7 Haziran 2013 Cuma

ZÜRRİYETLER KONUSU

Bismillahirrahmanirrahim

1- Ayetlerin sunumu
2- Üzerinde durulması gereken noktalar
3- Zer Alemindeki misak hakkındaki Bilginlerin Görüşleri
4- Hadislere dayalı birinci teori
5- Bu teorinin analizi
6- İkinci Teori
7- Bu teorinin müşkülleri
8- Üçüncü Teori
9- Bu teori çerçevesindeki sorular
10- Ayetin tefsiri hakkındaki varid olan hadislerin araştırması


AYETLERİN SUNUMU

Bu âlemin hakikati ve bu âlemde alınan mezkûr misak hakkındaki kendi görüşümüzü serd etmeden önce bu konuyla ilgili ayetlere müracaat etmemiz gerekmektedir. Bunun için de ilk önce değerli okuyucunun ayetleri anlayabilmesi ve maksadını elde edebilmesi, üzerinde tefekkür edebilmesi için öncelikle ayetleri sunmaktır. “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da evet (buna) şahit olduk, dediler. Yahut daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Batıl işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek misiniz? Dememeniz için böyle yaptık. Belki inkârdan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz” (7/el-Araf/172-4)

ÜZERİNDE DURULMASI GEREKEN NOKTALAR

1- Ayette geçen ‘zürriyyet’ kelimesi bu ayetin dışında Kur’an-ı Kerimde 18 yerde daha geçmektedir. Bütün bu ayetlerin hepsinde kasıd bilginler arasında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu olmaksızın ‘beşer nesli’dir. Görüş ayrılığına sebeb olan yegane nokta bu kelimenin hangi kökten türemiş olduğudur.
I
Bilginlerin bir bölümü ayette geçen zürriyyet kelimesinin yaratma anlamına gelen ‘ZeR’Ü’ kelimesinden geldiği görüşündedirler. Buna göre zürriyyet kelimesinin anlamı mahluk/yaratılmış olur.
II
Diğer bir grup ta hemsesiz olarak ‘ZeRR’ kelimesinden türetildiği görüşündedirler. Bu durumda anlam gerçekten çok küçük olan küçük karıncalar ve toz zerreleri gibi küçük ve ince kainatlar grubu anlamına gelir.
III
Bilginlerin bir bölümü de dağılma ve yayılma anlamına gelen ‘ZeRY’ ve ‘ZeRV’ kökünden türetildiği görüşündedirler. Zürriyet kelimesi kullanıldığında yeryüzünde dağılıp yayılan ‘ben-i Adem’ kasd edilmiş olur. (1)

2- Zürriyyet kelimesi çoğu defa küçük evlad hakkında kullanılır. ‘velehü zürriyyetün düefa’ ‘O’nun zayıf çocukları vardır’ (2/el-Bakara/266)

Mutlak olarak çocuklar anlamında da kullanılır. ‘ve min zürriyyetihi davude ve süleyman’ ‘O’nun soyundan Davud ve Süleyman da gelmektedir’ (6/el-Enam/84). Bazen de tek bir ferd hakkında kullanılır. ‘hebli min ledünke zürriyyeten teyyibeh’ ‘bana kendi katından tertemiz bir zürriyet ver’ (3/Al-i İmran/38). Bu ayette Zekeriya (as)’ın salih bir evlad isteyişi vardır. Bunu Meryem suresinin altıncı ayeti de teyid etmektedir. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yakup oğullarına mirasçı olsun. Bazen de topluluk hakkında kullanılır. ‘ve künna zürriyyeten min bedihim’ ‘biz onlardan sonra gelen bir topluluk idik’ (7/el-Araf/173).

3- Ayetin ibaresinde geçen fazlalığa ve inceliğe dikkat etmek gerekmektedir. Zira ayet Adem oğullarının bütününün sırtından alınan ahdi ifade etmektedir. Yani nesillerinden ve zürriyetlerinin bütününden. Sadece Adem’in kendisinden alınan bir ahid söz konusu değildir. Buna ayette geçen ‘hani Rabbin Adem oğullarından ahid almıştı’ bölümü delalet etmektedir. Ayette sadece Adem’den ahid alınmıştır denilmemektedir. Ayetin ifade ettiği nokta sadece Adem’in sırtından alınmış zürriyyet görüşü olarak meşhur olan görüşü nakz etmektedir.

4- Ayet, Allah’ın bizler kendi nefislerimize şahid iken bizden misak aldığını, bizim hepimizin O’nun bizim ilahımız olduğunu itiraf etmemizi açıkça ifade etmektedir.

5- Ayetin ifade ettiği diğer bir husus da bu nefsimize karşı şahid tutuluşumuzun ve bizden misak alınışın sebebi Kıyamet Gününde batıl olanların ve müşriklerin getireceği özürlerin önüne geçmek ve özür kapısını kapatmak içindir. Onların bu tarz bir şehadetin kendilerine verilmediğine dair bir itiraz hakları yoktur. Ayetin de şehadet ettiği gibi bu misakın benzerini biliş ve itiraf ediş hakkında bilgileri bulunmamaktadır. ‘Yahut da daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu… demeyesiniz diye’
Ayetten özel bir şekil ve tarzda kişinin kendi nefsi için alındığı ifade edilmektedir. Diğer yönden bu misakı bilmek ve itiraf etmekle ilgili bir bilgimizin bulunmadığı da ifade ediliyor. Başka bir yön de bu misaktan ve bu ikrardan gaflette olma gibi bir iddia hakkımızın olmadığıdır. ‘Kıyamet Gününde biz bundan gaflette idik demeyesiniz diye’.

Bu surette aşağıdaki sorular ortaya çıkmaktadır.

a- Bilmediğimiz bir ikrardan dolayı nasıl özür kapısı kapatılacak

b- Tanımadığımız bir ahid ve hatırlamadığımız bir misakdan dolayı ilzam
edilmemiz nasıl mümkündür?

Diğer bir ifade ile –hiç şüphesiz- böyle bir misakı husuli bilgi yoluyla bilmemekteyiz. Ayette açıklığın zirvesi ile bu misakdan gaflette olmamız veya gafil davranma hakkımızın olmadığı beyan edilmektedir. Bu gaflet ile dünyadaki bu hatırlamayış nasıl birbiriyle uyuşmaktadır. ‘Kıyamet Gününde biz bundan gaflette idik dememeniz için’

6- Ayetteki hitap ya Nebi(saa)’e veya bütün beşeredir. Ayetin sadrı Nebi(saa)’e olsa da sonraki bölümler hiç şüphesiz bütün beşere yöneliktir. Ayetin girişindeki ‘iz/hatırla o zamanı’ kelimesinin de delaletiyle bakışlarımız ve dikkatlerimiz hitabın olduğu zaman veya hitabdan sonraki zamana değil de hirabın öncesindeki duruma çekilmek isteniliyor. Çünkü ‘iz’ kelimesi geçmişte olan bir olay hakkında kullanılan zaman edatıdır. Anlamı da ‘geçmişte olan bu olayı hatırla’dır.

ZER ALEMİNDE ALINAN MİSAKLA İLGİLİ BİLGİNLERİN GÖRÜŞLERİ

Ayetin zahirinin ifade ettiği nokta bu araştırma sadedinde Ben-i Ademden alınan misakın ve ahdin Allah’ın rububiyyetinin ikrar edilişi hakkındadır. Alınan bu misakın keyfiyeti hakkında ayette her hangi bir açıklık bulunmamaktadır. Bundan dolayı Müslüman müfessirler bu misakın hakikatı hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bu noktada ileri sürülen görüşleri serd edeceğiz.

HADİSLERE DAYALI BİRİNCİ GÖRÜŞ

-Dayanağı hadisler olan- bu nazariye şöyledir. Allah-u Teala Adem oğullarını Adem’in yaratılışı esnasında onun sülbünden hacmi çok küçük zürriyet kainatı heyetinde ihzar eder. Sonra onlardan ben sizin Rabbiniz değil miyim onlar da evet sen bizim Rabbimizsin cevabını almak suretiyle onlardan misak alır. Daha sonra onların hepsini Adem(as)’ın sulbüne iade eder.(2) O zaman diliminde bu dakik küçük hacimli alemde onların hepsi şuur sahibi ve akıllıdırlar. Onlar Allah’ın sualini işittiler ve sorusuna cevab verdiler. Kıyamet Gününde özür ve illet kapılarının kapanması için Allah-u Teala bu misakı almıştır. Bu teoriye göre ‘zürriyyet’ maddesi ‘zerr’ kökünden alındığı için müfessirler arasında yer edinmiştir. Müfessirlerin önemli bir bölümü bu görüştedir.

BU TEORİNİN TENKİDİ VE ANALİZİ

1) Bu teorinin en önemli eksikliği ayetin zahirinin medlulüne uygun olmamasıdır. Beşinci noktada değindiğimiz gibi Allah-u Teala Ademoğullarının tümünün sırtlarından zürriyetlerinden misak almıştır. Sadece Adem’den değil. Bundan dolayı Allah-u Teala ‘Adem’den’ dememiş de ‘Adem oğullarından’ demiştir. Nasıl ki ‘min zuhurhim’ ‘zürriyyetehüm’ kelimelerinde olduğu gibi zamirler müfred/tekil değil de çoğul olarak geçmektedir. Bu yönden bu nazariye ile ayetin ifade ettiği şey uyuşmamaktadır.

2) Bu misak Ademoğullarının bütününden alınmış ise niçin bizden hiç kimse o misakı hatırlayamamaktadır. Bu probleme şöyle cevab verilmiştir: Unutulan ve gaflet edilen şey bu misakın ve ikrarın alındığı zaman dilimidir. Yoksa misakın, ikrarın ve itirafın kendisi değildir. Buna delil her insanın kendi kendi zatında Allah’ın varlığına ve rububiyyetine karşı duyduğu tabii meyldir. Bu tabii meyl zerr aleminde alınan ikrarın bir uzantısı olduğu noktasında şüphe bulunmamaktadır.

Fakat böyle bir cevap bu konu erbabının da tasavvur ettiği gibi tatmin edici ve doyurucu değildir. Çünkü bizdeki Allah’ın varlığına ve rububiyyetine duyulan bu tabii meylin bu misakın kesin bağlantısı olduğu bilinmemektedir. Hatta bazen Allah’ın varlığının ve rububiyyetinin fıtriliği, bedahetinden olduğu sonucu çıkmaktadır.

Uzun bir zaman dilimi arada geçmesinden dolayı böyle bir unutuşun olduğunu söylemek de doğru değildir.
Çünkü bu fasılanın uzunluğu –çoğu zaman- insanın dünya ile ahiret günü arasındaki zaman diliminden fazla değildir. Biz Kıyamet Gününde dünya hayatında olan olayları unutmayacağız. İşte Ehl-i Cennetin Ehl-i Nara söylediği şu söz bunu apaçık ortaya koymaktadır. ‘Biz rabbimizin bize vad ettiğini hakk olarak bulduk, siz de hakk olarak buldunuz mu?’ (7/el-Araf744) ve diğer bir ayet ‘içlerinden biri şöyle dedi: benim dünyada bir arkadaşım vardı ve yoksa dirilmeye inanlardan mısın derdi’(37/es-Saffat/51-2) ‘inkarcılar derler ki: kendilerini dünyada iken kötülerden saydığımız şahısları burada niçin görmemekteyiz’ (38/Sad/62) Bunun dışındaki Ehl-i Kıyametin o kadar uzun zaman geçmesine rağmen dünya aleminde aralarında geçen olayları unutmadıklarına delalet eden daha nice ayetler.

3) Bu misakı almadan amaçlanan şahısların bu misakın gereğince amel etmeleridir. Amel etmek ise hatırlamanın/tezekkürün feridir. Şahıs bu misaktan hiçbir şey hatırlayamadığına göre bu misak ile şahıs aleyhinde nasıl kanıt olarak kullanılacak ki!!! Ayrıca bu misak şahsı nasıl misaka uygun şekilde amel ettirecek.

Biz bu satırları yazdıktan sonra Allame Şerif el-Murtaza’nın ‘Emali’ adlı eserine vakıf olduk. O bizim açıkladığımız tarzda bu görüşün batıllığını ve imkansızlığını ortaya koyuyordu. Şu ifadeler O’na aittir. ‘Basireti olmayan ve akli kapasitesi düşük olan bazı insanlar bu ayetin tevilinin Allah’ı, Hz. Adem(as)’ın bütün zürriyetini Adem(as)’in sırtından çıkardığını ve onlar zerr halindeyken kendisini tanıtarak ikrar aldığını ve onları nefisleri aleyhinde şahid tutturduğunu zannetmektedirler. Bu tevil –aklın batıl ve muhal görmesiyle birlikte – Kur’an’ın zahirine de aykırıdır. Çünkü Allah-u Teala ‘ Hatırla o zamanı ki Rabbin Adem oğullarından (Adem’den dememektedir) sırtlarından zürriyyetlerini çıkartarak( Adem’in sırtından, zürriyyetinden dememektedir.) ahid aldı. Daha sonra Kıyamet Gününde babalarının şirk koşmaları sebebiyle bundan gafil olmamaları ve özürlerinin kalmamaları için bu ahdi aldığını haber vermektedir. Böylece onlar da babalarının dini ve sünnetleri üzere yetişmesinler.’ Daha sonra Şerif el-Murtaza şöyle devam eder: “Akıllların bu olaya şehadet etmesine gelince ise bu zürriyet alemi noktasında, akılların kemali ya teklif şartlarını kuşatmıştır veya kuşatmamıştır. Şayet bütün şartları kuşattığını kabul edecek olursak zürriyyetlerin yaratılışından ve inşasından sonra bütün bunları hatırlaması, akılların kemalinin bu hal üzere olması gerekirdi. Zira akıl bu ahdi ve misakı ikrar etmekte ve şehadet etmektedir. Çünkü akıllı insan bu sahada gerçekleşen şeyi alınan ahdi, zaman bakımından ne kadar uzak olsa da ve her iki halet arasında ölüm bulunsa da unutmamaktadır.

Ayrıca unutmayı caiz görmek ayetin güttüğü hedefe de aykırıdır. Çünkü Allah-u Teala bu ahdi alıp takrir ettirmesi ve kendileri aleyhinde şahid tutturmasının sebebi Kıyamet Gününde bu ahidden gaflette olma iddialarının olmaması ve hüccetlerinin kalmaması içindir. Şayet unutmaları caiz görülürse bu durumda hüccet ve kanıt düşmüş olur. Teklif şartlarını kuşatmadığını varsayacak olursak bu durumda böyle bir hitap, takrir ve işhad çirkin olmuş olur. Şanı yüce Allah’a böyle bir eylemin isnadı abes olmuş olur.(3)
4) Bu nazariye İslam Dininin zaruriyyatlarının batıl saydığı tenasüh görüşünün bir çeşidine dayanır. Çünkü bu nazariyeye göre insan bu dünyaya bundan önce de gelmiştir. Kısa bir yaşantının ardından ölmüş ve daha sonra tedrici olarak bu dünyaya ikinci kere gelmiştir. Bu İslam muhakkıklarının ve bilginlerinin batıllığını ispatladığı tenasühdür.(4)

Geriye bir soru kalmaktadır: madem bu nazariye de bu kadar problemler var ve eksikliklerin olduğu anlaşılıyor, peki bu görüşün dayanağını teşkil eden rivayetleri ve hadislerin anlattığı gerçek nedir? Bu konudaki detaylı açıklama ileride gelecektir.

DİPNOTLAR

1- Rağıp, el-Müfredat, ‘ZRV’ maddesi, Mecmeü’l-Beyan, c.1, s.199, ‘kale ve min zürriyetti ayetinin tefsiri’
2- Mecmeü’l-Beyan, c.3 s.497, Sayda basımı, Mefatihü’l-Ğayb, c.4,s.320
3- El-Emali, c.1,s.28-9
4- Bu dört eleştiriyi İslam Muhakkıklarından, ‘Mecmeü’l-beyan’ adlı eserin sahibi aktarmaktadır.


Bazı müfessirler (bunların başında Rummani, Ebu Müslim ve bir grup) bu ayeti tevhidi fıtriye haml edip bu tarzda yorumlamaktadırlar. Onlar şöyle demektedirler.
İnsan bu dünyaya bazı içgüdülerle ve kabiliyetlerle donanmış olarak ayağını basmıştır.
 I
 Diğer taraftan da akli müdrekler sahasında da tabii ihtiyaçlar ve fıtri olgular kendilerine bahş edilmiştir.
  İnsan babasının sulbünden annesinin rahmine düştüğü esnada nutfe haline gelir. Bu nutfenin büyüklüğü zerreden daha çok değildir. Ancak bu nütfe içinde istidatları ve kabiliyetleri özel bir özenle barındırmaktadır’ Gelişmesi ve kemal  süreci içinde geçen bu süreçte marifetullaha sahip olması bu kabiliyetler cümlesindendir. Bu yön sair istidatlar gibi her yönden gelişmektedir. Yavaş yavaş seyrini kuvvet merhalesinde fiiliyyet ve kemal merhalesine doğru yol almaktadır.
II
  Diğer bir ifade ile insanın derinliklerine ve yapısına marifetullaha olan ilgi ve gayb alemine olan yöneliş dest-i kudret tarafından nakş edilmiştir. Dışsal olgular bu muazzam fıtrata dokunmasa bu marifetullaha olan tabii eğilim onun kalbine yerleşir. Psikoloji bilginleri bu dini şuuru kale almışlar ve insanın boyutlarından birsi olarak da bu boyutu saymışlardır. Öyleki insanı nitelendirirken de bu boyutla nitelendirmişlerdir. Psikoloji bilginlerinden birisi insan hakkında ‘o metafiziksel bir varlıktır’ diye tanımlamıştır.
  Tabiatıyla bu şuursal içgüdü tekvin kalemiyle insanın içsel yapısına ilmek ilmek işlenmiştir. İnsanın gelişmesi ve tekamül sürecinde yaptığı dikeysel hareket gibi dini şuur da ilerler, olgunlaşır ve gelişir.
 III
 Üçüncü bir şekilde ifade edecek olursak Allah-u Teala Ben-i Ademi babalarının sırtlarından çıkartıp annelerinin karınlarına yerleştirdiğinde onların yaratılışlarını ve tekvinlerini daima rablerini bilecek özel bir yön ile vucuda getirdi. Onlar Rablerine olan ihtiyaçlarını daima hiss ederler. İşte tam bu noktada ayetin anlatmak istediği şeyle bizim ileri sürülen bu teori uyuşmaktadır.
Çünkü insan Rabbine ihtiyaç duyduğunu hissettiğinden ve Rabbine teveccüh ile ğark olduğundan dolayı sanki ‘Allah-u Teala ben sizin rabbiniz değil miyim’ ve insan da ‘evet sen bizim Rabbimizsin’demiş gibidir. (1)
  Bu görüşün özeti şudur: insan kendisine bahş edilen selim fıtrat-ı ilahiyye gereği Allah’a iman etmiş olarak yaratılmıştır. Allah’a giden yolda bu hadi akılın yardımıyla Allah’a gider, O’nu taleb eder ve O’nu sorar. Bu yürüyüş herhangi bir saptırıcı veya engelleyici olmadığı müddetçe mütemadiyen devam eder.
  Bu açıklamalara göre ayette söz konusu edilen misak hitabdan ve cevabdan oluşan iki lafzı içeren teşrii bir misak değildir. Aksine söz konu misak fıtri-tekvini bir misakdır. Aynı şekilde cevab da tekvini ve fıtridir.
  Kur’an-ı Kerimde bu tarz misak ve istiysak türü diyaloglar oldukça yaygındır. Günlük hayattaki diyaloglarımızda sıklıkla başvurulan yöntemdir. Bir örnek teşkil etmesi için ‘Allah bize göz vermiş ve bizim kuyuya düşmememiz için bizden ahid almıştır’ diyebiliriz. ‘yahut da bize akıl vermiş ve bizden hakkı batıldan ayırt etmemiz için misak almıştır’ diyebiliriz. Kur’an-ı Kerim yer ve gök hakkındaki bir diyalogda şöyle buyurmaktadır.
‘O ‘Göğe ve yerküreye isteyerek veya istemeyerek gelin’dedi. Onlar da ‘biz isteyerek geldik’ dediler.’ (41/Fussilet/11)


Gökler ve yere yapılan kelamın ve hitabın yöneltilmesinin bu türünde akıl, idrak ve şuur bulunmamaktadır. Bu hitap ancak tekvin kanlıyla alınmış bir hitaptır. Bu durumda ayet-i celilenin anlamı yeryüzü ve semavat Allah-u Teala’nın iradesine ve meşietine tekvini olarak boyun eğmişlerdir. Onların vucudları,  Rabb-i Rahimin kendilerine çizdiği sünnetullaha uygun bir şekilde sürüp gidecektir.  Arap beliğlerinden ve hatiplerinden aktarılan şu söz de bu türdendir. ‘yeryüzüne sorun: seni kim yarıp da sende nehirleri halk etti’ Ağaçları kim dikti’ Meyvelerini kim olgunlaştırdı’ Şüphesiz yeryüzü senin bu sorularına konuşarak değil itibari olarak cevab verecektir.’ (1)
  Bu görüşün Kur’an’dan ve sünnetten delilleri ve şahidleri de bulunmaktadır. Kur’ani şahid ‘Hakka yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver’(30/Rum/30). Bu ayettin konumuzu teşkil eden ayeti açıklayıcı olması mümkündür. İki ayet arasındaki ilişki şöyle açıklanabilir. Rum suresinde geçen ‘Fıtratullah’ ibaresi zaman tayin edilmeksizin beşer yaratılışın ve fıtratının dini şuur ile yoğrulduğunu özetle ifade etmektedir. Konumuzu teşkil eden ayet ise insan yapısına yerleştirilmiş olan bu ilahi sırrın insanın yaratılışı tekvini esnasında olduğunu konu edinmekte ve dile getirmektedir. Yani insan daha annesinin karnında zerre halinde olduğundan bu yana bu ilahi sırrı tekvini olarak barındırmaktadır. İnsan anne karnına düştüğü gibi bu ilahi emaneti almaktadır. İlahi emanet.
  Allah’a cezb oluş ve meylin yoğunluğu’Ayrıca, bu nazariyenin muteber bir senedle bize Abdullah ibn Sinan’ın aktardığı hadisle de paralellik arz ettiğini eklemek gerekmektedir. İbn Sinan der ki:
Ben Ebu Abdullah(as)’a ‘fıtrattan kasdın ne olduğunu sordum’, O da benim soruma cevaben dedi ki: ‘Allah’ın onları yarattığı islamdır.

 Çünkü Allah onları yarattığında tevhid üzere onlardan misak aldı. Ben sizin rabbiniz değil miyim’ Dedi. Orada mümin de kafir de bulunmaktadır.(2)  
 
Şerif er-Razi’nin bir sözü bulunmaktadır ki bu nazariyeyi benimsedği umulur. Çünkü O şöyle demektedir.
  Allah-u Teala insanları yaratıp da onları bileşik hale getirdiğinde marifetine delalet, kudretine de şehadet, kendisine ibadet edilmesini vacib kıldı. Onlara ibretler ve ayetler, nefislerinde ve dış alemde deliller gösterdi.
  Durum öyle bir konuma geldi ki sanki onlara kendi aleyhlerinde kanıt olabilecek bir şekilde şehadet aldırdı. Onlar da bu O’nun getirdiği deliller ve kanıtlar manzumesine müşahedeye ve O’nun gösterdiği ve dilediği tarzdaki marifesine şehadet ettiler. Kendileri için mazeret bildirerek bu vucubdan kaçınma ve bu delaletten kalma hakkı kalmamış oldu. İnsanlar itirafı tam gerçekleştiren konumuna gelmiş oldular. Gerçi hakikatte bir işhad/şahid tutma ve bir itiraf ettirme olayı bulunmamaktadır. Bu sanki şu ayette geçen işhad konumu gibi olmuştur.
‘. ‘O ‘Göğe ve yerküreye isteyerek veya istemeyerek gelin’ dedi. Onlar da ‘biz isteyerek geldik’ dediler.’ (41/Fussilet/11)
  Hakikatte Ayet-i Kerime de Rabb-i Rahim tarafından ne bir kavl/söz bulunmaktadır ne de onlardan bir cevap bulunmaktadır. Bu durumun bir diğer benzeri de şu ayet-i kerimedir.
‘Onlar kendi nefislerine küfür üzere şahidlik etmiş olarak’ (9/et-Tevbe/17).
 Biz biliyoruz ki kafirlerin dilleriyle herhangi bir kafir oluş itirafı gerçekleşmemektedir. Onlardan ancak açık bir şekilde küfür zuhur etmiştir denilebilir. Onu def edilmesi tam gerçekleşmemiştir. Onlar bunu itiraf etmişlerdir. Arapların şu sözü de bu türdendir.  
‘Organlarım senin nimetlerine şehadet etmekte
Halim senin ihsanını tanımaktadır.’

1) Mecmeü’l-beyan, c.4, s.498,
2) Tefsirü’l-bürhan, c.3, s.47. Fıtratullah ayetinin tefsirinde yedinci hadis.

rum 30 İhsan ELİAÇIK

Şu halde bütün benliğinle sağ duyudan şaşmadan döne yönel;
Allahın fıtratına....
İnsanlık o fıtrat üzerinedir.*(açıklama aşağıda)
Allahın fıtratında bir değişme göremezsin**(açıklama aşağıda)
İşte gerçek hayat dini budur.
Fakat insanların çoğu bunun bilincinde değildir.

*(Hani Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak. "Ben sizin rabbiniz değilmiyim?" demişti. Onlar da, "Evet, şahit olduk" demişlerdi. İşte bu, kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yoktu" dememeniz içindir. Araf 7/172)

AHZ-I MİSAK: Sözlükte "söz almak" demektir. İslam kültüründe ahdi misak ayeti olarak bilinen bu ayet, Allahın ezelde insanların ruhlarını yarattığında onlara "Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?) diye sorup, Dediler ki "Evet" cevabını aldığı toplantı, meclis, ruhlar alemindeki konuşma (bezmi elest) olarak meşhurdur.

Bu ayette ne denmek istendiğini iyi anlamak gerekmektedir. Çünkü bu ayete, Kuranın şifresi denilse yeridir. 
Ayet, "varlığın diliyle konuşan Kuran" dediğimiz uslübunun en çarpıcı örneklerinden birisidir.

Görüldüğü gibi, ayette ruhlar alemi diye bir tabir geçmiyor, öyle görünüyor ki Allah, burada insanoğlunun yaratılıştan (bellerinden zürriyetlerinden) gelen "fıtrat, vicdan ve sağduyu" dediğimiz melekelerini temsili olarak dile getirip konuşturmaktadır. Onlara soru sormakta ve cevaplarını - yaratan kendisi olduğu için- onlar adına yine kendisi vermektedir. Bununla insanoğlundaki fıtrat, vicdan ve sağduyunun neler yapabileceğini, potansiyel imkanlarının neler olduğunu göstermek istemektedir. Ki insan yarın kıyamet gününde, "Bundan haberim yoktu, bilmiyordum" demesin. Demek ki, her insanda yaratılıştan varolan fıtrat, vicdan ve sağduyu, Allahı bulabilecek güçtedir. Yeter ki dondurulmasın; üzeri heva ve hevesle, batıl bağımlılıklarla örtülmesin. Vahyin esas amacı insanoğlundaki bu melekeleri harekete geçirmek, açmak, vurulduğu zincirlerinden ve bağlarından kurtarmaktır. İnsan bu sayede, içindeki bu fıtri sesi dinleyecek ve Allahını bulacaktır. Türkçede "vicdanın sesini dinlemek", "sağduyudan şaşmamak" dediğimiz şey, temsili diyalogda (kinaye); işte bu "Evet, sen bizim Rabbimizsin, şahit olduk" şeklinde dile gelen fıtratın/vicdanın/sağduyunun sesini dinlemek, bundan şaşmamak demektir. İnsanoğlu işte bundan şaşmamalı, bu sese sık sık dönmelidir. Bu ses, onu eğer vahim bir yanmlışlık yapmazsa Allahına götürecektir.
Yine halk Türkçesindeki "zürriyeti bozuk, cibilliyetsiz" vs deyimleri de, bu sese kulak vermemiş, bundan şaşmış, bu konuşmaya şahitlik etmemiş, bunu çiğnemiş anlamındadır.
Şu halde yaratılış, karakter, yapı, tabiat anlamına gelen "fıtrat", iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırmayı sağlayan iç duyu, ahlak şuuru, his, duyu manasına gelen "vicdan"  ile doğru düşünme melekesi, doğruyu yanylıştan ayırma özelliği, aklıselim, diri duyu manasına gelen "sağduyu", burada "Allahın birbirinin belinden/sırtından doğup gelen Ademoğullarının özüne yerleştirerek bizzat kendilerini şahit tutması" (Ahdi misak) şeklinde ifade edilmektedir. Keza. "Allahın birleştirmesini istediği şey" ifadesi ile de buna atıfta bulunulmaktadır. 
Demek ki varsa eğer, Kuranın asıl "şifresi" işte budur.

 Bunu çözen, bütün Kuran söyleminin ne üzerine kurulduğunu da çözer
Şöyle de denilebilir:Allahın insanoğlunun özüne yerleştirdiği ve genellikle iç dünyamızda düşünme, anlama, akletme, tefuekkür, korkma, titreme, ürperme, duygulanma vb. anlarında veya bir dış uyarıcının sarsıcı telkini ile ortaya çıkan, üzeri açılan, harekete geçen, inkişaf eden, vecde gelen işte bu fıtrat, vicdan ve sağduyunun sesine kulak vermeliyiz.
Onu dinlemeli, kestirip atmamalı, onunla irademizi birleştirmeli, bir araya getirmeliyiz.
Şu halde, olası bir "Allah var mı?" sorusuna, "Evet var, Şahitlik ederim" diye karşılıkı vermek, Türkçede "vicdanının sesini dinlemek" dediğimiz şeyin ta kendisidir. Gündelik hayatta, insanoğlu her yanlış yaptığında, defalarca içinde bir iyilik sesi duyar. işte o ses "galu bela" sesidiri. Demek ki, "Ne zamandan beri müslümansın?" sorusuna verilen "galu beladan beri" cevabı "İçimdeki vicdanımın sesine kulak verdiğimden beri, ruhumun derinliklerinden gelen o "Evet" sesine her kulak verişimde..." demek olmaktadır(Allahu alem)
**Yani: Allahın insanoğlunun yaratılıştan özüne yerleştirdiği temel insanlık melekelerinde (fıtrat) bir değişme göremezsin, Nereye gidersen git, hangi insanı araştırırsan araştır; siyah, beyaz, sarı, kızılderili, doğulu, batılı, Asyalı, Afrikalı, Avrupalı, Amerikalı, Antartikalı:; eskiçağlarda yeniçağlarnda fark etmez. İnsanoğlu bu fıtrat üzerine yaratılmıştır. Her doğan çocuk bu fıtrat üzere doğar sonra onu çevresi fıtratından uzaklaştırır. Tekrar bu fıtratın yoluna dönene kadar böyle yaşar gider. Unutma ki, insanları ayrı ayrı tanrılar değil tek bir Allah yaratmıştır. Allahın yaratışı bölünmez bir bütündür. Fakat insanların çoğu bunun böyle olduğunu bilmezler. Sanırlar ki ayrı ayrı dünyaların insanları olarak varlar. Halbuki neredeyse hepsi tek bir insan gibidir. Aralarındaki gen farkı sadece yüzde 2 dir. yüzde 98 birbirlerinin aynısıdırlar. Aranızdaki kavgalar bu %2 farklılıktan dolayıdır. Ancak tartıştıkları her konuda son noktayı kıyamet günü Alhlah koyacaktır....
Sen işte bu vicdanın ve fıtratın yolundan yürü; sağduyudan, insanlığın diri kalmış, ölmemiş, her akıl ve vicdan sahibinin kendine döndüğünde duyacağı o vicdanın sesine kulak ver. Uyuyanları derin uykulardan uyandır. Unutma ki her insanda bir gün bu fıtrat uyanabilir, bu vicdan harekete geçebilir....

ÜMMÜL KİTAP NEDİR? temizfikir.com

ÜMMÜL KİTAB Nedir?
Bazıları “diline dolamışsın bir Ümmül Kitap sözü bu nedir, nereden duydun” diye soruyor. Bu benim uydurduğum bir sıfat ya da tanımlama değil haşa. Tüm Vahiylerde:
Ümmül Kitab
Levh-i Mahfuz
Kitabun Markum
Kitabun Meknun
El-Kitab
Ayatullah
Gibi tanımlamalar ile isimlendirilen, Allah’ın bu evrene, insana, olaylara dair KETEBE ettiği, içinde zamanlar mekanlar koordinatlar üstü HAK olan her şeyin ve tüm BATILLARIN apaçık tanımlandığı, diğer adı ile ed-Din ya da Dinillah ya da Din el-Qayyıme ( Dosdoğru din ) denilen, Adem formuna geçirilmiş insanlığa yaratılışından itibaren kodlanmış olan ( fıtratAllah) yani onu “okuması” için FUAD-BASAR-SEM’A= KALB verilmiş olan, bütün varlığın ve olayların referans değerler sistemidir.
” Allah’ın kelimeleri, adalet bakımından da doğruluk bakımından da tastamamdır, onları tebdil edebilecek olan yoktur”, ” Allah’ın kelimeleri, yedi deniz mürekkep olsa bir yedi deniz daha ona katılsa, bütün ağaçlar kalem olsa yazmakla tükenmez” demek bu demektir.
Tevrat, İncil ve Kuran mushaflarına yüklenen yarıştırmacı anlamlardan dolayı çoğunluk tarafından fark edilmemektedir. Oysa mesela Kuran Mushafı’ndaki onlarca ayette, tüm Peygamberlere indirilen el-Kitab Vahiy’lerinin de o Ümmül Kitab’tan o anda, o coğrafyaya, o koordinatlara indirilmiş MİN HİKMETİN olduğundan apaçık detaylı bahseder. Hatta direkt olarak, Muhammed Peygambere indirilen Vahyin özel adı olan El-Kuran vahyinin de Ümmül Kitab’ın İÇİNDE olduğu ONDAN İNDİRİLDİĞİ ve bu nedenle birbirlerini tasdik ettikleri apaçık söylenir. Kuran mushafında geçen, Ümmül Kitab, Levh-i Mahfuz, Kitabun Markum, Kitabun Meknun, El-Kitab, Ayatullah kavramlarının içinde yer aldığı bölümler dikkatlice okunursa bu apaçık görünür. Örneğin;
Zuhruf Suresi’nde:
1. Ha Mim
2. Apaçık Vahiy’e yemin olsun ( Kitabun Mübin )
3. Umulur ki akledersiniz diye Biz onu Arapça bir okuma kıldık, ( cealna-hu kuran en arabiyyen )
4. Hiç şüphesiz ki o katımızdaki çok yüce, çok hikmetli ÜMMÜL KİTAB’ın içerisindedir. ( ve inne-HU Fİ ÜMMÜL KİTAB… )
Ayetlerden çok net ve açık bir biçimde Ümmül Kitab’ın ne olduğu, Peygamberlere indirilen Vahyin de ondan olduğu görülmektedir. Onun birer yansıması, o koordinatlarda bir beyanı ve örneklendirmesidir. Zaman, mekan ve koordinatlar üstü olan ANA KİTAB’tır. “yaş ve kuru” yani HER ŞEY onun içindedir, onda zerre eksiklik, çelişki, çifte standart, boşluk, giri alan v.b. yoktur.
Kullandığımız Ümmül Kitab deyimi işte budur. Bugün bizim anlayacağımız şekilde detaylı bir tarifini vermek istersek:
KÖTÜ-ÇİRKİN-FUHŞİYYAT-ZULÜM-HARAM-REZİLLİK-GÜNAH olan herşey, yani BATIL, ve tersinden İYİ-DOĞRU-ADİL-MERHAMETLİ-AHLAKLI-PAYLAŞIMCI-HELAL-ERDEMLİ olan herşey yani HAK, işte bu Ümmül Kitab’a Allah tarafından KETEBE edilmiştir. Yaşadığı yer, zaman, mekan ya da dünya hayatının koordinatları ne olursa olsun, kendilerine bunun referansı ile kodlanmış olan FUAD-BASAR-SEM’A=KALB’lerini kullananlar yani mazeretler ( cennet yaprakları ) ile onu örtmeyenler, Hak olana ihanet ederek onu köreltmeyenler, mühürlemeyenler onu “okur” ve teslim olup itaat ederler, işte dosdoğru din budur ( rum 30-31-32 )

Mushaf yarıştırıcılığından, ehli kitap rekabetçiliğinden kurtulup dosdoğru tertemiz mümin muttakiler olarak kendilerine verilmiş FBS=KALB’in karşılığını dosdoğru vermek isteyenler ( şükür )  Ümmül Kitab’ı dosdoğru okumalı ve ona uymalıdırlar.

Ademoğullarına Allah’ın LUTFETTİĞİ (inzal-tenzil ettiği bu demektir) yani ed-din Değerler Sistemi, hepsi Ümmül Kitab’a KETEBE edilmiş her birine yaratılırken kodlanmış ( FBS=Kalb ), eksiksiz, sapasağlam, adil ve dosdoğrudur, onları TEBDİL edebilecek olan yoktur. “okuyup” teslim olanlar yani içindekilere uyarak yaşayanlar ve bu hal üzere ölmeye sabredebilenler Allah tarafından arındırılacak ve yakınlaştırılmışlardan kılınacaklardır. Allah’ın insanlığa sunduğu ( inzal ) Vaadi budur, Allah asla vaadinden dönmez. dileyip dosdoğru çabalayan buna ulaştırılır.
elhamdülillah.

Temiz Fikir@2012

FITRİ OLMAK - Ramazan KAYAN

Fıtratın imha ve ifsadı tüm iğrençliklerin, utançların, ilençlerin nedeni… Şakilesi bozulan, şirazesinde çıkan insan kötülüğün odağı oldu…



Modern insanın savaşı kiminle?

Önce kendisi ile… Sonra başkası ile…
Modern uygarlık yeryüzünü savaş alanına çevirmekle kalmadı, insan fıtratına da savaş açtı. Fıtratı bozulan insan artık yeryüzünde bir bozguncudur…
Niçin insan feveran eder? İnsanın en büyük felaketi nedir?
Fıtrat faciası… Çağdaş insanın fütursuzluğunu, huzursuzluğunu, huysuzluğunu neden görmek istemiyoruz? Çünkü insan fıtratına yabancılaştı… Kendisinden başka bir şey olma yolunu seçti...
Fıtratın firkatini görmüyor muyuz? Feryadını duymuyor muyuz?
Fıtratı sukut eden insanın ne bir değeri, ne de bir davası kalıyor… Aidiyetini kaybeden, anlamını yitiren, ruhunu yaralayan insan iç dinamiklerinden kopuyor, hiçleşmeye başlıyor.
Fıtrattan kopan birey, sureten insan ama sireten sanki bir canavar… Doğası bozulan insanın doğallığı gitti… Doğruları bulandı… Duyarlılığı azaldı… Değeri düştü…
İnsani özelliklerdeki aşınma ve azalmayı başka nasıl anlayacağız?  Daha az insan, daha çok robot, modern zamanlarda revaçta olan budur…
Fıtrata muhalefet, insanın fetretini hazırladı… Yani fıtratdışılık, insandışılıktan başka bir şey değildir…
Fıtratsız insan, vicdansız dünya demektir…
Fıtrat medeniyetinin yerini şimdilerde Batı’nın nefsi emmare uygarlığı aldı… Evet, fıtratı bozuklar, fıtrata savaş açtı… Fıtratla oynayanlar, şeytana uyanlardı…
Fıtrat çekirdeği küfür toprağının karanlıklarında gömülü ve örtülü kalınca insan olunmuyor, insaniyet gelişmiyor… İnsanın çamurlaşma süreci daha bir derinleşiyor…
Velhasıl, fitne rejimleri, şer odakları, nifak mihrakları insanı bozdu, ruhu kirletti… İnsanın özüne yönelik sanal suikastlar, yasal baskılar, seküler saldırılar, modern tuzaklar bir türlü bitmek bilmiyor…
Resmi ideolojilerin beyin yıkama yöntemleri, fıtrat yıkımına neden oldu…
Genetiği bozulan, geleneği yok olan insanın, geleceği de karanlık…
GDO’dan  sonra yeni tehdit insanın DNA’ sına yönelik…
Fıtratın imha ve ifsadı tüm iğrençliklerin, utançların, ilençlerin nedeni…  Şakilesi bozulan, şirazesinde çıkan insan kötülüğün odağı oldu…
Homoseksüellik, ensest ilişkiler, estetize edilen günahlar, sınır tanımayan haramlar neyin habercisi? Ya da neyin sonucu?
Gittikçe yaygınlaşan kadının erkekleşmesini, erkeğin kadınlaşmasını başka türlü nasıl izah edeceğiz?
Şimdi insanın kurtlaşmasını normal görebilir miyiz?
Değersizleşen ve duyarsızlaşan insanı nereye oturtacağız?
Zulme tepkisiz, münkere duyarsız, şerre aldırışsız insanın sorunu fıtridir, marazidir…
Bu nedenle en büyük fitne, fıtratın tahrif, tahrip ve tağyirini hazırlayan fitnedir…
Peki, bu kadar vurgudan sonra sormak gerekmiyor mu, fıtrat nedir?
Hayatı anlamak için önce fıtratı anlamak gerekiyor… Hayatın anlamı, fıtrata göre yaşamaktır…
Fıtrat; Allahu Teâlâ’nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır…
İnsanların ve tüm varlıkların temel yapısını oluşturan, yaratılış, değişim ve gelişim ilke ve kanunları vardır, ona fıtrat diyoruz…
Fıtrat, yani yaratılış ve mahiyet itibari ile insanın lekesiz, temiz, İslam’a ve imana müsait bir hüviyete sahip olmasıdır…
Fıtrat; var olan her şeyin ne hikmetle yaratıldığını yani o varlığın doğasını ifade eder…
Fıtrat, insanın heva ve heveslerinden dolayı bozulmadan önceki saf halidir...
Kâinatın Allah’ın fıtratı üzere işleyişi İslami dilde adetullah, sünnetullah, fıtratullah ifadeleri ile isimlendirilmektedir…
Fıtrat, nimettir…
Fıtratı anlamak yetmiyor. Önemli olan fıtratı doğru okumak ve onu güzelce korumaktır...   Adem olmanın yolu budur, istikameti bulmanın şartı budur…
Fıtratı, tutkulardan, tutsaklıklardan, içgüdüsel dürtülerden, geleneksel şartlanmışlıklardan, toplumsal baskılardan, yasal dayatmalardan, modern şımarıklıklardan korunmak zorundayız…
Fıtrat üzerinde çevrenin dönüştürücü gücünü basite almamak lazım...  Çevre temizse fıtratta temiz kalacaktır…
Fıtrata aykırı rejim, ideoloji, sistem, kurum, yapı, eylem, söylem yöntem merduttur, diyebilmek…
İnsanın beden toprağına yüklenen fıtrat tohumu, vahiy yağmuru ile buluştuğu zaman insan hem neşet eder, hem de netleşir…
Evet, fıtratın Fatır-ı Mutlak ile mutabakat halinde olması şarttır. Vahiyden ışığını, ısısını, suyunu, havasını almayan fıtrat çürümeye mahkûmdur. Bu bağlam da yapılması gereken; Allah’ın boyasına boyanmaktır… Kuran ahlakı ile ahlaklanmaktır… Sünneti seriyyenin disiplinine girmektir…
Hanif durmanın, halis kalmanın, halife olmanın yolu budur… İmam, varis, şahit olmanın şifresi fıtratta saklıdır…
Bize düşen görev: fıtratı tercih etmektir… Onu takva örtüsü ile korumaya almaktır…  Takva azığı ile beslemektir…
Fıtrat boşluk kabul etmez… Fıtrata hangi korkuları, sevgileri, bilgileri yüklerseniz öyle şekillenir. Bunlar fıtri temayüllerdir… Bunlar Allah için olursa kişi Allah ile barışık olur, bozuşmaz… Ayrıca vaftiz gerekmiyor, yeter ki; fıtrata vefa olsun, mutabakat ve muvafakat bozulmasın…
Fıtratı korursak faruk oluruz… Farkımız budur…
Fert, fıtratla şahsiyet kazanır…
Evet, fıtrat; hakikat ve hidayetle mutabakatın ismidir…
Aslında dünyaya gelen her insan temiz bir sayfadır…
Ne mutlu vahiyle korunanlara!
17.09.2010

rum 30 edip yüksel ihsan eliaçık abdulaziz bayındır video

KURANDA HANİFLİK KAVRAMI

KUR'ANDA HANİFLİK KAVRAMI
      "Yahudi yahut Hıristiyan olun ki dogruya kılavuzlanasınız." dediler. De ki: "Hayır, öyle değil. Şirk ve yozlaşmadan uzak bir biçimde, İbrahim milletinden olalım. O, şirke bulaşanlardan degildi."   (BAKARA SURESİ / 135)
        İbrahim, ne yahudi idi, ne de hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir müslümandı, müşriklerden de değildi.   (AL-İ İMRAN SURESİ / 67)
        De ki: "Allah, doğrusunu söylemiştir/vaadinde sadıktır. Hadi artık hanîf olarak İbrahim'in milletine uyun! Müşriklerden değildi o."  (AL-İ İMRAN SURESİ / 95)
       Güzel düşünüp/güzellikler sergileyerek ve özü-sözü doğru bir halde İbrahim'in milletine uyarak yüzünü Allah'a teslim edenden daha güzel dinli kim olabilir! Allah İbrahim'i dost edinmişti. (NİSA SURESİ / 125)
      "Gerçek şu ki, ben bir (hanif)muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim."   (EN'AM SURESİ / 79)
         De ki: "Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim'in hanif (muvahhid) milletine/dinine... O, müşriklerden değildi."   (EN'AM SURESİ / 161)
        Ve: "Bir muvahhid (hanif) olarak yüzünü dine doğru yönelt ve sakın müşriklerden olma,"   (YUNUS SURESİ / 105)
       Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir (hanif) muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.   (NAHL SURESİ / 120)
         Sonra sana vahyettik: "Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in milletine uy. O, müşriklerden değildi."   (NAHL SURESİ / 123)
         Allah'ı birleyen (Hanif)ler olarak, O'na ortak koşmaksızın. Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir.   (HAC SURESİ / 31)
         Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.   (RUM SURESİ / 30)
        Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, SALAT ETMEK ve ZEKATI VERMEKten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur. (BEYYİNE SURESİ / 5 )
NOT: Kur'anda 'millet' kavramı aynı zamanda 'din=yol=tarz=usul' anlamında da kullanılmıştır.

İYİLERDEN OLMAK İSLAM

Kalu belada Allah'ın varlığına Tüm insanlık olarak şahit olmamız hasebiyle. aslında var olan ALLAH (EL HALIK) inancı, tüm benliğimizde saklıdır.  Büyük korkular yaşadığımızda, inanan inanmayan hemen herkesin, Yüce bir Kudrete sığınma arzusunun, doğal bir refleks gibi ortaya çıkması, bundandır. Dünya'da iken bizlere verilen ömür kredisi bitmeden, bizlere qalu belada verilip, pasif olarak benliğimizde gizleneni bulmamız idrak etmemiz gerekiyor. Doğruyu, EN doğruyu öğrenebileceğimiz yegane kaynak olan Kur'an-ı Kerim gayrisi  kaynaklarda ya da Kur'an ile beraber, yardımcı, açıklayıcı statü verilen NAS kaynaklı kitaplarda hakikati bulabileceğini sanmak başlı başına bir A'FETtir. Dinini,  O'nun kelamıyla araştırıp, öğrenmemek ve   ALLAH’a HAKKI ile İMAN etmemenin, ahirette vereceği dehşet üstü pişmanlık, kişinin cehennem  alevleri harici  alevi olacaktır. Buna ister sabretsin ister etmesin kendisi için değişen hiç bir şey olmayacaktır.

İSLÂM DİN'i araştırıp özünün insanın yaratılışına EN UYGUN fıtrat(Din'i) olan Hanifliği Ibrahim'i bir tavır ile yaşamamak ve gereğini yerine getirmemek,  Din'i SADECE Allah'a has kılmaya (Tevhide) ters düşen davranışlarda bulunarak, pahasını ölüm ötesi yaşam şartlarında aciz/güçsüz/Mahzun kalmakla ödemek demektir!
Dünya hayatında SUNNETULLAH'a ters düşen davranışlarda bulunmak ise: Ferdi bazda; başarısızlık, ümitsizlik, rezil ve cahil kalmakla.......Toplumsal bazda ise: dahili ve harici düşmanlara karşı; İktisadi, Askeri ve Teknolojik bakımdan geri kalmışlık ve yarı bağımlı hale gelme......Harici saldırılarda ise kan, gözyaşı, açlık ve sefalete mahkum olmak demektir.
Allah'ın koyduğu yasalar(Sunnetullah) ki: (Deprem, tsunami, mevsimlerin oluşumu, çalışanın kazanması, ilim tahsil edenin etmeyene üstün oluşu, aklı ön planda tutanın üzerine güzellikler-dürtülerini ön planda tutanın veya aklını başkalarına ipotek bırakanların ya da atalarının izinden gidenlerin üzerine PİSLİĞİN yağması, yer çekimi, azalan verim kanunu, suyun kaldırma kuvveti ve sıfer dercede donması ve de hacminin genleşmesi....vs) Allah'ın SUNNETINE karşı davranışlarda bulananı bu yasalar inanan-inanmayan ayrımı yapmaksızın AYNI tepkiyi verir. İşte bu kısım BİZ islam ferdi olanların en anlayamadığı veya anlamak istemediği kısımdır.
Misal: Deprem kuşağında olan bir şehirde, ateist olan bir insan evini deprem şartlarına uygun, demirini, çimentosunu, uygun teknik ölçüsünce kullanıp yapsa....
Diğer yandan Allah'a iman etmiş, namazından, zekatından, orucundan....vs ödün vermeden günlük yaşamını sürdüren bir müslim....Ancak deprem kuşağında bulunduğuna aldırmaksızın; yapmış olduğu evinde, plandan/mühendislikten uzak, demir çimento oranına yapım tekniğine aldırış etmeden evini inşaa etmiş olsun.

8.0 aletsel büyüklükte bir deprem (Allah yasası/Sunnetullah) olsa, sonuç ne olur? Kimin evi başına yıkılır? Ne kadar iyi ve dürüst Müslim olur ise olsun.....Allah kimsenin hatırı için SUNNETİNDEN vazgeçmez ve YASASINDA değişiklik YAPMAZ!!! Diğer bir deyimle SUNNETULLAH'ı kendimize uydurmak yerine BİZler Sunnetullah'a uygun davranışlar içinde olmalıyız. Zaten aklı ön planda tutan Kur'an ehlline de yaraşan budur. Zaten açık seçik görmüyor muyuz gündelik yaşantımızda SUNNETULLAH'a uygun hareket eden MILLET ile uymayan MILLET arasındaki koca FARKI!!!
Atomu ilk parçalayan Allah Korkusu Taşıyan Aydın bir Müslim olsaydı........ Dünya çok daha güzel olmaz mıydı? Bir nesil öncesinde adamlar laboratuvarlarda bilimsel deneyler yaparken bizimkiler sadece tesbih çekti-salavat getirdi.......Oysa Allah'ı ZIKRetmeye Çalışmak ilim yapmaya engel miydi?

24/37 (Öyle) Adamlar ki; ne ticaret, ne de alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz; onlar kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı günden korkarlar.
 Ortadoğuda müslümanların üzerine Teknoloji ürünü füzeler yağdı/yağıyor....Gözyaşı, açlık, sefalet, kan ve ölüm var......NEDEN? Görünen müsebbip USA/ISRAİL (Allah Kahretsin onları)  Allah'a topluca dualar ediliyor......Kahrolası USA'nın zulmü bitsin diye........NEDEN bitmiyor? Bunları Müslüman toplumu olarak iyice idrak etmek lazım.                                                       
“İSLÂM”, şu veya bu topluluğun, veyahut da müslüman denen toplumların dininin adı değil, ALLAH'ımızın 16/123 nolu ayette Efendimiz Hz. Muhammed (SvS)'e  emrettiği HANIF ce iman etmenin adıdır.
16/123- Sonra sana: Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne tâbi ol !  o, hiç bir zaman müşriklerden olmadı, diye vahyettik.
 
Kutsal” kabul ettiğin tüm inançlarını; atalarından, hocalardan, imam ve hacılardan "İslam" diye öğrendiklerini ve özgür bilincini prangalara vuran şartlanmalarını bir kenara bırak.  Hür bir bilinç ve mahşeri bir vicdanla, aklını bloke edecek TÜM şartlanmalarına EUZU... diyerek, Rabb'inin Kelâmı Kur'an-ı Hakim'e bak.  Göreceksin ki "İslam" diye sana yutturulan, cahiliye Arap örfleri ve israiliyat yalanlarından arabesk/ucubik bir "din"....... Ve şahit olacaksın ki; Sana anlatılan Resul başka, Kur'anın anlattığı Resul başka, sana anlatılan namaz başka, Rabb'imizin anlattığı namaz başka, sana anlatılan cennet-cehennem başka, Kur'anın tasviri başka............ Ve HATTA sana anlatılan ilah başka, Kur'anın anlattığı ALLAH (C:C) ise, BAMBAŞKA ! 
Size Din'den bir şeyler anlatanlara söyleyeceğiniz ilk cümle  "Deliliniz Nedir? " sorusu olmalıdır.
28/75- Bütün ümmetlerden bir şahit çıkarır, "Haydin, kesin delilinizi getirin!" deriz. O zaman anlarlar ki, hakikat Allah'a aittir ve uydura geldikleri şeyler de kendilerinden ayrılıp kaybolmuşlardır.
......Ve ille de SORGULAMA, SORGULAMA VE SORGULAMA !!!  Araba, ev, televizyon, cep telefonu, bilgisayar...vs alırken dahi belki elli kez sorguluyoruz. "garanti BELGEsi var mı?....tapusu var mı?....vs. diye. Peki ölüm ötesi sonsuz yaşamımızı etkileyecek İMAN olgusunu da, bunlar kadar sorguladık mı? Bize din anlatanlar (anne, baba, dede, nine, imam, hoca, evvelkiler, atalar) peki bunlar bizlere ya yanlış anlatmışlarsa....?
2/170- Onlara; "Allah'ın indirdiklerine tabi olun" dendiğinde; "Hayır, biz atalarımızı üzerinde gördüğümüz yola tabi oluruz" derler. Ya ataları hiçbir şeyi düşünemeyen, doğru yolu bulamamış kimseler idiyse yine mi öyle yapacaklar?
 
31/21- Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" dendiğinde; "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" derler. Ya şeytan, babalarını ALEV AZABIna çağırmışsa?
Evrenin her zerresi Semi ve Besar olan Allah'tan gizli değildir. O halde deve kuşu olmayı bırakıp, "Ahseni Takvim" üzere yaratılmış olmanın hakkını vermeye çalış. “ALLAH indindeki Din’in” hükümleri, farkında olunmasa da işler durumda ve kesintisiz yürümekte… Ve O, her LAHZA yeni bir yaratmadadır. Subhan olan Allah'ın şanı ne Yücedir. HAMD ancak Alemlerin Rabb'i olan Allah'a dır.


HANİF-AKHENETON (IV. AMENOFİS)
Akheneton'un ölümünden tam 3000 yıl sonra arkeologlar, Amarna kentini kazarlarken keşfedilen Akheneton, böylece gündeme gelmiş oldu. IV. Amenofis olarak da bilinen Akheneton, babasının ölümünden sonra tahta geçtiğinde henüz çok gençti. Ve kendisi, hangi sebepten/kaynaktan dolayı KESİN olarak bilinmez, monoteizmi (tek tanrılı inanç sistemi) benimsedi. Akla en yatkın sebep, o çağa en yakın (her zaman olduğu gibi hatırlatıcı/uyarıcı) gönderilmiş bir elçi/peygamberden kalma inanç sisteminin izleridir büyük ihtimalle.
 Tahta geçtikten yaklaşık 5 yıl kadar sonra, yaptığı öncelikli işlerden biri; halkı firavunların ra'nın (güneş tanrısının) oğlu olduklarına inandırmak için duvarlardaki ra ile firavunun annelerini cinsel ilişkide gösteren/anlatan hiyeroglifleri kazıtmak olmuştur. Bunun yerine "Akheneton olsa olsa Aton'un kulu ve köle(hizmetçi)sidir"  anlamına gelen hiyeroglifi yazdırtmıştır. Tabii sadece güneşi tanrı kabul ediyor gibi görünen firavun hanedanı aslında çok tanrılı bir inanç sistemine sahipti.
 Akheneton'un bu yaptıklarına ve inanç sistemine en çok karşı olanlar amon rahipleriydi kuşkusuz. Zaten Akheneton rahiplerin kendisini rahat bırakmayacağını bildiğinden,  Teb şehrinin 300 km. kadar kuzeyinde  Nil nehrinin doğu yakasında yeni bir tapınak/başkent yapma gereği duymuştu. Bu tahta geçişinin 6. yılına tekabül etmektedir ve o zaman kadar "Amenofis" olan ismini "Akheneton" olarak değişmiş ve yeni başkentine de aynı ismi vermişti. Akheneton'un ölümünden sonra tahta geçen, Tutankhamon, rahiplerin aşırı baskısına dayanamayarak, tapınak ve kurallar dahil her şeyiyle eski düzene geçilmiş/taşınılmıştır.
Kur'an dan biliyoruz ki; firavunlarla ilişkisi olan iki peygamber var:                                 
1. Hz. Yusuf (A.S)                                                 
2. Hz. Musa (A.S)
18. hanedandan 10. firavun olan Akheneton'un tahtta kaldığı tarih: İsa'dan Önce 3351-3340 yılları olduğuna göre; Hz Musa'dan önceki zamanda yaşadığı anlaşılıyor. Geriye kalıyor Hz. Yusuf (A.S) ve onun anlattığı inanç sisteminin izleri.
Akheneton hakkında 2 fikir daha var. 1. onun bir peygamber olduğu, 2. ise; Aynen Hz. İbrahim gibi TEK olan YARATICI'yı akıl yoluyla bulmuş olma ihtimali. Modern arkeolojinin en son(2004) verilerine göre (ki bir kısmını MP3 olarak dinleyebilirsiniz) Akheneton'un hayatına,  Kur'an verilerilerindeki elçiler ve kavimlerinin ilişkisi kıstas alınarak bakıldığında, elçi olduğuna dair delil/mantık çıkmıyor.
Hz. İbrahim gibi akıl yoluyla monoteizmi bulmuş olması da zayıf bir ihtimal bana göre. Eğer böyle olsa idi, Hz . İbrahim'den hatta Belkıs'ın tahtını 0,1saniyede Hz. Süleyman'a getiren (sadece ihtimalen ismi) Berhiya Bin âsaf 'dan bahseden Allah Teâlâ hazretleri, ondan da bahsederdi. Ayrıca her ne kadar güneşe tapıyorlar idiyseler de Hz İbrahim'in Hanif dininden kalan uygulamaları devam ettiriyorlardı. Yani: domuz etini haram diye yemiyorlar, sünnet oluyorlar, tapınaklara girmeden önce ellerini yüzlerini ve ayaklarını yıkıyorlar(abdest) ve cinsel ilişkiden sonra mutlaka yıkanıyorlardı (gusül abdesti (aslı taharettir aslında ama ayetler meallendirilirken orijinden çok uzaklaşıldığından halk bunun doğrusunu orijinalini bilmiyor maalesef. Abdest bölümü adı altında bunları anlatacağız inşaAllah) ) Bunların bu halini düşünür iken Efendimize Risalet gelmeden önceki Mekke'li müşrikleri hatırlamamak mümkün değil. Çünkü onlar da Allah'a şirk koşmalarına rağmen İbrahim (A.S) dan gelen birçok uygulamayı devam ettiriyorlardı. Tabii ki en doğrusunu Rabb'imiz bilir.

AKHENETON'UN YAZDIĞI ŞİİRLER:
                -1-
Tanrı uludur; birdir, tektir.
Ondan başkası yoktur.
Bir tanedir,
O'dur her varlığı yaratan
Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh...                                           
Ta başlangıçta vardı Tanrı,
Tek varlıktı o.
Hiç bir şey yokken o vardı.
Her şeyi o yarattı
Ezelden beri süregelen varlığı,
Ebediyete kadar sürecek,
Gizlidir Tanrı, kimse görmemiştir onu.
İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman.
.             -2-
Göklerin ufkunda belirmen ne kadar güzeldir,
Ey! Hayatın temelinde yaşayan Aton,
Sen doğu göğünün ufkunda doğduğunda,
Tüm memleketi güzelliğinle doldurursun,
Uzaklaşsan da, ışınların dünya üzerindedir,
Ne kadar yüksek olursan ol,
Senin adımlarının izleri gündüzdür,
Sen, ışınlarını dağıttığın zaman,
Mısır'ın her iki ülkesi de bayram eder,
Hepsi uyanık ve ayaklarının üzerindedir,
Çünkü Sen, onları uyandırmışsındır,
Onlar tüm organlarını sende yıkarlar,
Ve kollarını kaldırıp, Sen'i şafakta selamlar,
Sonra tüm dünyada herkes kendi işini yapar,
Hayvanlar otlardan zevk alırlar,
Ağaçlar ve bitkiler çiçeklenirler,
Kuşlar, kanatları sana doğru ibadet edercesine kalkık,
Bataklıklarda uçarlar,
Sen üzerlerinde oldukça onlar yaşarlar,
Kadında çocuğu Sen yaratırsın,
Ananın karnında çocuğa Sen hayat verirsin,
Sen ana rahminde dahi çocuğu besleyensin,
Ne zaman civciv kabuğu içinde bağırsa,
Sen ona hayat vermek için nefes verirsin,
Ey Tanrım, Senin ne kadar çok eserlerin vardır,
Sen! Ebediyetin hakimi! Senin isteklerin hep iyidir,
Sen yaşamın ta kendisinin ve yaşam Sen'de yaşar,
Tanrım Sen yaşamsın ve yaşam ancak sende görülür.

HZ İBRAHİM VE HANİF İMAN

HZ. IBRAHİM HANİF IMAN
Sen yüzünü hanif olarak dine,
Allah insanları hangi fıtrat üzere
yaratmışsa ona çevir.
Allah'ın yarattığında değişme yoktur.
İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların EKSERİYETİ bilmez.
(Rum/30)
Ne mutlu İNSANLARIN DİNLERİ  ile uğraşmak için değil, ALLAH İNDİNDEKİ DİN’i anlayıp gereğini yaşamak gayesi ile varolmuşlara…
Ve Ne Mutlu o insana (İbrahim SvS) ki; kendisine zerre kadar uyarı/bilgi/vahy/işaret gelmemesine rağmen, en büyük nimet olan AKLı kullanarak Wahid/Ehad olanı bulana...  Ve Din'i, SADECE O EHAD olana has kılana...
Sembolik olarak anlatılan "Eleste BiRabbikum-Qalu Belê" aslında Allah'ın fıtratımızda var ettiği, var dediği, Kendisinden Başka İlah ve şeriki Olmadığı inancı bizlerin öz benliklerinde var.  Bu bizlerin FITRATINDA var. İşte bulandırılmamış, katıksız halde olan bu FITRAT imanını, Kur'an bizlere, HANİF İMAN olarak tanıtıyor. Öz/Çekirdek dediğimiz bu imana daha sonradan anne, baba (atalar), sosyal çevre, eğitim, kişinin kendi seçimleri, ulvi ve sufli eğilimleri etkiliyor.
30/30-O halde yüzünü bir hanif olarak dine tut, Allah' ın insanları kendisi üzerine yarattığı fıtratına. Allah'ın yaratışında değişme yoktur, dosdoğru sabit din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
 
İnananlar; YA HANİFTİR YA DA MÜŞRİK !!! Çoğu zaman Yüce Allah, Elçilerini (Hepsine Selam ve Salat olsun) bugünkü tanımı ile ateistler için değil şirk belasına bulaşmış inananların, bu beladan kurtulması, yeniden hatırlatma ve şirki bertaraf etmek için göndermiştir. Bir şirk ehli müslümanın şirkte oluşunu kabul etmesi, ateist birinin Allah'ı kabulünden daha zordur. Bu bağlamda konuyu Hz. İbarhim'e gitirir isek; ayetlerde ön plana çıkan İki unsurun dikkat çekici olduğu görülür:
1- Hanif
2- Şirk
Birbirlerinin TAM zıddı olan iki kavram. Allah; Hz İbrahim'in hanif oluşunu anlattığı ayetlerde "Wema Kane Minel Müşrikin" "O müşriklerden değildi/olmadı" ifadesinin tekerrüren vurgulaması dikkat çekicidir:

وَقَالُوا كُونُوا هُودًا أَوْ نَصَارَى تَهْتَدُوا قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
2/135 - Bir de: "yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız." dediler. Sen onlara de ki: "Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim'in milleti'ne (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı."


مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلَكِنْ كَانَ حَنِيفًا مُسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
3/67-İbrahim ne Yehudi  nede Nasrânî idi velâkin müslim bir hanif idi ve müşriklerden olmamıştı.


قُلْ صَدَقَ اللَّهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
3/95-De ki: Allah doğru buyurmuştur. O halde Hanif olarak İbrahim'in Millet'ine tabi olun. O, müşriklerden değildi.

إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ
6/79-Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben müşriklerden değilim.

قُلْ إِنَّنِي هَدَانِي رَبِّي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ دِينًا قِيَمًا مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
6/161-De ki: Şüphesiz Rabb'im, beni dosdoğru yola iletti. Hanif olan İbrahim'in Millet'ine. Ve o, müşriklerden olmadı.


إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلَّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
16/120-Muhakkak ki İbrahim başlı başına bir ümmet idi, Allaha itaat eden bir hanif idi ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı.


ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
16/123-Sonra sana: Hanif olarak İbrahim'in Millet'ine tâbi ol ve o hiç bir zaman müşriklerden olmadı, diye vahyettik.
Yukarıdaki bu ayetler incelendiğinde kolayca anlaşılır ki; Haniflik= Müşrikliğin TAM zıddı!, Allah'a HİÇ BİR ŞEYİ ortak koşmama hali veya diğer bir deyim ile SIFIR ŞİRK ile Allah'a imandır. İşte Fıtrat dini olarak nitelenen haniflik ANCAK sorgulama ile ulaşılır. Yoksa annesi ve babası müslüman olduğu için müslüman olmakla değil!!!
Hıristiyan veya Yahudi anne-babadan doğanın suçu nedir? Müslüman anne-babadan doğmuş olsalardı büyük ihtimalle Müslüman olarak kalacaklardı. Peki tam burada sormak lazım. (haşa) Müslüman anne-babadan doğanlara Allah torpil mi geçmiştir? Bu soru üzerinde ibretle düşünmek lazım. İşte o zaman anlaşılır ki; inananlar Ya Haniftir Yada Müşrik!!!  Allah El ADL'dır. Çok adaletlidir, çooooook!
İbrahim (AS)'ın imanı nasıl sorguladığını ayetlere bakarak görelim:
 

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ ءَازَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا ءَالِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
6/74- Vaktiyle İbrahim babası Azer'e: Sen putları bir sürü tanrılar ediniyorsun öyle mi? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum. demişti.

وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
6/75- Böylece İbrahim'e göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.


فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَأَى كَوْكَبًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَا أُحِبُّ الْآفِلِينَ
6/76- Üzerini gece kaplayınca bir yıldız gördü: Rabbim budur! dedi. Batıverince de: Batanlara muhabbetim yoktur. dedi.

فَلَمَّا رَأَى الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِنِي رَبِّي لَأَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالِّينَ
6/77- Ay'ı doğarken görünce: Rabb'im budur! dedi. Batınca da: Ahd olsun ki, Rabb'im bana doğru yolu göstermemiş olsaydı, muhakkak ki, sapkın topluluktan biri olacakmışım. dedi.


 

فَلَمَّا رَأَى الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هَذَا رَبِّي هَذَا أَكْبَرُ فَلَمَّا أَفَلَتْ قَالَ يَاقَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
6/78- Güneşi doğmak üzere görünce: Rabb'im budur! bu en büyük! dedi. O da batınca: Ey kavmim, haberiniz olsun, ben sizin şirk koştuğunuz  şeylerden beriyim! dedi.


 


إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ
6/79-Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben müşriklerden değilim.
Ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi Hz. İbrahim bu şekilde sorgulayarak gerçek iman etme şekli olan veAllah'ımızn; fıtratımıza en uygun Din dediği ve de Hz Muhammed şahsında tüm inananlara emrettiği Hanifliği böyle buluyor.
Bunu da belirttikten sonra ayetlere kaldığımız yerden devam edelim:
 


وَحَاجَّهُ قَوْمُهُ قَالَ أَتُحَاجُّونِّي فِي اللَّهِ وَقَدْ هَدَانِ وَلَا أَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِهِ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ رَبِّي شَيْئًا وَسِعَ رَبِّي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
6/80- Kavmi de onunla tartışmaya kalkıştı. O da dedi ki: Bana hakikati  doğrudan doğruya gösterdiği halde Allah hakkında benimle mücadeleye mi kalkışıyorsunuz? Sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden ise, ben hiçbir zaman korkmam. Rabb'im dilemedikçe onlar bana hiçbir şey yapamaz. Rabb'imin ilmi, her şeyi kuşatmıştır. Artık iyice bir düşünmez misiniz?


وَكَيْفَ أَخَافُ مَا أَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ أَنَّكُمْ أَشْرَكْتُمْ بِاللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا فَأَيُّ الْفَرِيقَيْنِ أَحَقُّ بِالْأَمْنِ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
6/81- Hem nasıl olur da ben Allah'a koştuğunuz ortaklardan korkarım; baksanıza siz, Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken! Şu halde korkudan emin olmaya iki taraftan hangisi daha layık? Eğer biliyorsanız söyleyin.

الَّذِينَ ءَامَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَئِكَ لَهُمُ الْأَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ
6/82- İman edip de imanlarını bir haksızlıkla karıştırmayan kimseler, işte korkudan emin olmak onların hakkıdır ve hidayete erenler de onlardır.


وَتِلْكَ حُجَّتُنَا ءَاتَيْنَاهَا إِبْرَاهِيمَ عَلَى قَوْمِهِ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ
6/83- Bu, kavmine karşı Bizim İbrahim'e vermiş olduğumuz hüccetimizdir. Biz dilediğimizi derecelere yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, her şeyi bilendir.

İbrahim (SvS)'ın hayatı Kur'an verilerine göre incelendiğinde, birinci derecede ön plana çıkan tavrının SORGULAMA olduğu görülür. Bu konuda, yani sorgulama tutumunda kendisine asla kişi/olay/anane gibi istisna ve kayıt gibi sınırlama koymamıştır. Ve o kadar ileri gitmiştir ki; Allah'a TAM iman ile teslim olmasına rağmen, Allah'ın, ölüleri nasıl yeniden dirilttiğini sorgulamıştır. Bu derece ileri gitmiş, sorgulama konusunda sınır tanımamıştır.

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِنْ قَالَ بَلَى وَلَكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
2/260-Hani İbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona:) "İnanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir."

..."Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için"...Yani; "Allah'ım senin sonsuz kudret sahibi olduğunu biliyor ve her türlü yaratmayı yapabileceğini AKLen biliyorum... Fakat gönlümün de aklım gibi %100 KESIN olarak TATMIN olmasını istiyorum" demek istemiş oluyor. Kalbin tatmin olma arzusunu sinede gizlemektense zaten yüreklerin özünü bilen Allah'a dürüstçe ve alışılmamış bir cesaret/açık yüreklilik (İki yüzlülüğün TAM zıddı) ile Yaratan'a arzetmiştir.

وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ اللَّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلًا
4/125-İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif  olarak İbrahim'in Millet'ine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir.

Ne mutlu İNSANLARIN DİNLERİ ile uğraşmak için değil, ALLAH İNDİNDEKİ DİN’i anlayıp gereğini yaşamak gayesi ile varolmuşlara…
Oysa 21. asırda olmamıza rağmen, bilgisayar çağında olmamıza rağmen, her türlü bilgiye anında ulaşabilme imkanımıza rağmen; Allah'ımızı ve dinimizi, Rabb'imizin sözleriyle anlamak/idrak etmek yerine, çeşitli payeler ve kutsiyet verdiğimiz bir takım insanların DİN adına Allah adına kabullerini kendi kabullerimiz saydık. Onların bu konudaki anlayışlarını kendi anlayışımız kabul ettik. Hatta bu konuta fütursuzca o kadar ileri gittik ki; TEK olan muvahhid DİN i sayısız parçaya, en azından 4 ana parçaya böldük (Hanefi, Şafi, Maliki, Hambeli) ve HAK gibi kutsal bir kelimeyi şu ünlü cümlemizin/kuralımızın başına getirdik " 4 HAK Mezhep" diye.Ve de, bunlardan birine intisap etme kuralı getirdik. NEYE GÖRE, Hangi delile göre, Allah'ın hangi ayet/emri ile diye sormadan peşin bir kabul ile....Aklımızı bloke edip başkalarının eline verdik.Ve en üstün yaratılmış olan insanoğluna yaraşmayacak bir tutum ile UTANMADAN, Allah'a karşı adeta tüm hayasızlık ve cürretimiz ile karşı gelircesine ama O'nun adına imiş gibi "Ictihat kapısı kapanmıştır" dedik.
Bunun türkçesi şudur: "Ey Allah'a inandığını farzeden kuru müslüman kalabalığı, sizden önce allameler ! dini her türlü yönüyle en ince tedayına kadar açıklamışlar. Dolayısı ile sizin artık Kur'an okuyup tetkik yapmanıza gerek yok" İşte 14 asırdır Kur'anın duvarda asılı kalma sebebi....Niçin asılı kalmasın ki; nasıl olsa HER TÜRLÜ! bilgi/detay açıklanmış ne gereği vardı." Üstelik sen kendi kafana Kur'anı okuyup anlayacağını mı sanıyorsun...Yoksa sen kendini AKıL sahibi mi sanıyorsun...Bir kere Kur'anı anlayabilmen için 12 ilmi bilmen lazım. Nedir bu 12 ilim : "Hadis, Fıkıh, Kelam..............!? " Bunlar aslında Yöntem ve Kurallar topluluğudur. Bu Yöntemlerin adını da ILIM koyduk. Meğer ilim ne basit imiş...Ilim kelimesinin içine de ettik. Peki Allah'ımız bu konuda ne diyor?

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ
54/17. And olsun ki Kuran'ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan var mı?

Sadece Kamer süresinde aynı ayet 4 kez tekrar ediliyor. 54/17 -54/22 -54/32 -54/39 Acaba ısrarla Allah niçin vurguluyor?


Şimdi önümüzde bariz şekilde 2 yol/ayrım var:
1- Birileri: "Kur'anı kendi başınıza okuyup anlayamazsınız" diyor.
2- Allah ise defalarca vurgulayarak "And olsun ki Kuran'ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?" diyor.
Bu 2 şıktan bir tanesi yalan. Size göre hangisi yalan? Seçiminizi yapmış mıydınız? Yoksa hala başkalarının yorumuna/güdümüne Teslim(islam) olup beyninizi ipotek altına mı aldıracaksınız. Şu bilinmeli ki ANCAK Allah'a Teslim olmakla İslam olunur. İslam olmakla da işlem tamam olmuyor. Hatta ki; SIFIR şirki yakalayana.........Yani; HANIF olana dek!!!