21 Eylül 2012 Cuma

FITRATIN ANLAMI

Fıtrat’ın Anlamı -1

fıtrat’ın anlamı
İnsan fıtratı kendi ekolinde kendi konusu bir açıdan felsefi bir bahis konusudur... felsefenin üzerinde durduğu üç konu Allah, âlem ve insan'dır. Fıtrat, bu anlamda " İnsan"la ilgili bir konudur ; bir açıdan da insan ve Allah'la ilgili bir konu olduğu söylenebilir. Meselenin bir boyutu burda insan hak ve özgürlükleri ; diğer bir boyutu ise Allah'tır. İslam kaynaklarında, yani Kur'an ve sünnet'te fıtrat konusu üzerinde çok durulmuştur. Ben daha önce araştırmış olduğum bir kaç noktadan yola çıkarak bir miktarını burada arzedeceğim. Kur'an'ın, insanın fıtratı olduğunun savunması insan hakkında bir çeşit aydınlık özel görüştür.
Fıtrat ve Terbiye :
Elbette bu meseleyi önemli noktada değişik şekillerde ayıra bilmekteyiz, ( özellikle çok geniş bir bahis konusu olan eğitim ve öğretim bahsında ) durum yine böyledir. Eğer insan bir takım fıtrıyata sahipse, kesinlikle o fıtriyatlar nazara alınarak terbiye edilmelidir. Nitekim " terbiye " lügatının kullanılıyor olmasıda da ( ister bilinçli isterse bilinçsiz olsun ) bu husus üzerindedir. Çünkü " terbiye " olgunlaşmak ve eğitmek demektir. Ailenin kendi öz veriliğiyle çocuğuna verebildiği bilgiden kaynaklanmasındaki rolun üstünlüğünü göz önüne almasını tasarlanması gibi. Bu ise, insanda doğuştan bir takım yeteneklerin var olduğunu kabullenmeye bağlıdır.
" Terbiye" sanattan farkı ; sanata birşeyler kazandırma ve yaratma ve önceden düşünülen bir pürejenin aslını yapma olayıdır. Örneklersek yani insanın ilk başta bir amaç ve maksadı için bir takım madde ve eşyalardan faydalanması gibi. Fakat, yaptığı bu iş sebebiyle o maddenin kemal başarısına ulaşması ve bulmasına veya noksanlaşmasına dikkat etmez. Söz konusunu madde ister kâmil olsun, ister noksan ; onun için farketmemektedir. Önce önemli olan " düşündüğü" gibi bir eser veya sanat ortaya koymasıdır.
İşi, bir çeşit "sanatsar eser yapmak" olan bir heykel tıraş, bir marangoz, bir mimar veya sivacı hedefi " yapmak'tır. Her biri öbüründen ayrı ayrı kullandıkları taş, ağaç demir, kum ve çimento...vb'ini kendi zat ve tabiatın eğiticiliğine, onların kamilleştirdiğine veya noksanlaştırdığına karışmaz ; hatta esasen kendi işine yaraması için bazen o maddeyi fazlalaştırdığı gibi de noksanlaştırmada kendi isteği açısında olduğu gibi görür.
Öteyandan bir tarımcıyı ele aldığımız bir bahçivancı da maksadını, hedef ve menfaatleri vardır. Bununla birlikte, yaptığı " emeği karşılığında iş " bitkinin tabiatını " eğitmek'tir ;  yani bitkinin tabiaatını nazara alır ve tabiaat onun için tayın edilmiş kemâl ve olgunlaşma yolunu gözönünde bulundurarak onu bu tabii doğrultuda ve bir anlamda " kendi fıtratına göre " eğitip ondan yararlanmasını ister.
Tekrar örneklersek insan, koyun ve inek açısından bakabileceği gibi kendi menfaat ve çıkarları açısından da bakabilir. Eğer koyun ve ineği kendisi açısından ele alırsak, mesele iğdiş olayı kesinlikle koyunun yararına değildir. Biz yetiştirmekte olduğumuz koyun ve inek bakımını herşeyden önce ona eziyet etmekte ve niyet onu " noksan" laştırmiş olmaktayız. Yani tabiatı itibariyle kendisinde var olan ve olması gereken ve kemalinin de onunla mümkün olabileceği gerekli sistemlerinden birini kendisinden almakta ve onu " kendimiz" ve kendi çıkarımız açısından değerlendirmekteyiz. Burada koyunun ve ineğin kamil ve noksan olması, kasabı ilgilendirmemektedir; o, koyunun ve ineğin iyice emirerek etinin çoğlmasını istediğini ve bu dolayıdan da onun dişi koyunla ve inekle ilgilenmeyi sadece otlamayla meşgul olamsı, daha fazla yemelerini ve kestiklerinde daha fazla etlerinin olması için hayvanları beslemesinden kaynaklanmaktadırlar.

İnsanlarda da durum tamamen böyledir ; İnsan meydana getirmenin de iki boyutu yolu vardır.
1) Her hangi bir eşyanın yapımında izlenen yol. Yani yapı, yalnız kendi maksadını ve çıkarını göz önünde bulundurur ve bu maksadına ulaşabilmek için kişiyi belli bir şekle sokar. Bu arada onu kemale mi erdirdiği, yoksa usranamı uğratığı veya noksanlığından yararlanarak götürdüğü onun için hiç mi önemli değildir.
Sosyal asâlete ki ( nihayet bu sosyal âsâlet de egemenler sınıfına olan özel bir sınıfın asaletine dönüşüvermektedir ) insanlar, egemen tabakanın maksadının daha iyi sağlanabileceği veya onlarca topluma daha yararlı olabileceği bir biçime sokmak isterler insanları ( kişinin mükemmelliğiyle toplumun mükemmelliği arasında tezak disiplinli olup olamadığını ve bir çok meselelerde toplumu mükemmelliğe ulaşmak için kişiyi noksanlaştırmaya mecbur olup olmadığımızı ilerde söz konusunu edeceğiz ) Toplucular, " toplum için ile de şu veya bu tür insanlar meydana getirilmeldir" derler. Ne tür insanları istedikleride onlar için önemli değildirler ? Meselâ, toplumun, verilen emre kayıtsız kalması ve ittat edecek ve komutanının emrinden başka bir şeyi " düşünmüyecek " yüzde yüz  disiplinli askerlere ihtiyacı da vardır, derler. Bu durumda eğer bir insan, kendisinde irade ve akıl asâleti olmasını isterse, yani akıl ve düşünce açısından bağımsız olmak ister ve kendisine " verilen bu emri uygulamam gerekir mi ? neden ? diye sorarsa veya bir takım insan-i duygulara sahip olursa onlara göre toplumun işine yaramacaktır. Onların nazarında, zerrece bir değere ve düşüncesi ve şefkâti olmayan kişiler topluma faydalı olurlar. Eğer ona bir bomba verseler ve git şu şehrin üzerine at deseler, orada masum insanların olduğunu, kadın erkek, yaşlı genç... insanların yaşadığını düşünmemelidir ; ne düşünmeli, ne de zerrece şefkat duygusu olmamalıdır ! Tıpkı daha iyi otlayan ve memirmesi için koyun ve ineğin beslendiği gibi, şefkat ve duygu damarlarını onun vücudunda söküp alırlar, fikir özgürlüğü ve bağımsızlığını yitirmesi için yırtıcı bir özellik veririler ona. İşte o zaman tamamıyla onlara yaranabilecek bir insn olur..."
Ancak bu gerçek  anlamda bir " terbiye" ve eğitim konumuna getirilemez. " Terbiye'nin "insanın gerçek istidatlarını eğitmek demektir. Eğer o akli, fikri istidat ve meselelerde " niyet ve niçin " sorularına bizatihi sahipse, ondaki bu istidatlar yok edilmemelidir ; aksine gereğince eğitilmeli, eğer orda meselâ merhamet gibi insan-i bir duygu varsa onu terbiye etmelidir. ( ifrat ve tefrit haddini gözeterek tabii ) insancıl duygularla eğitilmelidir.
2-- ) Maksadım ; " fıtrat" meselesiyle " terbiye " meselesinin yekdeğeriyle çok yakından ilgili şeyler olduğudur.
Bugünkü insan-i felsefelerde ve sosyolojilerde önemli kavramlardan birisi " Tarihin tekâmülü " sorunudur. Eğer insan için fıtratı kabul edecek olursak " Tarihin tekâmülü" nü özel bir şekilde izâh etmeli ; ancak, fıtratı kabul etmezsek ki, ( bügünkü okulların birçoğu fıtratı tamamıyla inkâr etmektedir ) bu kendi itidari çıkarların doğrultusunda onlarca üstün bir kavramdır. "Tarih'in tekâmülü" ne başka bir izâh getirmeliyiz düşüncesindeyim.

" Fıtrat" Terimi :
Kur'an'da geçen Fıtrat ( Rum Süresi 30. ) kelimesinin lügat anlamı nedir ? kavramına gelince  Fetere ( fe/ te / re ) kötü Kur'an'da defalarca tekrar edilmiştir. " Feterehunne " ( Enbiya Süresi : 56. ) "Fatır'us-semavat'i-vel-arz " ( En'am / 14 ve diğer beş ayetler. ) " İza es-sema'un feteret " ( İnfitar. Süresi 1. ) ve " Munfatir'un bih" ( Müzemmil / 18. ) her yerde bu kelimenin anlamı yaratmak, ibda etmek, ( ve hatta İbdâ anlamında yaratmak ) 'dır. Bir açıdan " ibda" geçmişi olmaksızın yaratılış demektir. Bu anlamda fıtrat lügat kelime manası ( yani " fi'let " vezninde ) insan ve din ( devletleşme ) hakkında yalnız bir ayette geçer. " Din ( devlet ) fıtratullah'tır. " İşte tam anlamıyla kulanılan manası :
" Artık, yüzünü tam doğru devlete ( dini ) döndür, Allah'ın fıtratına ( ilk yarattığı selâmet haline )' ki insanları o fıtrat halinde yaratmırtır. Allah'ın yaratışı, devlet ( din ) değiştirilemez." ( Rum Süresi : 30. )
( Daha sonra bu mütebir değerli ayetin tefsirinede açıklama getireceğiz. )
Arap diline aşina olanlar " fi'let "vezninin " çeşit"e delalet yani yanlış ettiğini bilirler. Meselâ " Celseten " oturmak ; "Cilset " özel bir şekilde oturmak demektir. "Celestu zeyd" , "falancanın oturuşu gibi oturdum " anlamındadır. İbn-i Malik " Elfiye " adlı eserinde şöyle der :
" Ve fa'letun- vezni- bir defa içindir ( Celsetun gibi ) ; fi'letun vezni ise şekil, çeşit içindir ( Cilsetun gibi ).
Binaenaleyh Kur'an-ı Kerim'de "fıtrat" lügatı insan ve onun dinle bağlantısı için kullanılmıştır. ; " Allah'ın fıtratı ki insanları, o fıtrat halinde yaratmıştır" ayetinde kastedilen şudur..." İnsana verdiğimiz özel bir yaratılış şekli vardır. Yani insan özl bir şekilde yaratılmıştır. " Bu gün sıkça kullanılan " insanın özellikleri" kavramında olduğu gibi ; eğer biz insan için yaratılışın bir takım özelliklere dayandığına inanacak olursak, fıtratı zımnen kabul etmiş oluruz. İnsanın fıtratı demek, "insanın yaratılışında ki özellikller" demektir. Bu konuda iki değerli sahabenin dörüşünü de almayı imal etmiyeceğiz.
İbn-i Esir ne diyor ?
Hadis nakl lügatlarında mevcut itimat ve güvenirliği olan kitaplarından birisi olan İbn-i Esir'in " El Nihayet " adlı kitabıdır ki, gerçetende çok meşhurdur. Kur'an'da geçen terimler hakkında çok nefis bir araştırma kitabı olan Rağib'in " Müfredat'ı" da şöyle bir ifade vardır. Rağib, çok iyi bir Kur'an lügatlerinin ; İbn-i Esir'de hadis lügatlerinin köklerini incelemişlerdir .
İbn-i Esir, El Nihaye kitabında meşhur bir hadisi naklediyor. ( Sahih-i Buhari, Kitab'il cenaiz, 80 ve 93. babları. ) Dünyaya gelen her bebek İslam fıtratı üzerinr doğar, lakin onların babaları ( yani diş etkenler onları büyükmeyi ve terbiyesini üzerine alan ) onları saptırır, onları Yahudi veya Hıristiyan ya da Mecûsi ederler." ( Daha sonra da hu hadis üzerinde durulacak ve bir mükayese edilecektir. ) İbn-i esir bu hadisi naklettiği için "fıtrat " kelimesini de şöyle açıklamışlardır.

Fıtrat ; "El ibtida'u vel icad" dır, yani ilk yaratılıştan maksat, taklid etmeksizin ve örneksiz yaratılıştır. Allah'ın işi buluştur, beşerin işi ise genellikle taklit etmektir. Hatta beşerin buluşlarında bile taklit unsurları vardır." Bu ifadeleri biz biraz açıklamak istiyoruz :
İnsanoğlunun bütün yaptığı, tabiatı taklit etmekten başka bir şey değildir. Yani önce tabiat vardır ; beşer onun örnek edinir ve ona bakarak resim yapar, sanatçılık ve keykeltıraşlık eder. Yani bir nevi şekillenmesini yapabilir ama canlandırmasını yapma yetkisi yoktur. İnsanoğlu buluş ta yapar ; buna kudreti de vardır. Ancak, insanın buluşunun da temeli yine tabiattır. Yani tabiattan örnek ve model almak zorundadır. ( Nech'ul Belağa'da ve diğer önemli kaynaklarda bu konu üzerinde çok durulmuştur ) Allah'ın yarattığı şeylerse tam anlamıyla " yaratma ",ve " buluş" dır ; O'nun eserlerinde taklid yoktur. Çünkü herşeyi tek yaratıcısı bizzat kendisidir ve O'nun yaratışından önce hiçbir şeyde yoktu.
Öyleyse " Fetr " kelimesi buluş ve "icad" la eşititr, yani başka birşeyden taklit edilmemiş " iş" tir.
Ve daha sonra da şöyle ekliyor : Fıtrat, yani " özel bir şekilde" ve " hususi bir halde yaratlış ", hususi bir oturuş anlamında olan " Cilset " ve hususi bir durma tarzı anlamında olan " Rikbet" lügattı gibi belirli bir lügattır. İnsan, dini ( devleti ) kabullenmeye hazır bir tabiat üzere yaratılmıştır ; eğer dış etkenler onu saptırmazsa ve o kendi tabiatı halinde bırakılırsa mutlaka bu yolu seçecektir."
İbn-i Esir " fıtrat lügatı pek çok hadiste geçmektedir", der :Örneğin bir hadiste " Muhammed'den başkasının fıtratına " diye geçmiştir, yani " Muhammed'den başkasının dinini "denilmektedir. Burada din kelimesi yerine " fıtrat" kelimesi kullanılmıştır. Yine İbn-i Esir, İmam Ali ( a.s. ) şöyle nakleder : " Kalpleri, fıtratları üzere yaratandır O..." ). ( Nech'ul Belağa'da bu cümlenin benzeri geçer : kalpleri fıtratları üzere yaratan." ) Kalpleri yaratan Allah, onları çoğul fıtratları üzerine yaratmıştır. ( Maksat, yaratıcıdır. ) Bu hadiste " fıtrat " kelimesi çoğul halinde geçer. Buradan, İslam-i maarife göre insanın futratının sadece " bir" şey olmadığı, bilakis insanın bir çok fıtratında olduğuna dair belirtiler vardır. İbn-i Esir, "Bu hadisde geçen " fıtratlardan yaratılış kastedilmiştir " der. ( Nihayet, İbn-i Esir c. 3, sayfa. 457. ) Ve şimdi de tekrar ayrı bir görüşe ver vermeyi ve onun İslam ulamasında büyük bir rolu olduğunu inandırıcılık bakımından çok güvenilir bir şahsiyette sahip olduğuda her müslüman tarafından takdir edilir bir kişiliğin de şüphe yoktur.
İbn-i Abbas'ın Görüşü :
İnb-i Abbas ( a.s. )'dan rivayet edilmiş çok net ve açık bir hadis var ; ben bu hadisi "fıtrat " lügatının ilk kez Kur'an'da geçtiğine dair karine olarak kabul ediriyorm diyor. Kureyş'ten peygamber'in amcası oğlu ve bilgili bir kişi olan İbn-i Abbas şöyle der : "Ben Kur'an'da geçen " fıtrat" kelimesinin anlamın , göçebe bir arapla karşılaştığım zaman anladım. Bu kelimeyi kullandığı vakit ayetin anlamını benim için tamamen aydınlığa kavuştu.

Kur'an'da geçen " fatir " kelimesinin manasını iyi anlamıştım. Bir gün iki bedevinin bir su kuyusu hakkında çekişip durduklarını gördüm. Biri "Ene fetertu " dedi. "Kuyu benimdir" demek istiyordu. Onun kendisinin kuyuyu kazmış olduğunu kastediyordu. Bilindiği üzere, su kuyusunu kazdıktan bir müdet sonra su aşağıya iner, dolayısıyla tekrar kazarlar, yine birkaç metre aşağı iner. Adam bu kuyunun ilk sahibi benim demek istiyordu ; yani "bu kuyuyu ilk  olarak ben kazdım" diyordu. İbn-i Abbas, " İşte o zaman "fıtrat kelimesinin Kur'an'da, insana yüzde yüz ilk olan haricinde geçmişi olmayan bir yaratılış anlamında olduğunu anladım" der.
Arapça'da diğer yerlerde de geçen " Fetr" kelimesi başlangıçta olmak ve geçmişi olmamak taşımaktır. Örneğin Araplar, devenin ilk dişlerini çıkarmasını " fetere " kelimesiyle ifade ederler. Kaza, hayvanın memesinden alınan ilk süte, ilk olarak alındığından, " Fotr" denilmektedir.
Rağib-i İsfahani de bu lügatı İbn-i Esir'in el Nihaye'de açıkladığı gibi açıklamış olduğundan burada da onun da ayrıca zikretmeyi gerekli bulmuyoruz.
Merhum Şeyh Abbas Kummi'ninde Görüşü şudur :
Merhum Şeyh Abbas Kummi Sefinet'un Necat kitabında lügatçılardan biri olan Muterrizi'den, " fıtrat yaralıtışı manasındadır" dediğini nakleder. Sonra Gevali Etleâli'den " her bebek İslam fıtratı üzere dünyaya gelir" hadisini naklederler ve ardından da İmam Sadık ( a.s. )'ın "fatreh " kelime anlamını bizim söylediğimiz gibi fıtratın dışında kullandığı bir hadis rivayet eder. İbn-i Basir, " bir gün İmam Cafer'i sadık ( a.s. ) huzurundaydın, bir miktar deve eti getirdiler. Yedik ; daha sonra bir miktar süt getirdiler ; O hazret sütten biraz içtiler ve bana : "Sen de iç " buyurdular. Ben de içtim ve başka bir tad veridiğini görünce, "Bu nedir ?" diye sordum. Hazret, " Bu " Fotret'tir" dedi. ( Bildiğim kadarıyla Horasan'da buna " cik " ve bazı yerlerde de " Ağuz " derler. Bu hayvan yavruladıktan sonra ondan alınan ilk süt'tür. ) İlk sütü sağarken elde edilen taze sütün köpüğüdür" buyurdular. Görüldüğü gibi söz konusu lügat kelime anlamı bura da " başlangıç " anlamına gelmektedir. ( Merhum Şeyh Abbas Kummi'nin en iyi ve en faydalı kitabı, hadis hakkında olan bu kitabı ve " Keşti-i Bıhar'dır. Burada, Merhum Meclisi'nin Bıhar adlı kitabının hadislerini lügatla belirtmiş olup gerçekte merhum Meclisi'nin Bıhar adlı kitabındaki hadislerin fihristisidir. Bu kitapta İbn-i Esir'in Nihaye adlı kitabından biraz taklid vardır, şu farkla ki, İbn-i Esir daha ziyade lügat kelimeleri, o ise hadise ağırlık vermişlerdir. )

Fıtrat- Sıbğat- Hanif :
Kur'an-ı Kerim'de, "din" ( devlet ) teriminin ismi ve vasıfları zikrdilirken muhelif yerlerde üç değişik kelime kullanılmıştır. ( Allah'ın yaratığı fıtrat ki insanları o fıtrat üzerine yaratmıştır ); yani aynı manaya gelen üç ayrı lügat kelime manası vardır Kur'an'da : "Fıtrat" Sıbğat ve " Hanif "... Yani din hakkınka hem " Fıtratullah " hem "Sıbğatullah"  ve hemde " Hanif " din devletleşme denilmiştir. Şimdi kısaca bir " Sıbğat" ve " Hanif " kelime terimlerine bakalım.
Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor : " Boya, Allah'ın boyasıdır ; boyası O'nun boyasından daha güzel olan kim var ? " ( Bakara Süresi : 138. ) Bu ayette geçen kelime anlamı da " filet " veznindendir; "Sıbğet". " Sebğ " ve "Sebbağ " gibi kelimelerin kökündendir. "Sebğ " renk ve boyamak, " Sebbağ " boyacı ve " Sıbğet " ise özel bir boyama anlamına gelir. " Sıbğetullah", Allah'ın tekvin metninde verdiği bir çeşit boya, yani ilahi renktir. Din hakkında " Devlet ilahi renktir, Hakk elinin tekvin ve yaratılış metninde insanı boyadığı ise renktir." Denilmiştir. Başta Rağib olmak üzere kimi müfessirler yani araştırmacılar, Kur'an'da bu tabir Hıristiyanların yaptığı vaftiz işlemine işarettir, demişlerdir. Hıristiyanlar vaftiz işlemine ötedenberi inanagelmişlerdir ; şimdi dahi bu işi yapmaktadırlar. Birincisini Hıristiyan etmek istediklerinde, hatta dünyaya gelen bebekleri dahi hıristiyanlık dinine sokmak için, gusul ettirirler ve bu vesileyle de hıristiyanlaşmış ve " Hıristiyanlık rengi " vurmuş olurlar. Nitekim onlar da bu yıkanmayı bir nevi " hıristiyanlık rengi vermek" şeklinde tanımlarlar. Kur'an, "Renk sadece Allah'ın yaratlışta verdiği renktir", buyurur.
Bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır :
" İbrahim Yahudi veya Hıristiyan değildi, o sadece hanif bir müslüman idi" ( Ali İmran Suresi : 67. )
Kur'an, beşerin bir fıtratı vardır ve bu, "din fıtratı"dır ; din'de ancak İslam'dır, İslam ise Adem'den Hatem'e kadar bir hakikattır demektir. Kur'an'ın görüşü ise "dinler " değil "devlet" dir. Bu nedenledir ki, Kur'an'da ve hadiste hiç bir zaman din kelimesi çoğul olarak kullanılamıştır. Çünkü din ( devlet ) Kur'an'a göre fıtrattır, yoldur ve insanın tabiatındaki bir hakikattır. İnsanlar çeşit çeşit ve ırkların üzerinde yaratılmışlardır. Bütün peygamberlerin emirleri fıtri duyguyu uyandırmak, eğitmek ve geliştirmektir. Onların sundukları şey , ise insan fıtratının istediği şeylerdir.

İnsan fıtraının ise bir kaç çeşit isteği yoktur ; dolayısıyla Kur'an şöyle buyurur : "Nuh peygamberdi ( s ) olan şey dindir ve o İslamdır, İbrahim ( a.s. )'de olan şey  dindir, ve o din İslam'dır, Musa ( s.) İsâ (s. ) ve her peygamber'de olan şey dindir ve o dinin ismi İslam'dır ; Sonradan ortaya çıkan bu isimler asıl din ve asıl fıtrattan sapmışlardır, onun içindir ki "İbrahim Yahudi ve Hıristiyan değildir, o hanif ve müslümandı"  Kur'n bunu söylerken, " İbrahim, son peygamberin ümmetinden ve müslümanlardan biri gibiydi, " demek istememektedir, " Yahudilik ve hıristiyanlık gerçek islamdan sapmaktır, bütün peygamberin getirdiği sadece bir din vardır, o da İslam'dır" demektedir. Zikredilen ayette, " Bu boyamaların ve vaftiz etmelerin ( te'mid gussullerin ) ne etkisi vardır ? bir "hiç" olan insanoğlunun te'mid gussuliğe ulaşması ve " Allah'ın halifesi olması mümkün müdür ? Boya, ancak yüce yaratıcının, yatartılışta verdiği boyadır." Denilmektedir, " peygamber'in buyurduğu şey gerçek İslam ve gerçek fıtrattır." Denilmektedir ! Gerçek fıtrat, Allah'ın yaratılışta insanın ruhuna verdiği renk'tir.
Rağib diyor ki : " Sıbğatullah, Allah'in insanlardan yarattığı fıtrat gibi, insanları hayvanlardan ayıran "akl"a da işarettir ki, ( burada eksik bir tanımla, fıtrat sınırlandırmiştir ) Hıristiyanlar yeni dünyaya gelmiş bir bebeği doğumunun yedinci günü umudiyet suyundan "te"mid guslü ( vaftiz ) ettiriyorlar ve bunu, ona "hıristiyanlık rengi vurma" olarak kabul ediyorlar. Oysa ki Allah Tealâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor : " Allah'tan daha iyi renk veren kim vardır ?" ( Bakara Suresi : 138. ) Biz bu ayetin tefaratüne şimdilik girmeyi gerek görmediğimiz için konumuzu daha da uzatmaya çalışmiyacağız, ve daha sonra da Kur'an tefsirlerinde bu gibi konu ve meselere ele alınıp işleneceğinden dolayı söylemekte yarar var sanırım. Bir hadiste şöyle geçer : Hanif din ( devlet ) , fıtri din ve sıbgetullah ; Allah'ın ahdleşmede yani Allah'ın insan ruhundan aldığı ahd arasında insan oğlunun onunla tanıştırdığı şeydir. ( Bıhar-ul Envar, yeni baskı c. 3 bab 2, sayfa. 276 Meani-i Ehbar'dan naklen. ) Bu alem-i zerr" diye tabir edilen bir konudur. Burada âlem-i zerr'in mana ve anlamının ne olduğununun açıklanması gerekir sanırım. Acaba gerçekten bu madde ve tabiat aleminde insanlar küçük hayvanlar şeklindeydiler veyada maymun'muydularda  daha sonra mı bu şekli aldılar, yoksa bunun daha farklı ve daha dakik geçerli ve gerçek anlamı var mı ? Farklı ve daha dakik bir mananın sözkonusu olduğu, tartışma götürmez bir gerçek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder