birbi-

rini takip eden, devamlı bir yaratılışı da ifade eder. Allah hem bütün

fıtratları yaratır hem de onların varlıklarını sürdürebilecekleri imkân-

ları onlara bahşeder. Bu durum, varlıkların devamını sağlamada Al-

lah’ın onlar üzerine koyduğu bir kanunudur. Kâinattaki bu dönü-

şüm ve değişim, ölüm ve diriliş, öldükten sonra dirilişe de işaret et-

mektedir. Her ölüm, yeni bir oluşuma gebedir.

Fıtrat kelimesi insanın yaratılışı için de kullanılan önemli bir

kavramdır. İslam bilginleri bu kavrama farklı anlamlar yüklemişler-

dir. İlk dönem İslam âlimleri fıtrat kavramını genelde İslam olarak

tarif ederler. Bunda konu ile ilgili ayet ve hadislerin büyük etkisi ol-

muştur. Fıtratın doğuştan insana verilen bir kabiliyet, bir özellik ol-

duğunu söyleyenler olmuştur. İnsanı yoktan var eden Allah, kendisi-

ni bilip tanıyacak, ona ve indirdiklerine imanın gerekli olduğunu bi-

lecek bir kabiliyette yaratmıştır. Bir başka yorum olarak fıtrat, insan-

ların doğuştan getirdikleri safiyettir. Böylece doğan her çocuk, gü-

nahsız olarak doğar, çevresinden kötüye doğru yönlendirilmezse iyili-

ğe yönelir. İnsanlar doğuştan değil daha sonra yaptıkları iyi/kötü

amelleri sebebiyle mümin/kâfir olmaktadırlar.

Fıtrat kavramı hadislerde de konu edilmektedir. Fıtrat hadisi,

çocuğun çevresinin iyi oluşturulması gerektiğine vurgu yapmakta,

217İsra, 17/84.

eğitim ve öğretimin insanın şekillenmesindeki önemine işaret etmek-

tedir. Bunun dışında beş veya on şeyin fıtrattan olduğu gibi hadisler-

le, yaratılıştan getirilen insan olmanın fiziki özelliklerine yer veril-

mekte ve bu hususlara riayet etmeyen kimselerde insana ait bir gö-

rüntünün kalmayacağına dikkat çekilmektedir.

Sonuç itibariyle f-t-r ve türevleri, bunun yanında ilk yaratmanın

en önemli kavramı olan fıtrat, bütün yaratıklara ilk başta yaratıcı

tarafından verilen genel kabiliyet ve ehliyet olarak ifade edilebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder