13 Mayıs 2011 Cuma

Her Çocuğun İslam Fıtratı Üzerine Doğması - Abdülcelil CANDAN

DEĞERLENDİRME

HER ÇOCUĞUN İSLAM FITRATI ÜZERİNE DOĞMASI
Abdulcelil CANDAN

Fıtrat, saf, berrak, katıksız ve gerçek yaratılışın adıdır. İnsanoğlunda Rabbini aramaya yönelten saf bir arzu ve iştiyak meydana getirir. İnsan fıtratı, giyinme, yeme, evlenme ihtiyaçlarını hissettiği gibi, rabbini bulma ihtiyacını da hisseder. Nitekim Miraç’tan bahseden hadis-i şerifte Hz. Peygamber’e süt, bal ve şarap bulunan üç kadehin sunulduğu, Hz. Peygamber’in sütü tercih ettiği, bunun üzerine kendisine şöyle denildiği rivayet edilmiştir: “Fıtrata sevk olundun, fıtratı tercih ettin…” Hadiste fıtratın süt ile sembolize edildiği görülmüştür. Süt temiz ve saf yaratılışı sembolize eder. Kutsi bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Muhakkak ki ben kullarımı hanifler olarak yarattım. Sonra şeytanlar onlara musallat oldu ve kendilerini (fıtrattan) çevirdi. Şeytanlar benim helal kıldığımı haram kıldılar.” Elmalılı Muhammed, Hamdi Yazır, dinin iki kaynağı vardır: Biri fıtrat biri de kesb demek suretiyle fıtratın önemine dikkat çekmiştir. Bu makalemizde fıtratın insan hayatındaki önemini irdelemeye çalışacağız.

FITRAT KAVRAMI
Fıtrat, sözlükte ilk yaratılış, aslî ve temiz tabiat ve sünnet anlamlarına gelir. İbnül Esir, Fıtrat kelimesinin iki manaya geldiğini söyler: 1) sadaka-i fıtır. 2) Hilkat; yani yaratılış. Kavram olarak da insan kişiliğinin çevre etkilerinden bağımsız olarak var olan özü, temel unsuru bütün insanlarda olan gelişme ve oluşma kapasitesidir.
Her Çocuğun İslam Fıtratı Üzerine Yaratılışının İzahı
Konunun özünü, “Her doğan çocuk muhakkak İslam fıtratı üzerine doğar. Anasıyla babası onu Yahudi veya Hıristiyan veya Mecusi yaparlar. Nasıl ki her hayvanın yavrusu aza itibariyle tam olarak doğar. O hayvanın burnunda, kulağında eksik, kesik bir şey görür müsünüz?” hadisi oluşturmaktadır. İnsan yaratılışı itibariyle Allah’ı tanımak için mükemmel bir yapıya sahiptir. Mıknatısta demiri çekme özelliği bulunduğu gibi, insanda da Allah’ı bulma, tanıma ve İslam’ı kabul etme özelliği bulunmaktadır. İnsanın kendisini tanıması nasıl bir realite ise, Allah’ı bilmesi de bir realitedir. İnsan doğarken akıl ve basirete ve din duygusuna malik olarak doğar. İradesi bütün mevcudat üzerine hâkim ezeli bir kuvvetin varlığını hisseder. “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şahit olduk, dediler.” Ahmet Akseki ayetin tefsiri bağlamında şunları der: Ayette geçen bu teahüt bu isnat ve mukavele temsili bir manadır. Bunlar hakikatte mahmul olmayıp bir istiare-i temsiliyedir; yani, Cenab-ı Hak, bütün insanları mebde-i fıtratlarında kendi vahdaniyetine dalalet eden bir takım âfâkî ve enfusî delail-i rububiyet ile istidlale ve İslam’a müstaid (uygun) olarak yaratmıştır. …Allah tevhid ve marifet sadece istidlal ile sırf bir marifet olmayıp kendi fıtratına yerleştirmiştir. Allah’ı kabul etme fikri insanın fıtratında olduğu gibi hüsün fikri, ruh fikri de böyledir. Mesela bir çocuk güzel bir çehreden müteessir olur. Bir güzele alaka peyda eder. Halbuki kimse ona bunu öğretmemiştir. İmam-ı Azam’ın Cenab-ı Hak peygamber göndermemiş bile olsaydı Allah’ı akıl ile bulmak ve bilmek vacib olurdu demesi de bu fikirle alakalıdır.
Rabiatul Adeviye’ye,
- Falanca âlim Allah’ın varlığına dair bin delil ortaya koydu, denildiğinde,
- Bırakın onu, onun bin şüphesi olmasaydı onları ortaya koymazdı, cevabını verir.
- O halde insan nasıl ve neyle inanır?” denildiğinde,
- Issız bir çölde yol ve istikametini kaybettiğinde, ne dersin sorusunu yöneltir. Muhatabı,
- Ey Rabbim yardım et, derim, cevabını verir. Rabia,
- İşte Allah’ın en büyük delili budur, cevabını verir.
İslam inancına göre insan, eksiksiz, kursuz, temiz ve günahsız olarak doğar. İnsan olgunlaşma ve gelişmeye elverişlidir. Bu özellik ebeveynlerin Müslüman ya da gayrimüslim olma durumlarında değişmez. Çocuk, yaratılışıyla tevhidi yakalama ve kabullenme yeteneğine sahiptir. Fıtratın belirleyici bir özelliği olduğu muhakkaktır. Ancak bu özellik zorlayıcı değildir. Fıtrat dış etkenlere göre belirlenir. Çocuk fıtratı boş bir kabı andırmaktadır. Başta ebeveyni olmak üzere, dış etkenler tarafından doldurulur. Kap iyi ve yararlı maddelerle doldurulabildiği gibi, kötü ve zararlı maddelerle de doldurulabilir. Çocuk baliğ olduktan sonra iradesiyle baş başa kalır. İradesini hangi yönde kullanırsa ona göre muamele görür. Ya mükâfat ya da ceza alır. İnsan fıtratını koruyan en büyük muhafız dindir. Din fıtratı değiştirmez, içindeki saf ve temiz yapıyı geliştirir.
Fıtrat hadisinin vermiş olduğu diğer bir mesaj da şudur. Dinin güzel gördüğü şey güzeldir ve insana yararlıdır. Kötü gördüğü şeyler de kötü ve zararlıdır. Çocuk dünyaya gözlerini açar açmaz yaşadığı ortam ile o ortamda yaşayan kişileri görür. O havayı teneffüs eder. Yaşam ve hareketleri onun için ayna özelliğini taşır, onları takip ve taklit eder. Fıtrat hadisinin bir manası da dinin güzel gördüğü şeyler güzeldir, insana yararlıdır. Onun elde edilmesi gerekir. Kötü olarak bildirdiği şeyler de kötüdür, zararlıdır. Onlardan kaçınmak gerekir. Her doğan çocuk İslam seciyesinde doğar; yani her çocuk İslam’a müsait bir tabiattadır. Bu özelliğiyle baş başa bırakır dışarıdan müdahale edilmezse İslam üzerine hayatını devam ettirir.
Allâme el-Hullî çocukta din fıtratıyla ilgili olarak şu örneği verir: Bir kişi doğru söylediğinde bir lira almakla veya yalan söylediği takdirde bir lira kazanmakla muhayyer bırakılırsa şüphesiz ki doğru söylemeyi tercih edecektir. “(Rasulüm!) Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” âyetinde söz konusu edilen “Allah’ın yaratılışında değişiklik yoktur” ifadesi buna işaret etmektedir. Allah’ın emrettiği her şey yaratılışıyla uyumludur. Bir balığın suda yaşamaya uygun yaratılması gibi, insan da İslam atmosferinde yaşamaya elverişli yaratılmıştır. Dış müdahaleler olmazsa onunla yaşamını sürdürecektir. Keza kurbağanın susuz yaşayamaması, serbest kaldığında suya atlaması, onu tercih etmesi de bu gerçeğe işaret etmektedir. Murtaza Mutaharri ayet bağlamında şunları der: İnsana verdiğimiz özel bir yaratılışı şekli vardır. Yani insan özel bir şekilde yaratılmıştır. Bu gün açıkça kullanılan “insanın özellikleri” kavramında olduğu gibi eğer biz insan için yaratılışın bir takım özelliklere dayandığına inanacak olursak fıtratı zımnen kabul etmiş oluruz. İnsanın fıtratı demek insanın yaratılışındaki özellikler demektir.
Hadiste dikkat edilmesi gereken diğer bir husus, hayvanları fıtrattan alı koyan bir etken olmadığından onlarda sapma görülmemesidir. Hayvanlar yaratıcılarını tanımakta ve ona tesbih etmektedir. “(Şeytan böyle ki) göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler.” Ayet, hüdhüd kuşunun inanmayan Belkıs toplumunu tenkit ve sitem ettiğini haber vermektedir. Ayet, insanlarda olduğu gibi hayvanlarda da Allah’ı tanıma yetisinin bulunduğunu göstermektedir.
Fıtrat hadisinde ebeveynin misal verilmesi, hükmü hasr için değildir. Yani çocuğu etkileyen faktörler ebeveynle sınırlı değildir. Ayet, umumi ifade eder. Nitekim kimi çocuğu ebeveyni değil, kötü arkadaş ve toplum tevhitten alıkoymaktadır. Keza hadiste belirtilen Yahudileştirme, Hıristiyanlaştırma ve Mecusileştirme de sınırlandırmayı ifade etmez, geneli ifade eder. Hadis meşhur üç dini örnek vermiştir.” Şu hadis, ebeveyn dışında da çocuğu etkileyen bazı unsurların bulunduğunu göstermektedir. “İyi ile kötü dostun misali, misk sahibi ile ateş üfleyip saçan demirci körüğü misali gibidir. Misk sahibi ya bu güzel kokudan bir miktar sana verir yahut satın alırsın veyahut ondan güzel koku alır istifade edersin. Fakat demirci körüğünün nefesi ya senin elbiseni yakmak yahut da ondan ağır bir koku koklamak zorundasın” Nitekim çocuklar belirtilen üç din dışında kalan batıl inanç ve ideolojilere de saplanmaktadırlar. İbn Şihab ez-Zuhri şunu der: Her ölen çocuğun zina mahsulü de olsa namazı kılınır. Şundan dolayı ki o çocuk İslam fıtratı ve hilkati üzerine yaratılmıştır. Onun anasıyla babası Yahudi anası gayrimüslim olsa bile bilhassa babası Müslüman olduklarını iddia etmişlerse o çocuk doğum sırasında ağlayarak doğmuş ise ona namaz kılınır. (…) Hadis, insanlarda din duygusunun ve gerçeği kabul aşkının fıtri oluşuna delildir. Bu sebeple, nevzat (doğan çocuk) şirkten küfürden salim bir halde iman üzere yaratıldığı için ister mümin ister kâfir bir ana babadan dünyaya gelsin sinni kemal (ergenlik çağına) idrak etmeden ölen nevzadın cumhura göre cennetlik olduğu kabul edilmiştir.

İnsan ve sorumluluk
Ahlakiyatçılar, sorumluluğu, kişinin ilahî emirleri yerine getirip yasaklardan sakınma kabiliyeti, kişinin hesap vermesi gereken durum veya yetenek şeklinde tanımlamışlardır. Sorumluluk tanımı¬nın izahı şudur: İlminle Allah için ne yaptın? Kendin için ne yaptın? Ailen için ne yaptın? Kabilen için ne yaptın? Köyün için ne yaptın? Bölgen için ne yaptın? Vatanın için ne yaptın? Ve bütün İslâm ümmeti için ne yaptın? Sorumluk insanlara kazandırılması gereken duyguların başında gelir. Sorumluk gerek bireyin kendisiyle, gerek çevresiyle, gerek toplum ve gerekse insan dışı varlıklarla münasebetlerinde sorumluluk ve sorumluluk duygusunun etkili olması konunun önemini ortaya koymaktadır.
İnsanın sorumlu olduğu dört durum vardır:
1. Emir vermek, azmettirmek. Başkalarının meydana getirdiği bir fiil ve eyleme sebebiyet verenler veya azmettirenler, müdahalelerinden dolayı sorumludurlar.
2. Bir hayır veya kötülüğe öncülük etmek. Hayra öncülük eden onu işleyen gibidir. Kötülüğü emerden veya yaptıran da onu yapan gibidir.
3. Kötü örnek olmak. Kim iyi bir çığır açarsa, onu işleyenin sevap aldığı kadar sevap alır. Kim de kötülüğe öncülük ederse onu yapan kadar günah kazanır.
4. Kötülüğe ses çıkarmamak. Meydana gelen kötülüğe karşı el, dil ve kalp ile karşı çıkmak emredilmiştir. Herkes bulunduğu ko¬num ve sahip olduğu imkânlara göre kötülüğü önleme ile sorumlu¬dur.
Sorumlu dediğimiz kişi, ya mahkeme karşısındaki davalı gibi maddî bir ceza ile ya da imtihan olmakta olan bir öğrencinin sınıfta kalabileceği tehlikesi gibi manevî bir mahrumiyet ile baş başa olan kimsedir. Sorumluluk bir görev yapmaya bir işi yerine getirmeye çağırdığın zaman başlar. Bu çağrıya uyarak görevini yerine getirip hesabını teslim ettiğin yerde biter. “Sizden kim bir kötülüğü görse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştir¬sin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” hadisi ve “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlüne hainlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emanetlere de hıyanet etmeyin.” ayeti, hesap vermekle yükümlü olduğumuz kaza/yargı mercilerini bildirmekte¬dir. Allah’a hainlik etmeyin buyruğu ise; bir dinî sorumluluğu, kendi emanetlerinize de hainlik etmeyin buyruğu da, beşeri ve ahlakî so¬rumluluğu ifade eder. “Ve de ki: ‘Çalışın!’ Çünkü yaptıklarınızı sonra hem Allah görecek, hem Rasûlü, hem de müminler; ve hepiniz mutlaka o gizli ve açığı bilen Allah’ın huzuruna götürüleceksiniz; o zaman O, size neler yap¬tığınızı haber verecek.” Ayette söz konusu edilen Allah yaptıklarınızı görecektir, ifadesi, ilahî mahkemeyi temsil etmektedir. Rasûl de sonra yaptıklarınızı görecektir: ifadesi, beşerî mahkemeyi temsil etmektedir. Herkes yaptığını görecek¬tir ifadesi de vicdanî mahkemeyi oluşturur. Ayet, beşerî otoriteyi iki çeşide ayırmaktadır; Birincisi merkezî otoritedir. O da çeşitli devlet kuruluşlarından meydana gelir. Devlet başkanı bunu temsil eder. O, merkezî otoritenin remzi ve unvanıdır. İkincisi, adem-i merkeziyet¬tir. Bunun sınıfları pek belli edilmemiştir. Ancak yerinden yönetim, halkın doğrudan doğruya yönetime katılmasıyla olur. Bu iki idare şekli âyet-i kerimede iki kelime ile izah edilmiştir; Rasûl ve müminler kelimeleridir. Rasûl, devlet otoritesine karşı sorumluluğunu, mümin¬ler de kamuoyuna karşı sorumluluğunu beyan etmektedir.
Ebeveyn ve sorumluk
Çocuklara karşı ebeveyn sorumluğunun diğer insanlardan farklı olduğu muhakkaktır. Nitekim Kur’an şöyle der: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun...” Ebeveyn, hem iyilik hem de kötülük yapmada insanlara örnek teşkil etmektedirler. Onlar, çocuklara en yakın insanlardır. Bir insanın ebeveynine eziyet etmesi, di¬ğer insanlara eziyet etmesi de diğer insanlara yapılan kötülük gibi değildir. Gazali bir vesile ile ebeveyni çiftçiye, eğitimi toprağa, çocukları da toprağa atılan tohum ve tanelere benzetmektedir. Çiftçi toprakta biten tüm zararlı unsurları temizlemek durumundadır. Gazali, diğer bir vesileyle de, çocuğun ebeveyni yanında bir emanet olduğunu söyler. Şöyle der: “Her çocuk ebeveyninin yanında bir emanettir. Temiz kalbi de her türlü nakış ve suretten hali, temiz ve kıymetli bir cevherdir. O her nakşa kabil olduğu gibi meylettirilen her şeyi almaya da kabildir. Eğer o hayra alıştırılır, hayır öğretilirse hayır üzere büyür. Dünya ve ahirette mutlu olur. Merhum Seyyid Kutub, çocuğun yetiştiği aile ortamını İslam akidesinin korunduğu kaleye benzetir. Bu nedenle kalenin oldukça muhkem ve sağlam olması gerekir. Her aile bireyi kalenin bireylerini korumakla görevli er konumundadır. Aileyi her türlü dâhili ve harici saldırılardan korur.
Sonuç, fıtrat, saf, berrak, katıksız ve gerçek bir yaratılıştır. İnsanda Rabbini aramaya yönelten saf bir arzu ve iştiyak meydana getirir. Fıtrat insanın, yetişmesi düşüncesi, kanaati duygu ve düşünceleri üzerinde belirli etkileri bulunmakla beraber insanın iradesini ortadan kaldıracak derecede zorlayıcı değildir. Bununla beraber çocuğun yön belirlemesinde başta aile olmak üzere çevrenin rolü büyüktür. Aile içinde de ebeveyn ayrı bir önemi vardır Bu ailenin dini inanç ve tutumlarının oluşumundaki etkisi ilk çocukluk yıllarında daha fazla görülmektedir. Ebeveyn kişilerin ilk muallimleridir. Bu bakımdan çocukların taklit ettikleri ve etkilendikleri faktörlerin başında gelmektedirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder