13 Mayıs 2011 Cuma

Fıtrat Dini İslam ve onun Özellikleri : Tevhid, Adalet, Vasat, Akıl ve Çoğulculuk

“ O halde sen yüzunü hanif olarak dine çevir ; Allah’ın insanları üzerinde yarattığı o fıtrata. Allah’ın yaratışı için hiç bir tebdil yoktur. İşte dimdik ayakta duran din ! Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum :30:30)

Fıtrat ; linguistik olarak içinde gizleneni ortaya çıkarmak için yarmak anlamında kullanılır. Arab ; deve’nin damağının altındaki gizlenen dişinin yarılmasını böyle ifade eder. Dolayısıyla fıtrat , insan yaratılışındaki özdür veya buna yaradılış formatıda diyebiliriz. Çoğukez fıtrat, insan tabiatı-insan doğası ile aynı anlamda kullanılır. İnsanın nefes alması , su içmesi , yemek yemesi nasıl ki fıtrattandır iman etmeside insan fıtratının bir gereğidir. Bünyamin Konstand’ın ifadesiyle din insan doğasının ikizkardeşidir. Hanif olan İslam, fıtrat dinidir. Onun için ne ki fıtrata aykırıdır o şey Allah’ın kitabınada aykırıdır. Ne ki fıtrattandır o şey Allah’ın dininde haram kabul edilmez.

Bu ayet açıkça ispat ediyor ki İslam fıtrat dinidir. Bu konuda delil olarak ayrıca Allah resulü(s.a.v) bütün hadis otoritelerince sahih Kabul edilen hadisidir. Onun için Allah’ın tüm nehiy ve yasakları aynı zamanda fıtrata aykırıdır. İslamın fıtrat dini olduğuna delil Rum suresinin 30. Ayetidir . Rabbimiz şöyle buyurur :

Bu ayetin tefsirlerine baktığımızda bu konuşmanın özellikle müfessir Zemahşeri ve Fahrettin er Razi tarafından mecazi olarak ele alındığını görebiliriz. Muassır müfessirlerden İslamoğlu ise yine bu konuşmanın bir tahyil yani canlandırma olduğunu ifade eder.Ebu Hanife’nin bu ayetle ilgili görüşü : “ Allah, peygamber göndermemis olsaydı dahi , insan fıtri kabiliyetleriyle Rabbini tanıma sorumluluğu taşımaktadır” şeklindedir. Dolayısıyla bu ayette Rabbimiz insan fıtratıyla mecazen konuşmakta ve insan fıtratının Rabbini tanıma kabiliyeti taşıdığını ifade etmektedir.Tüm bu delillerden yola çıkarak diyebiliriz ki İslam fıtrat dinidir. Bu yazımda Fıtrat dini İslamın özelliklerine değinmeye çalışacağım. Yaratıcıyı itiraf ettiren insan fıtratıdır. Bu konuda Araf suresinin şu ayetini hatırlatabiliriz.

Fıtrat ve Tevhid İlişkisi

Fıtrat dini İslam’In en temel özelliği tevhid eksenli olmasıdır. Din bir cümleye benzetilecek olursa o cümlenin yüklemi tevhidtir. Dolayısıyla yüklemsiz cümle olamayacağı gibi tevhid eksenli olmayan tüm inanç sistemleride batıldır. Onun için vahyin dilinde, Allah indinde din sadece İslamdır.(Ali Imran 3 :19) Tevhid, Allah’ın , zerreden kürreye kadar yaratıcıi tek kudret olduğunu kabul etmek (Tevhid-i Rububbiyet) ve Ondan başka hiç bir nesneye veya özneye tapılmaması gerektiğini kavli ve fiili olarak ikrar etmek (Tevhid-i Uluhiyet ) ve Allah’ın isim ve sıfatlarında Ona eş veya Ondan üstün hiçbirşeyi kabul etmemektir. Evet madem ki birşeyden herşey yapan ve herşeyi bir şey yapan her şeyin yaratıcı olan O tek şeydir o halde O’nun dışında herhangi bir mabuda kulluk etmek fıtrata mugayyirdir.

Fıtrata uygun olan ne Babil medeniyetindeki Yılan ve Ejderha figürlerine ne Mısır mitoljisindeki Ateş tanrısı Zurvanaya, ne Japon Şintoizmindeki Güneşe, ne Hind kadim tanrıları olan İndra yada Mitraya , ne Yunan mitoljisindeki Hermese yada Afrodite , ne hristiyanlar gibi İsa’ya , ne bir kısım Yahudiler gibi Üzeyre tapınmak değil kendisinden başka ilah olmayan, yoktan vareden, herşeyin yaratıcısı olan , hiç bir zaman ölmeyen, herşeyden üstün olan muteal bir Allah `a kulluk etmektir. O öyle bir Allah `tır ki hiç bir şeye benzemeyen ve muteal olandır. (Şura : 42 :11) Öyleyse fıtrat, tevhidi kabul etmeyi gerektirir.

Fıtrat dini İslam’ın peygamber tasavvuru ise “abduhu ve resuluhü” şeklindedir. Peygamber önce kul sonra resuldür.Dolayısıyla peygamberler insan-üstü sıfatlara muttasıl değildirler.(Kehf : 18:110) Onlar gaybı bilemezler . (Neml :27:65) (Lokman :31 :34) Allahtan bağımsız mucize yaratamazlar. (Ankebut :29: 49-50) (Isra :17:90-95) Fıtrat peygamberi Allah resulu(s.a.v) her zaman kendisinin beşer olduğunu vurgulamıştır. Kendisi zamanında oğlu vefat ettiğinde aynı zamanda güneşte tutulmuştu. Müslümanlar arasında “Muhammedin oğlu vefat etti onun için güneş tutuldu” diye bir söylenti dolaşıyordu. Resul hutbeye çıktı ve derhal kendisinin beşer olduğunu ve Rabbin bir ölümlü için yasalarını değiştiremeyeceğine atıf yaptı.

Tevhid , insan fıtratına en mutabık bir inanç sistemidir. Onun için Allah indinde din sadece İslamdır. Zira diğer inanç sistemleri bu fıtrat yasasından sapmışlardır.

Fıtrat Dini İslam ve Adalet

.” (Nisa 4:58)Fıtrat dini İslam, insan-Allah ilişkisinde tevhidi , insan-hilkat ilişkilerinde adaleti esas alır. Şirk, tevhidin ve zulüm adaletin zıddıdır. Şirk, akidevi anlamda ve zulüm ahlakı bağlamda adaletsizliktir. Tevhidi iktidar etmek için şirki , adaleti teessüs etmek için zulmü yoketmek gerekir. Adalet ve zulüm arasındaki ilişki gece ile gündüz arasındaki ilişki gibidir. Zulmün olduğu yerde adalet, şirkin olduğu yerde tevhid olmaz.Bundan dolayıdır ki fıtrat dini İslam, adaleti emreder. “

Adalet, a-da-le fiilinden mastardır. Bazen IDL şeklide de kullanılır. Adl, denkliği gözlemle idrak olunan, IDL ise denkliği duyularla idrak olunan demektir. Zulüm ise birşeyi ait olduğu yerden etmek anlamındadır. Bir kimse kazılmaması gereken yeri kazarsa Arab ona ‘arza zulmetti anlamında ‘zalemte’l arz’ der. Kazılmaması gerektiği yerde kazılan yere ‘mazlume’ buradan çıkan toprağa ‘zalim’ denir. Dolayısıyla zulüm bir şeyi ait olduğu yerden etmek veya maksadı dışında kullanmak ve adalet bir şeyi ait olduğu yere koymak veya birşeyi amacına uygun kullanmaktır. Bir kişi elindeki bardakla çivi çakarsa bardağa zulmetmiş olur ve adalet onu çekiçle çakmaktır. İşte fıtrat dini İslam , tevhid hakikatiyle insanın veya herhangi bir mahlukun tanrısallaşmasına müsaade etmediği gibi adalet vurgusuyla insana insanlık dışı muamele yapılmasının üstünü çizer.

Vahiy , Allah resulü’nün şahsiyetini adaletle inşa etmiştir. Allah resulü (s.a.v) zamanında Tu’me bin Ubeyrik isimli bir müslüman Katade bin Numan isimli birbaşka müslümanın malını çalmıştır. Ancak Katade bin Numan malının peşine düşmüş ve yakalanacagını anlayan Tu’me bin Ubeyrik malını , bir Yahudiye teslim etmiştir. Katade , malını yahudinin evinde bulunca durum Allah resuluna intikal etmiş ve Tu’me bin Ubeyrik suçunu kabul etmediği halde vahiy gerçek suçlunun yahudi değil Tu’me bin Ubeyrik olduğunu beyan etmiştir. (bknz.Nisa 4:105) Bu ayet bizde şayet bir kimse mazlumsa onun kimliğine bakılmaz gerçeğini hatırlatmakta ve bizi adalet ahlakıyla inşa etmektedir.

” “ diyerek bazı kimselerin uyarılması sebeb olmuştur. Allah resulü (s.a.v) bu olayın ardından hutbeye çıkmış “ Allah resulü (s.a.v) döneminde soylu bir aileden gelen bir kadın mücevher hırsızlığı yapmış ve onun affedilmesi için Allah resuluna Usame isimli bir sahabi tavassut etmiştir. Soylu bir aileden geldiği için affedilmesi önerilmiştir. Ancak böyle bir teklif Allah resulunü çok üzmüş ve

” sözü doğrudur.Allah resulü döneminde bir fakir hurma hırsızlığı yapmış ve bahçe sahibi onu yakalamış ve resulullaha götürmüştü. Ancak Allah resulü’nün tepkisi “O açtı onu doyurmalıydın , o cahildi onu bilgilendirmeliydin” şeklinde olmuştur. Tüm bu misallerden yola çıkarak diyebiliriz ki fıtrat dini İslam adaleti emreder. Bundan dolayıdır ki Ömer bin Hattaba nispet edilen “

Fitrat Dini Islam ve Denge Yasasi

nsanlığa sahidler olabilmenin yolu demek ki dengeli yani orta yolu tutabilmekle mumkundur. Evrendeki her şey denge ve ölçü içinde olduğu için hayattadır. Üzerinde yaşadığımız dünyanın güneşe olan mesafesine bakınız. Güneşe ne çok yakın ne de çok uzak olduğu için bu gezegende hayat var. Güneşe daha yakın veya daha uzak olsaydı yeryüzünde hayat olmayacaktı. Üzerinde yaşadığımız dünya hal diliyle “Dengede hayat var” demekte adeta.İnsan anatomisinin insan iradesine verdiği temel mesaj yine Ey insan dengeli ol mesajıdır. Çok sıcak olduğu zaman bedeniniz yanar ve yine çok soğuk olduğu zaman donarsınız. Vücudunuzun sıcaklık dengesi bozulduğunda ve soğuk olduğunda bedeniniz titreyerek veya çok sıcak olduğunda vücudunuz terleyerek tepki verir. Tip dilinde “homeostatis” olarak bilinen bu hal dengede hayat var çağrısına bir misaldir sadece. İnsan gözünün alt-eşiği ve üst eşiği vardır mesela. Çok küçük şeyleri veya çok büyük şeyleri görebilmek için mikroskop veya teleskop kullanmak gerekir. Ancak ideal olan göz alt ve üst eşiği olan insan gözüdür. Kimse teleskop veya mikroskop gibi bir göze sahip olmak istemez. Kulağınız için hakeza aynı şeyleri söylemeniz mümkündür. Kimse karıncaların ayak seslerini duyabilen bir kulağa sahip olmak istemez. Şayet insanların burnu her kokuyu alabilseydi sanırım hayat çekilmez olurdu. Demek ki en ideal olan uçlarda olan değil dengede olandır. İnsan bedeni dahi insana bu mesajı verir. Rabbimiz Kur’an’daFıtrat dini İslamın en temel karekteristik özelliği hiç şüphesiz dengedir

Kozmik koronun şefi makamında halife-i rû-yi zemin liyakatindeki insanın teo-ontolojik levhasının üzerinde yazılı olan gizli mesajın yine denge olduğuna inanırım ben. İnsanın teo-ontolojisi “Hame-i Mesnun” yani çamurdur. Hicr Sûresi’nin 26. âyetinde geçen bu kavrama bakıldığında insanın özünün çamur olduğuna atıf yapar vahiy. Dolayısıyla insanın oluşumunu hava, su, toprak ve ateş gibi dört temel unsurun etkileşime geçirilerek var edildiğini açıklamak mümkündür. Çamur özü itibarıyla anasır-ı Erbaa’nın birleşmesidir. Evrendeki bu dört temel unsuru dengeleyen bir yapıya sahiptir vahyin tarif ettiği insan özü.

İslam akaidinin en temel konsepti yine dengedir. İslam tevhidi, ateizm ile paganizm arası bir denge duruşudur. Ateizm bir dengesizliktir. Kitap katipsiz, iğne ustasız olmaz öyleyse varoluşu Allah’sız açıklamak bir çeşit dengesizliktir. Bir şeyden her şey yapan her şeyi bir şey yapan her şeyin yaratıcısı olan o tek şeydir. Ancak diğer taraftan vahyin tanıttığı Allah tüm pagan unsurların ötesinde bir ilahtır. Vahyin tanıttığı Allah ne Şintoistlerin güneş tanrısına, ne antik Yunan’ın Hermes’ine veya Afrodit’ine, ne eski Mısır’ın Hotor tanrısına veya Apis öküzüne benzemez. Zira O, eşsiz ve benzersiz olan ve akla geldiği zaman mutlaka zihni tahayyülden çok başka olandır. Onun için önce “La ilahe” yani “tanrı yoktur”, sonra “İllallah” yani, “ancak Allah vardır” diyerek tevhidi ifade etmiş oluruz. Dolayısıyla tevhit ateizm gibi tanrıyı tanımayan bir bakışı tamamen yadsırken tanrıyı eşyalaştıran veya insanlaştıran zihniyeti de reddeder. Onun için tevhit en büyük denge sirk en büyük dengesizliktir.

Vahyin peygamberleri sevmede dahi iman edenleri dengeye teşviki vardır. Peygamberlerin hatalarını vurgulayarak onların insan-üstü olmadıklarının altını çizer. Vahiy birçok yerde peygamberlerin beşer olduğuna vurgu yaparak onların zellelerine (hata-sürçme) işaret eder. Bu konuda en meşhur olanı Yunus (a) kıssasıdır. Sâffat Sûresi Yunus’un peygamber olmasına rağmen Allah’ın izni olmaksızın bulunduğu beldeyi terk ettiğini ve bundan dolayı cezalandırıldığını vahyin muhataplarına tezekkür ettirir. Musa peygamberin bir Mısırlının ölümüne sebep olduğunu Kasas Sûresi anlatır bize. Âdem, Nuh ve İbrahim peygamberlerin yine zelvelerine işaret eder vahiy. Son olarak ise Abese Sûresi’nin ilk on âyetinin Allah Rasulünü tazir eden âyetler olduğunu hatırlamak gerekir. Bir garibin anlık ihmali Allah Rasulünün tazir edilmesine sebep olmuştur.

Vahyin tasavvurunda sahabeyi sevmekte bir denge içindedir. Kur’an bir taraftan ashab-ı kiramı Âl-i İmran Sûresi’nde (3/110) “İnsanlık tarihinin en hayırlı topluluğu” olarak tasvir ederken diğer taraftan Hadid Sûresi’nde Allah Rasulü (s.a.v) hutbedeyken onu yalnız bıraktıklarından ve Medine’ye giden ticaret kervanının peşinden gitmelerinden bahseder (57/10). Mesela, Tevbe Sûresi’nde “Allah onlardan razı olmuş onlar da Allah’tan” (9/100) diyerek onlardan övgüyle bahsederken Âl-i İmran Sûresi’nde Uhud Savaşı’nda onların ganimet hevesiyle dağıldıklarına vurgu yapar.

Bu konuda daha başka örnekler de verilebilir ancak vahyin bu iki tabloyu da örnek olarak vermesinden maksadın vahyin mü’minlerini sahabeyi sevmede dengeye daveti aşikârdır. Her şeyde olduğu gibi sahabeyi sevmede dahi denge esas tutulmalı ve onların bir beşer olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Zira dinler tarihi dini önderlerin ilahlaştırılması örnekleriyle doludur. Bugün Protestan kilisesinin kabul etmediği ancak Katolik kiliselerince devam edegelen havarilere yönelik aşırı tazim bu ümmetin insanlarında olmaması gereken bir sapmadır. Onun için vahiy bu ümmetin insanlarını sahabeyi sevmede dengeye davet etmektedir.

Denge, kulluğun minhacı ve tüm ibadetlerin meyvesidir. Kulluk, itidali gerektirir. Bir hadiste, Allah Rasulü (s) “Yarın ölecekmiş gibi ahiretine hazırlık yap ve dünyadan nasibini unutma…” buyurur. Allah Rasulü (s.a.v) bize dünya ve ahiret dengesi kurarak kulluk yapmamızı tavsiye eder. Zekâtın kırkta biri farzdır ancak bir insanın kazandığının hepsini infak etmesi caiz olmaz. Oruç, Ramazan ayında farzdır ve yine Pazartesi ve Perşembe günleri tutmak sünnettir ancak yılın hepsini oruçlu geçiren kişi hiç tutmamış gibidir. Allah Rasulü (s.a.v) “Efdal olan ibadetin az ve sürekli” olan olduğunu vurgular. Dolayısıyla denge hem fıtratın yasası hemde fıtrat dini İslamın vazgeçilmez bir gerçeğidir.

Fitrat Dini Islam ve Akil-Vahiy Iliskisi :

Vahyin birçok yerinde tefekküre yani derinlemesine düşünmeye atıf varken tefkir yani sığ düşünme şekli vahyin dilinde ağır bir dille eleştirilir.(bknz :Muddesir : 74:18-19) Zira varolabilmek düşünmekle mümkündür. Onun için akıl elzemdir. Kelamda , akıl ile vahiy arasındaki ilişki göz ile ışık arasındaki ilişkiye benzetilir. Akıl olmazsa vahiy , vahiy olmazsa akıl fonksiyonsuz kalır zira bunlarda tıpkı göz ve ışık gibi birbirine muhtaçtır. Ancak kelam akıl ile nakil tearuz ederse akıl evvel nakil muevveldir diyerek aklın önemine atıf yapar.Fıtrat dini İslam akıl ve vahiy bütünlüğü içinde hareket etmeyi önerir

Bu ayet açıkca gösteriyor ki aklın çıkarttığı noktayla vahyin çıkarttığı nokta aynıdır. Kur’an aklın çıkarttığı yolla vahyin çıkarttığı yolun aynı olduğunu vurgular Ayrıca akletmeyenleri Allah’ın azap ve pislik içinde bıraktığını ifade eder. Vahiy, imansızlığın vasfi olan hakikate karşı sağır, dilsiz ve kör olmaktan kurtulmanın yolunun akletmek olduğunu belirtir. “

Aslında vahyin insan için nihai hedefide aklını faal olarak kullanabilmesidir. Zira akıl aslında (ukal) yani bağ demeye geldiğinden insanın maziyle veya istikballe bağ kurabilmesini sağlar. Çocuk gününü yaşadığından ve yarınını hiç düşünmediğinden akıl-baliğ değildir ve İslam fıkhında mukellef sayılmaz. Yarini düşünen yani bugün ile yarın arasında bağ kurabilen insana akıllı denir. Onun için en akıllı en yarını yani ahiretini düşünen ve ona göre yaşayandır. Onun için aklın karşısında nakil değil heva vardır. En akılsız kimselere heva eksenli yaşayan kimselerdir.

bu hakikat açıkca dile getirilir. Bu alemde sadece insan değil varlık dahi anlamlıdır. Vahyin dilinde yerde ve gökte ne varsa hepsi Allah adına hareket eder. İslamoğlu’nun özet ifadesiyle anlamsızlık Allahsızlıktır. diyerek dile getirir. Varlık anlamsız olmadığı gibi hayat dahi anlamsız değildir. “Fıtrat dini İslam, akla önem verdiğinden ilim, vahyin insanı için en elzem olan şeydir. Farabi’ye göre ilim birşeyin sebebini bilmektir. Bundan dolayıdır ki fıtrat dini İslam , şabloncu, şekilperest ve statik bir inanç sistemi değil , maksatçı, ilkeli ve dinamik bir dindir. Fıtrat dini İslamda anlamsızlık yoktur. Varoluş , anlamsız değildir.(Bknz: Zariyat :56) Rabbimiz bu gerçeği

Evet , madem anlamsızlık Allahsızlıktır , Allah `ın göndermiş olduğu din dahi şekil ve seromoniden ibaret değildir. Onun bir manası ve felsefesi vardır kuşkusuz. Dini anlamak sadece nassın zahirini anlamak değil onun gözettiği maslahatı idrak etmektir. Hz Ömer dilinde buna maslahad, Ebu Hanifede istishan, Necmeddin Tufi’nin dilinde maslahad-i mursele , İmam Satibi’nin dilinde makasid-i şeria, Şah Veliyullah Dehlevide , daimi din değisen şeriat, Ali şeriati’nin dilinde , sözün corafyası, Fadlallahta ise hikmet denir. Özellikle Hz Ömer’in uygulamalarına bakyığımızda bunların islam dinamizmini yaşatan ve nassın gözettiği maslahatı öne çıkaran uygulamalar olduğunu müşahade edebiliriz. Mesela Hz Peygamber döneminde içki içen kişiye uygulanan ceza Hz Ömer döneminde iki katına çıkarılmıştır.Hz. Ömer, bunun sebebini, amacIn insanları darbetmek değil bu fenalıktan alıkoymak olduğunu belirtmiş ve o dönemde bu ceza miktarı insanlara kifayet ediyordu şimdi ancak bu kadarı yeterlidir diyerek uygulamanın şekline değil maksadına atıf yapmıştır. Bundan dolayıdır ki İslam Usül alimleri , dinin Meqasid-i Hamse’sini (Beş Temel Maksadını) belirlemişler ve dinin emir ve yasaklarının bunların temini ile ilgili olduğunun altını çizmişlerdir. Bu bağlamda “Ezmanın tegayyuru ile ahkamın tegayyuru inkar olunamaz-Şartlar değiştikçe hüküm değişir” kaidesini de hatırlamak gerekir.

Fitrat Dini Islam ve Asalet-i Kesret Ilkesi :

Bu ayet farklı olmanın bir imkan olduğunu zayıflık veya üstünlük gerekçesini olmadığı açıkça belirtmektedir. Fıtrat dini İslamda farklılık ve çok renklilik bir zayıflık değil güçtür. Rabbimiz farklılığın bir nimet olduğunu Hucurat suresinde açıkça bildirir : “

Öncelikle fark Özünde kötü olamaz zira o Allah `a ait bir özelliktir. Allah kimdir? Allah hiç bir nesneye,özneye,subjeye ve objeye benzemeyen ve hepsinden farklı olan yaratıcı kudretin adıdır. Onu bir şeyle benzeştirmek ve ona eş koşmak vahyin terminolojisinde şirk olarak ifade edilir.Onun için tevhid, Allah `ın herşeyden farklı olduğunu kabul etmek ve şirk ise onu herhangi bir şeye benzeterek ona eş koşmaktır. O, her şeyden farklı olandır.(leyse kemislihi sey’un) Öyleyse fark, Allaha ait bir güzelliktir ve özünde kötü olamaz.

Farklı olmak fıtratın yayası olduğunda Allah varlığı farklı farklı yaratmıştır. Vacibul Vucud (Mutlak Varlik) olan Allah nasıl ki her şeyden farklıdır varlık ta onun kudretiyle farklı farklı çesitleriyle yaratılmıştır. Öncelikle insan turu, farklI farklIdIr.Insanlar, tek yumurta ikizi dahi olsalar farklıdırlar.Her insanın parmak izi farklı farklıdır.Varlıkta ki bu çesitlilik, Allah’ın kudretinin bir ispatıdır.Hiç bir varlık tıpkısının aynısı değildir.Onun için Allah, tek bir alemin değil “alemlerin rabbidir” Alemin her alanında asalet-i kesret yasası devam etmektedir.

İnsan dahi özünde anasır-ı erbaa gibi dört farklı unsur taşır. Hava,su,toprak ve ateş gibi dört farklı unsur karşılıklı iletişime geçince özü çamur olan insane meydana gelir. Demek ki insanın ontolojisinde dahi kesret vardır. Onun için insan hem su ve toprak hem de hava ve ateştir.O dört şeyi bünyesinde barındıran ama o dört unsurdanda farklı olandır.

Farklılığı kabullenememe ise şeytani bir marazdır. Onun için irkçılık, sosyal bir hastalıktır. Zira irkçılığın olduğu yerde farklılıktan bahsedilemez.Onun icin şeytan “O çamurdan ben ateşten” diyerek insanın özünü farklı olmasından dolayı aşağılamıştır.Farklılığa ilk itiraz şeytandan gelmiştir. Öyleyse farklılık bir İlahi yasa ve dahi Allah `ın kudretinin bir ispatıdır.

Kainatta herşey zıddıyla bilinir. Onun için “…ahsenu kulli şey’in halakahu” (her şeyi biz güzel yarattık) ayetini Bediuzzaman tefsir ederken güzellik iki dir der. Birincisi doğrudan güzel olan şeyler(hüsn-ü bizzat) ikincisi dolaylı güzel olan şeyler(hüsn-ü bil gayr). Iyi,doğru,hak,sağlık vesaire gibi doğrudan güzel olan şeyler ve kötü,yanlış,batıl,hastalık gibi dolaylı güzel olan şeyler. Ancak bu ikisinin de adının (hüsn) yani güzellik olması kişinin olaylara bakışında önemli bir ayrıcalıktır.Karanlık olmasa aydınlığın kıymeti anlaşılmayacaktı,hastalık olmasa sağlığın kıymeti idrak edilmeyecekti.Montaigne Denemeler isimli eserinde “Suçlular olmasaydı hakimler ve polisler, hastalar olmasaydı doktorlar anlamsız kalırdı diyerek bu gerçeğin altını çizer.

Vahyin peygamberi “Bu din gariplerle geldi gariplerle gidecek ne mutlu o gariplere …” diyerek garipleri yani yaşadıkları cemiyetin içinde farklılıklarıyla tanınanları övgüyle zikreder.Zira yaşadığı toplumun ve hayatın nesnesi değil öznesi olan her şahsiyet aslında gariptir. Garip, parası olmayan anlamında değil çoğunluk olandan farklı olan ve şahsiyet olan anlamındadır. İnsanların çoğundan farklı hareket edendir.Mesela Yusuf’un genç bir köle olmasına rağmen çekici ve kendisinin efendisi olan Zuleyhayı reddetmesi çoğu gencin yapamayacağı bir şey olduğundan Yusuf bir gariptir. İnsanlar varlıklı olmalarına rağmen zevk ve sefa içinde bir hayat yaşamıyorlar ve varlıklarını Allah yolunda kullanıyorlarsa onlarda gürebadandır. Dolayısıyla farklı olmak ve genelden farklı şeyler yapmak takdir edilen bir davranış şeklidir peygamber lisanında.

Farklılık, İslam epistemolojisi’nin yabancI olmadığı bir değerdir.Farklı düşünceyi açıkça ortaya koyma, İslam tarihinin ilk dönemlerine kadar gider. Allah resulü (s.a.v) ashabıyla istişare ettiğinde ve kendi görüşünü ifade ettiğinde sahabe zaman zaman “Bu söylediğin vahiy mi yoksa sizden mi?” diye soruyorlardı. Allah resulü(s.a.v) bu gelen vahiy değil deyince ashab-ı kiram tüm saygısıyla beraber biz farklı düşünüyoruz diyebiliyorlardı. Peygamber hayatından bunun gibi bir çok örnek gösterebilmek mümkünken selefin içinden de bu örnekleri bulabilmek mümkündür.Kur’an’ın mushaf haline getirilme fikri Ömer bin Hattap tarafından ilk dönem de bir teklif olarak sunulmuş lakin Hz Ebubekir tarafından önce kabul edilmemişti ancak daha sonra kabul edilmişti. Daha sonrası dönem(tabiin) içinde aynı şeyleri söylemek mümkündür. Mesela İmam Şafii , İmam Malik’in talebesidir.Kendisinin bir alim olarak yetişmesinde İmam Malik’in rolü inkar edilemez ancak onun er Risale isimli eserinde hocasının el Muvatta isimli eserinden farkıi birçok görüş ayrılığı vardır fıkhi noktalarda.İmam Yusuf ve İmam Muhammed hocalarI Ebu Hanife’den birçok hususta farklı düşünebilmektedirler. Bu durum hadis ilmi içinde geçerlidir. İmam Muslim, İmam Buhari’nin hem arkadaşı hem talebesidir. Buna rağmen kendi hadis kriterlerine göre tertip ettiği eserinde İmam Buhar’nin bir çok hadisini kitabına almamıştır.Tüm bunlar gösteriyor ki İslam epistemolojisinin ihtilafa açık bir yapısı vardır. İhtilafı bir imkan ve zenginlik olarak değil de olumsuz bir şey olarak görmek ümmet arasında fitneyi ve tefrikayı arttıracaktır.

Çoğulculuk konusunda kafa yoran bir diger düşünür ise İran asıllı bir düşünür olan Abdul Kerim Surustur. Şu anda Washington DC de yaşayan Abdul Kerim Surus doktorasını Molla Sadra üzerine yapmış olup, Molla Sadra’nın İbni Sina’dan mülhem”Her varlığın kendi başınalığı” tezini ontolojiden siyaset felsefesine çekerek varlıkta aslolan nasıl kesretse, toplumdada aslolan şeyin çoğulculuk olduğunu vurgular. Surus der ki : Tabiatta ki bitkileri,dagları,ovaları,tepeleri,inişleri,çıkışları veya yokuşları yok etmek nasıl uygun değilse toplumdaki çeşitliliği de yok etmek ve toplumu tek-tipçi hale getirmek öyle uygun olamaz.Dolayısıyla tıpkı alemde olduğu gibi toplumdada kesret muhafaza edilmesi gereken bir zenginliktir.Surus; Popper ve Kuhn gibi düşünürlerden yararlanarak bir sosyo-politik teori oluşturmuş ve din monopolcülüğüne ve resmi tektipçiliğe şiddetle karşı çıkmıştır tabiki Surus, post-modern söylemin hepsine katilmamiş tıpkı FarabilerinI ibni Rüşderin antik Yunanin felsefesini Islami ogretilerle yorumladiklari gibi o da Karl Popper gibi post-modern dusunurlerin goruslerini ayiklayarak Islamize etmistir.

Abdul Kerim Surusa gore; mutlak gorecelilik yoktur.Ancak cogulculuk nasil varlikta bir gerceklikse, dusunsel baglamlerin çoğulculuk olmalıdır.Mutlak-rolativizm beraberinde şirki getirir ancak tek-doğrucu anlatılar beraberinde totalitarizmi getireceğinden baskıya ve zulme neden olur bu ise dinin evrensel ruhunu kırar.

Abdul Kerim Surus, dini havaya benzetir. Bu anlamda din her yerde ve her zaman olmalıdır.Havanın olmadığı yerde hayat olmadığı gibi din dahi insanın manevi hayatı açısından elzemdir.Sosyal hayat için din gereklidir. Ancak nasıl hava her sorunu halletmezse din de her sorunu halletmez.Hastane yapmak için havaya ihtiyaç olduğu gibi doktora,hemşireye ve hastaneyede ihtiyaç vardır.Dolayısıyla din olmadan olmaz ancak onunlada her şey olmsaz.Toplumda suç oranlarını azaltmak için din muhim bir yere sahiptir ancak tek başına yeterli olmaz.O suçlara neden olan sosyal ve ekonomik sorunlar halledilmelidir ki o suçlar tekrar işlenmesin.Bir örnek verecek olursak; Din her zamanda ve zeminde adaleti emreder ancak o adaletin nasıl sağlanacağı toplumdan topluma, farklılık arzedecektir.Farklılığı göremeyenler bu adaleti sağlama noktasında etkisiz kalacaklardır.

Son Söz:

Yüzümüzü Allah’ın insanları yarattığı fıtrata yani hanif olan dine çevirebilmenin yoluysa onun fıtri özelliklerini iyi bilmekle mümkün olduğu hatırlamak gerekir. Rabbimiz Kur’anda şöyle buyurur :“

Bilgin Erdoğan

Kaynakça:

1. Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yayıncılık, İstanbul

2008.

2. Ragıb Isfahanı, Müfredat, Terc: Abdulbaki Güneş - Mehmet Yolcu, Çıra

Yayınları, İstanbul 2006.

3. Hikmet Zeyveli, Kur’an ve Sünnet Üzerine, Birun Yayıncılık, 2003

4. Suat Yildirim , Kur’anda Uluhiyet , Akademi Yayıncılık, 2010

5. İhsan Eliaçık, Islam’in Yenilikcileri Cilt III, Med Cezir Yayınları,

İstanbul 2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder