22 Eylül 2012 Cumartesi

Fıtrat üzerine bir çeşitleme - Zübeyir Yetik

FITRAT ÜZERİNE BİR ÇEŞİTLEME*



İlkin birkaç belirleme yapalım:

Türkçede “yaratmak” kelimesiyle anlatılan eylemin Arapçadaki “yaygın” karşılığı “halk etmektir”. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın var etmek, oluşturmak, oldurmak ile ilişkili eylemlerinin büyük bir bölümü, nitekim, “hı-lam-kaf” kökünden gelen kelimelerle anlatılır.

Kur’an-ı Kerim doğrudan doğruya “yaratma”, özellikle “yoktan var etme” eylemi için başka kelimeler de kullanır. Bunların başlıcaları “ibda” ve “icad” kelimeleridir.

Yüce Allah’a ait “Güzel İsimler” arasında yer alan “Mübdi, Bedi” ve “Vacid” adları andığımız eylemlerin gerçekleştiricisi anlamlarına gelir. Mübdi ve Bedi, yoktan var eden, örneksiz ve araç-gereçsiz var eden; “Vacid” ise olmayanı bulan, buluşturan ve oluşturan anlamlarına gelir, üstün körü bir tanımlamayla. “Halk etme” eyleminin gerçekleştiricisini anlatmak için de, bilindiği üzere, “Halik” ve “Hallak” isimleri vardır.

“Fıtrat” kelimesinin de türediği “fe-tı-ra” kökünden gelen fiiller ise, Türkçeye genelde “yaratmak/yarattı” diye çevrilmekle birlikte, burada anılan “yaratma” olayı yukarıda işaret ettiğimiz “yaratma”yı anlatan fiillerden daha farklıdır. Bu fiilde yaratma yok, yaratılmış olan üzerinde, bir varlık üzerinde gerçekleştirilen eylem vardır. Esma-ı Hüsna arasında yer alan Bari (güzel ve uygun kılan), Musavvir (biçim veren) ve benzeri adlarda olduğu gibi.

Kelime olarak da “yarmak, parçalamak, bölmek, ayırmak, uzunlamasına yarmak” gibi anlamlara gelir.

“Gökleri ve yeri yaratma”yı haber veren pek çok ayette geçen “fe-tı-ra” köklü fiillerin (Türkçeye yaratma diye çevrilmesine karşın) gerçekte yaratılmayı değil, onların birbirinden ayrılarak düzenlemesini bildirdiğini –“fe-tı-ra” köklü bir fiil kullanılmamakla birlikte- biz, “O inkârcılar görmezler mi ki, gökler ile yer bitişik iken, biz onları ayırdık…(21/Enbiya: 30)” ayetinde açıklıkla görürüz. Orada doğrudan doğruya “ayırma” anlamına gelen “fetakna” kelimesi kullanılmıştır.

Olaya bu çerçeveden baktığımızda “fe-tı-ra” kökünden gelen fiillerin “ibda olunmuş” ya da “halk edilmiş” şeyler ve haller ile ilgili olduğunu belirlemiş oluruz.

Bu bakış açısından varılacak nokta şudur: “Fe-tı-ra” diye bir mastar var. Yarmak, parçalamak, ayırmak ve benzeri eylemleri anlatmakta kullanılan fiillerin kök kelimesi.. Haliyle de buradan türeme Fatır ve fıtrat isimleri de var. Fatır; yaran, parçalara ayıran, bölümlemeler yapan kimse.. Fıtrat da yarılmış, parçalanmış, hatta pay edilmiş; böylece yerli yerine, belli bir konuma/biçime/düzene oturmuş/oturtulmuş olan…

Yusuf âleyhisselamın yakarışı, olayı, daha doğrusu “fe-tı-ra” fiiline ilişki bu açılımı daha belirgin hale getirir: “Rabbim, sen bana mülkten (pay) verdin, olayların yorumunu öğrettin.. Göklerin ve yerin Fatır’ı (parçalayıcısı, bölümleyicisi, PAYLAŞTIRICISI) sen dünyada ve ahirette benim velimsin… 12/Yusuf: 101)” 

Fatır’a anlam verirken “PAYLAŞTIRICI” sözünü dikkat çekmek için büyük harflerle yazdım. Duanın akışı, çünkü, böyle bir açılıma el veriyor. Kendisine verilen mülk ve bilgiyi söz konusu ederken, “mülk ve bilgi” değil de “mülkten ve yorumdan” demesi, bir “pay alma” olayına işaret ediyor çünkü. Gökler ve yer birbirinden ayrılarak onlara varlık kazandırılırken de, elbette her birine bir pay verilmiş, bölüştürülerek bir düzenleme yapılmış olunmaktadır.

●●●

Fıtrat ve “Fıtrat Dini” kavramları söz konusu olduğunda bunun dayandırıldığı 30/Rum suresinin 30’uncu ayetine bu belirlemeler doğrultusunda baktığımızda, daha açık bir anlatımla ayette geçen “fıtrat” ve “fetara” kelimelerini bu yaklaşımla anlamlandırdığımızda, olay yalnızca bir “yaratma/yaratılma” bağlamından çıkar ve biz daha farklı bir anlayış/kavrayış ve kavramlaştırma ile karşılaşırız.

Ayet, her biri birer “kavram” olan şu kelimelerle örülmüştür:

Yüzünü döndürmek..

Din (ed-Din)..

Hanif..

Allah’ın Fıtratı..

Bu fıtratın insana yönelik olarak ayrılması, ona bir pay verilmesi..

Allah’ın yaratmasının (halk etmesinin) değişmezliği..

Geçerli “din”in bu anlatılan olduğu..

Ve, insanların çoğunun bunu bilmediği…

Ayette gözümüze çarpan özelliklerden biri de şudur: Herhangi bir insandan herhangi bir dine yönelmesi istenmiyor. Buradaki “insan” Hanif’tir ya da olması gerekiyor; din ise belli bir din olarak “ed-Din”dir, kelimenin başında “harf-i tarif” vardır.

Bunların vurgulandığı cümleciği ayetin ilk bölümü sayarsak, ikinci bölümünde çağrı yapılan insanın özelliklerinin, üçüncü bölümünde de “din”in tanımının yer aldığını görüyoruz. Sonraki vurgu bu tanımlanan “din”in geçerli tek din olmasına karşın, insanların çoğunun bunu bilmediğine işaret ediyor.

●●●

Hakkında kitaplar yazılabilecek bir kavram olan Hanif’in Kur’an-ı Kerim’deki ayetler boyunca özellikle bir yanı üzerinde durulur: Ortak koşuculardan olmamak.. Kitap, bu kategorideki kimseleri, evet, bu vasıfla etiketlemiştir ve yanılmıyorsam iki ayet dışında bütün ayetlerde de İbrahim âleyhisselamla, onun bayraktarlığını yaptığı inançla ilişkilendirmiştir.

Yüzünü döndürmek ifadesi, içten-yürekten bile olsa “inandım” demekle kalmayıp, yaşamsal bir yönelişin ifadesidir ve Hanif olan kimlikten bunun istenmesine karşın, öte yandan da Hanif olmanın ölçüsü bu olmaktadır.

“Allah’ın Fıtratı” tamlaması, fıtrat kelimesinin “yaratılış” anlamıyla kullanılması durumunda yadırgatıcı gibi algılansa da, gerçekte yaratılmış olan her şeyin Yaratıcı’nın mülkü olması noktasından bakıldığında yanlış anlama/anlaşılma yersiz bir hale gelir..

Okuyucularım anımsayacaklardır: Nida’daki yazılarımdan birinde Yüce Allah’ın “ruh” üfleme olayını “fıtrat” edinme, “esma”nın öğretilmesini de “vicdan”ın bir öz olarak yapıya yerleştirilmesi olarak anmıştım.

İşte ayette geçen “fetara-nnase âleyha” ifadesi, bu.. “Fe-tı-ra” mastarının anlamlarını göz önünde tutarak olaya bakıyoruz. Yüce Allah insanın benliğini yarıyor, adeta ortasından ayırıyor (elem neşrahleke olayındaki gibi) ve ona “Allah’ın Fıtratı”nı yüklüyor (kendi ruhundan üflüyor), onun benliğine kazıyor, nakşediyor… Bu “sadece bir fıtrat” değil, “insan fıtratı”dır artık… “Hidayete iletici fıtratlanma (43/Zuhruf: 27)” olayı…

Ve, bir vurgu daha: Rabbimiz “fe-tı-ra” kökenli fiilleri mahlukatı içerisinde yalnız ve yalnız “gökler ve yer”, “elçi kılınan melekler” ve de “insan”a ilişkin olarak kullanıyor.

●●●       

Hanif için söylemiştik, “müşriklerden olmamak”…

Andığımız ayette, ayetle ilgili olarak sıraladığımız kavramlar hep içi içe geçmiş durumda, birbirini tamamlıyor ve açıklıyor…

Evet, Hanif, müşriklerden olmayan kimse.. Yani muvahhit.. “Bir”leyici…

Bu, Yüce Allah’ın fıtratıyla fıtratlandırdığı kimselerin, yani insanın baş özelliği…

Fıtrat, “Hanif”; ama sonradan raydan çıkmalar oluyor…

Gerçekten mi?

Hayır; insanoğlu şirke saplansa bile fıtratındaki “Hanif” yanı bütün bütün dışlayamıyor..

Örnek: Bütün felsefi sistemler..

Örnek: Çağdaş bilimler..

Örnek: Çok aykırı bir isim analım: Karl Marks…

Hangi felsefi sisteme bakarsanız bakın, hepsinde düşünceyi oturttukları bir “ilk ilke” vardır. Felsefe bunun üzerine oturtulur ve kendi içinde bir bütün olan “sistem” kurgulandırılarak da taçlandırılır. Hepsi, istisnasız “bir” ile başlar “birlik”e ulaşır…

Karl Marks demiştik. O da öyle; “madde” üzerine kurguladığı bir sistem vardır. Sistem, malum, kendi kendine yetebilen “birlik” demektir…  

Evet; Fıtrat herkesi “bir” olana zorlar, “bir”e iletir. Ama, işte bu ulaşılan “bir” ve “birlik/tevhit” ed-Din’den kopuk olunca, bihaber olunca, şeytanın yönlendirmesiyle bunu dışlayınca, karşı koyunca da ayetin son cümleciğindeki durum ortaya çıkar: “İnsanların çoğu bunu bilmezler…”

Yüce Allah’ın değişmez “yaratışı” (halk edişi ve halk ettiklerindeki düzen) “geçerli din” olarak dimdik ayaktayken, insanların çoğu bunu bilmezler…

Vesselam…



*Zübeyir Yetik

Nida Dergisi,

Sayı: 147, Mayıs-Haziran 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder