Mozart'ın, hayatı boyunca hep 'çocuk' kaldığı söylenir:
Çocuksu ruhunu koruyabildiği için, ruhun labirentlerinde, en derin bölmelerinde gezintiye çıkabilmiş, oradan devşirdiği meyveleri insanlığa sunabilmiştir.
Mozart'ın hayatı boyunca çocuk kalmasının nedeni, 'ses'le kurduğu olağanüstü ilişkide gizlidir.
Çocuksu ruh ile ses arasındaki ilişki, üzerinde kafa yormaya değer harikulâde bir ilişkidir.
İki tür ses'ten sözedebiliriz: Dış ses, yani fizîkî ses; bir de fiziğin ötesine uzanan, fizikî ses'in de kaynağını oluşturan fizikötesi iç ses.
Ses bahsini, dâhî bir müzisyenden kalkarak konu edinmem, elbette ki, tesadüfî değil. Büyük müzisyenleri büyük müzisyen yapan şey, fizîkî sesle kurdukları ilişkinin harikulâdeliği değil, fizikötesi sesle ilişki kurabilmeyi başarabilmiş olma dâhîlikleridir. Meraği ve Itrî, Bach ve Mahler bu dehânın ayrıksı örnekleridir.
Bir ney sesini derûnî ve etkileyici kılan şey, neyzen'in beslendiği ve ney'iyle üflediği ses'in asıl Sahibi'nin ne olduğunu bihakkın idrak edebilmesi ve neyiyle bize bu İlâhî Ses'ten seslenebiliyor, ses verebiliyor olmasıdır.
Oysa çocuksu ruh, iki ses arasındaki medcezir'i her dâim yaşayan ve yakalayabilen, bu iki sesi de her dâim duyan bir latifliğe sahiptir.
Zira çocuksu ruh, fıtratın sesi'dir; bozulmamış, kirlenmemiş, saf, arı duru, katışıksız fıtratın hakikatinin şifrelendiği, dercedildiği ve kendisinde tecellî ettiği ruhun sesi. Çocuksu ruhu yaşayan ve taşıyan başta peygamberler ve bilge kişiler olmak üzere, büyük şairler, müzisyenler, sanatçılar ve düşünürler, hem mülk âleminde, hem de melekût âleminde soluk alıp verebilen ve bundan bizi de nasiplendiren çocuk ruhlu insanlardır.
Bu topraklarda bu
garip 'ses'sizlik' ortamında, bu ruhun beni en fazla çarpan örnekleri
Bediüzzaman, Sezai Karakoç ve Mustafa Ruhi Şirin'dir.
Rüzgârın işi ve işlevi, havayı 'nefes'e dönüştürmektir: Rüzgâr, böylelikle bütün varlığa hayat bahşeder ve bütün varlıklar arasında irtibat tesis eder: Hayat aşısı yapar bütün varlıklara: Hayat aşısı, hakikatin tohumlarının şifrelendiği bir Hakk progamıdır.
İşte rüzgâr, hayat tohumu ekerek bu programı yerlerine yerleştirir; ruh da bu programı hayata geçirir, ekilen tohumu yeşertir ve meyveye durdurur.
Arapça'da rüzgâr anlamına gelen 'rîh' sözcüğü, ruh sözcüğüyle aynı anlam kümesine aittir: Sadece aynı kökten türemezler; aynı köke yönelirler; bizi de aynı kök'e yöneltirler.
Hayatın dölyatağı kalptir. Ruh, insana, Rahman'ın nefesini üfleyen bir 'elçi' gibidir. Ruh, Rahman'ın rahmet ve kudret elidir: Rahman'ın rahmet ve kudret eli, kalbe değince, ses olarak dile gelir, hayat bulur ve hayat sunar bize.
Ses, ruhun nefesi, kalbin meyvesidir: Ruhun nefesi, bir ney üflemesi gibi çocuğa hayat bahşeder: Çocuk, anne karnındayken kalbine üflenen ruhun nefesiyle durdurak demeden sema eder, kendisine hayat bahşeden Rabbini zikreder, Rabbine kendince şükreder.
Haksızlıklara isyan edebilmek ve hakikatin izini sürebilmek, ancak çocuksu ruha ve çocuksu ruhun sesine kulak kabartabilmekle mümkündür.
O hâlde nerede çocuksu ruhunuz, insanı hakikat eri kılan 'ses'iniz, nerede?
Soru'nun iz'i, çocuksu ruhun nefes alıp verdiği peygamberî ses'te gizli
Çocuklar, İlâhî Söz'ün şifrelendiği,
varoluş şartı fizik ötesine ayarlı iç 'ses'in kaynağı ses peyzajı'nın
yegâne 'vasat'ı ve 'vasıta'sı, hâl'i ve mahall'i -bozulmamış fıtratları
gereği-, peygamberî solukla nefes alıp veren rahmet çiçekleridir.
Katışıksız,
arı duru çocuksu ruhun en olgun, en derûnî timsallari büyük sanatçılar
ve düşünürler, âlimler ve âriflerse, dölyatağını fizikötesi ses'in
oluşturduğu hakikatin şifrelendiği ses peyzajı'ndan -ontolojik olarak,
yani bilfiil, yaşayarak, tecrübe ederek, tadarak- 'süt emen', bize İlâhî
Söz'le irtibatlı bu peygamberî ses'i beşerî ses'e ruh üfleyecek bir
niteliğe dönüştürerek armağan eden, böylelikle bizi arındırarak
kendimize getiren, rahmet çiçeklerinin izini sürdükleri giz'i çözerek,
devşirdikleri baldan bizi de tattıran engin meyveleri...Oysa 'en iyi' soruları çocuklar sorar; en temiz, en saf, en katışıksız, en hesapsız-kitapsız, dolayısıyla en temel ve biz yetişkinlere 'saçma' görünen en 'aykırı' soruları: Ve biz yetişkinlerin verdikleri cevaplara kuşkuyla bakar, tekrar tekrar sorar çocuklar: Çocuklar, soruların peşini bırakmazlar; yetişkinlerse, soruları peşlerinde bırakırlar...
Daha önemlisi de, çocuğun meleksiliğini borçlu olduğu meleke'lerin anakaynağı nebevî ses peyzajı'ndan gelen iç ses, varlığını ve hayatiyetini sürdürdüğü, melekût âleminin çekim alanında yaşamasını mümkün kılan 'ses telleri' bozulmadığı için... Ruhunun nefesi kalbinin sesine göre hayatını yaşadığı için...
O yüzden yetişkin büyük ölçüde 'nasıl?' sorusunu sorar. Yani yetişkinin soru dağarcığı ve sorun algılaması, epistemolojik alan'la sınırlıdır. Epistemolojik alan'sa, esas itibariyle, nicelik'le, yüzey'le, görünüm'le, kabuk'la, araç'la ilgilidir ve ilgilenir.
Kısacası, 'dış ses'le, fizîkî ses'le, iç sesi boğan, insanın iç sesinin nefesi masumiyeti ve mahzuniyeti yok eden 'gürültü', tek 'ses' katına yükselmiş ve fizikötesi sesi çepeçevre kuşatarak hayatımızdan silmiş, ses peyzajını yırtarak bizi 'sessizliğe' mahkûm etmiştir.
Peki, bu sorular, 'kim'in temel sorularıdır? Elbette ki, epistemoloji üzerine kurulan, varolan; o yüzden de yaşadığı ontolojik güvensizlik sorununu örtbas edebilmek amacıyla epistemolojik güvenlik alanlarını genişletme kaygısıyla hareket eden, bu nedenle bilim, teknoloji, içgüdü gibi kullanışlı 'araçlar'ı ele geçirerek sadece hâkimiyet kurma kaygısı taşıyan seküler-kapitalist Batı uygarlığının ve bir de, hakikatle ilişkisi sakatlandığı için, esen fırtınalı dalgaların, Batı uygarlığının seküler kıyılarına vurdurduğu, uyum / konformizm katsayıları yüksek, yalnızca çıkarlarının peşinde koşturan, kurulu düzenlerinin ve düzeneklerinin çatırdamasından ürken çağın ağları tarafından 'yutulan' metamorfoz yemiş 'insan müsveddeleri'nin...
'Niçin?' sorusunu çocuklar sorar. Ve çocuksu ruhlarını koruyanlar. Çocuk, 'güneş, niçin doğudan doğar?' diye sorabilir. 'İnsanın, niçin iki gözü, iki kulağı, iki dudağı var?' diye de sorabilir. 'İnsanlar, niçin savaşıyorlar; gökkubbe nasıl ayakta duruyor; insan niçin uçmuyor?' diye de...
Çocuğun 'nasıl?'lı soruları bile esas itibariyle, 'niçin?'li sorulardır, 'niçin?'in izini süren sorular. Yetişkin'in 'niçin?'li soruları ise büyük ölçüde 'nasıl?'lı sorular.
Ama unutmayalım ki, çocuklar, çocuk ruhlu sanatçılar ve düşünürler, İlâhî Söz'ün Nebevî Ses'inin şifrelendiği hakikatin şifrelerini neden bozduğumuzu, çocuksu ruhun ve peygamerî ses'in bize hayat bahşeden, ruh üfleyen meyveleri masumiyetin ve mahzuniyetin gizlendiği ses peyzajı'nı niçin yerle bir ettiğimizi bizi ters köşe yapacak ürpertici ve sarsıcı şekillerde sorabilirler, bir gün mutlaka...
YUSUF KAPLAN / YENİŞAFAK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder